Ara
Gümüşhane
Kapalı
6°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5839 %0.1
49,6861 %0.19
5.769,02 % 0,40
Türkiye’nin Sessiz Beka Sorunu

Türkiye’nin Sessiz Beka Sorunu

YAYINLAMA:

Bir zamanlar, “Genç nüfusumuz en büyük gücümüz” diyerek dünyaya övünçle bakardık. Demografik penceremiz açıktı; enerjik, üretken, diri bir toplum yapımız vardı. Fakat ne olduysa oldu; gençliğin yerini yavaş yavaş yaşlılık aldı, umutların yerini endişe sardı. İdarecilerimiz bu soruna çareler aramaya başladı.

Son yıllarda Türkiye’de doğurganlık hızındaki düşüş, yaşlanan nüfus gerçeğini her geçen gün daha fazla görünür kılıyor. Oysaki bir zamanlar “Genç bir ülkeyiz” diye dünyaya hava atardık. Bugün ise hayaller “genç”, gerçekler “yaşlılık" oldu desek yeridir.

TÜİK verileriyle desteklenen istatistikler artık susmuyor. Sayılar, acı bir gerçeği fısıldıyor kulağımıza: Türkiye yaşlanıyor. Hem de hızla. Ve bu sessiz değişim, sadece bugünü değil yarını da tehdit eden bir beka meselesine dönüşüyor.

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz’ın yaptığı açıklama, bu kaygıyı resmi ağızdan da doğrular nitelikteydi. “Nüfus projeksiyonlarıyla aile ve toplum yapısındaki değişimlere göre, nüfus, aile ve evlilik alanlarında etkili politikaların hayata geçirilmemesi halinde demografik kırılganlıklar derinleşecektir” diyordu Yılmaz.

Ayrıca kadınlarda ilk evlenme yaşının 2001 yılında 22,7 iken 2024’te 25,8’e çıktığını, ilk doğumda anne yaşının ise 2014’te 25,5 iken bugün 27,3’e yükseldiğini belirtiyordu. Yılmaz’ın endişesi yüzünden okunuyordu. O sebeple bu hafta yazmak geldi içimden.

Bu rakamlar gösteriyor ki gençler evlenmiyor, evlenenler ise çocuk yapmayı erteliyor.

Peki neden?

Yıllar önce bir arkadaşımla, sohbet sırasında “Neden tek çocukta kaldınız. İkinci çocuğu düşünmüyor musunuz?” Diye sorduğumda şöyle cevap vermişti:
“Bir çocuğu bu ekonomik koşullarda zor bela büyütüyoruz. İkincisini yapmaya inan cesaret edemedik.”

Bu cevap, meselenin özünü özetliyor aslında: Ailesinin gelir düzeyi ve “ekonomi”

O zaman anladım ki gelir düzeyleri, yaşam pahalılığı, barınma ve eğitim gibi temel meseleler, anne-babaların çocuk kararlarını doğrudan etkiliyor.

Aslında sadece dar gelirli aileler değil, iyi eğitimli, meslek sahibi çiftler bile artık tek çocukla yetiniyor.

Hiç uzağa gitmeyelim. Sizin anne babanız kaç kardeş? Siz kaç kardeşsiniz, varsa sizin oğlunuzun ya da kızınızın kaç çocuğu var?

En iyi istatistik bu dostlar. Artış yok nüfusta maalesef büyük oranda çocuk sayısında azalış var.

Bu noktada iş sadece bireysel tercihlere değil, devlet politikalarına düşüyor. Nüfus yapısındaki bu kırılganlığa karşı artık günü kurtaran pansuman çözümler değil, kökten ve kalıcı politikalar gerekiyor. Başta ekonomi olmak üzere.

Peki ne yapılmalı?

  • Gençlerin evlenmesini teşvik edecek konut, iş ve sosyal destek projeleri artırılmalı.
  • Kadınların çalışma hayatı ile anneliği birlikte sürdürebileceği esnek sistemler geliştirilmeli.
  • Kreş desteği, doğum izni ve çalışma saatlerinde düzenlemelerle çocuk sahibi olmak kolaylaştırılmalı.
  • Aile kurumunu güçlendiren, çocuk yapmayı yük değil, değer olarak gören sosyal kampanyalar yapılmalı.
  • En önemlisi; ekonomik istikrar, adaletli gelir dağılımı ve güven ortamı sağlanmalı.

Çünkü mesele sadece doğum oranı değil. Mesele; yarının Türkiye’sinin kimler tarafından inşa edileceği. Üretim gücünü, dinamizmini, direncini kaybetmiş bir toplumun ayakta kalması mümkün değil.

Evet, bugün yaşlı nüfus henüz çoğunlukta değil belki. Ama bu gidişle yarının Türkiye’si, hastanelerde sıra bekleyen yaşlılardan, parklarda çocuk sesinin eksik olduğu kentlerden ibaret kalabilir. Bu tablo bir beka sorunu değil de nedir?

“Güçlü aile, güçlü toplum” sözü ancak içi dolu politikalarla anlam kazanır. Aksi takdirde bu cümle, kürsülerde söylenen fakat sahada karşılığı olmayan bir slogandan öteye gidemez.

Zaman geçmeden, demografik uyanışa geçmek şart. Çünkü yaşlılık, sadece bir dönem değil; tedbir alınmazsa bir sona da dönüşebilir. Göre ne…Köre ne?

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *