YOLSUZLUK DÖNGÜSÜ
Ülkemiz 2025 yılını, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile başlayıp, Antalya, Adana ve daha bir çok belediye ile devam eden yolsuzluk dosyaları ile hatırlayacaktır. Birçok ilçe belediyesini de de kapsayan bu büyük operasyonlar, henüz dava veya soruşturma aşamasında olduğundan, yani kesinleşen mahkeme kararı olmadığından, masumiyet karinesi gereği, tutuklu olanlar dahil kimseye suçlu diyemeyiz. Ancak, büyükşehir belediye başkanlığı mertebesine ulaşmış insanların yargılandığı suçlar ve haklarındaki ağır iddialar, halkta yöneticilere karşı büyük bir hayalkırıklığı oluşturmuştur.
Yerel yönetimler demokrasinin temel taşları arasında yer alırken, son yıllarda artan yolsuzluk iddiaları bu kurumların güvenilirliğini ve meşruiyetini ciddi biçimde zedelemektedir. Özellikle büyükşehir belediyelerinde ortaya çıkan imar rantı, ihale usulsüzlükleri ve partizan kadrolaşma gibi olgular, yerel yönetimleri ne yazık ki, bir “yolsuzluk sarmalı” içine çekebilmektedir.
Belediyeler, halka en yakın idari birim olarak hem hizmet sunar, hem de vatandaşla devlet arasındaki ilişkiyi yönetir. Ancak bu yakınlık, aynı zamanda denetimsizlik, kaynak kontrolü ve şeffaflık eksikliği gibi sorunları da beraberinde getirir. 2024 yerel seçimlerinden sonra bazı belediyelerde yaşanan gelişmeler, Türkiye’de yerel yönetimlerin birer hizmet kurumu olmanın ötesinde, ekonomik ve siyasi rant alanına dönüştüğü şüphesini artırmaktadır.
Yerel yönetimlerde görülen yolsuzluklar özellikle bazı alanlarda yoğunlaşmaktadır.
Bunların başında ihale yolsuzlukları gelmekte olup, bu durum kamu alımlarında belirli firmalara avantaj sağlama olarak ortaya çıkmaktadır.
İmar rantı ise, plan değişiklikleriyle arsa değerlerinin yükseltilmesi, ya da haksız imar izinleriyle çıkar sağlanması şeklinde görülebilmektedir.
Belediye iştirakleri üzerinden usulsüzlük yapılarak, şirketler aracılığıyla denetim dışı harcama yapılabilmektedir.
Partizan kadrolaşma ise, siyasi yakınlık gözetilerek işe alımlar ve terfiler yapılmasıdır.
Yukarıda anlatılan her durumda kamu kaynaklarının özel menfaat için kullanımı görülmektedir. Bu vakaların çoğu, suç tipleri bakımından zimmet, rüşvet, görevi kötüye kullanma ve ihaleye fesat karıştırma gibi Türk Ceza Kanunu’nda yer alan suçlarla örtüşmektedir.
Belediyelerin kendi iç denetim ve teftiş kurulları genellikle belediye başkanına bağlıdır. Bu bağlılık, denetimin bağımsızlığını ortadan kaldırır.
İçişleri Bakanlığı’nın denetim ve görevden alma yetkisi anayasal olsa da, bu yetkinin siyasi amaçlarla kullanıldığı iddiaları da sıkça gündeme gelmektedir.
Sayıştay her yıl belediyeleri mali açıdan denetlemekte, ancak hazırladığı raporların çoğu yalnızca tespit düzeyinde kalmakta ve fiili bir yaptırıma dönüşmemektedir. Öte yandan özel hukukta belediyelere dair açılan davalar yıllarca sürmekte, bu da kamu zararının tahsilini ve caydırıcılığı zorlaştırmaktadır.
Yolsuzluk döngüsünün en büyük sonucu kamusal güvensizlik olup, vatandaşın devlete ve yerel yönetime olan güveni sarsılır. Yolsuzluklar hizmet kalitesinin düşmesine ve kaynakların halka değil, belirli kişi veya gruplara yönlendirilirmesine sebep olur. Kamu kaynaklarının haksız israfı, kısa ve uzun vadeli projelerin ertelenmesine ve vatandaşın zarar görmesine sebeb olmaktadır.
Türkiye’de yerel yönetimler, artan kaynak ve yetki ile birlikte sorumluluğu da büyüyen kurumlardır. Ancak bu güç, denetimsizlikle birleştiğinde yolsuzluk döngüsüne dönüşmektedir. Mevcut yolsuzluk vakaları yalnızca münferit suçlar olmayıp, denetim sisteminin, kurumsal etik anlayışın ve yönetsel şeffaflığın zayıflığını ortaya koymaktadır. Bu sarmaldan çıkış, yalnızca hukuki değil, aynı zamanda kültürel ve siyasal bir dönüşümü gerektirmektedir.
“Devletin malı deniz, yemeyen keriz” sakat mantığından çıkıp, “devletin malı emanet, onu korumamak ihanet” mantığına ulaştığımızda sorunun kaynağını kurutmuş olacağız. Çünkü hangi siyasi görüşte olursa olsun, sonuçta bu kişiler bu toplumun içinden çıkmaktadır.
İnsanı düzeltelim ki dünya düzelsin…
Av. Ali Haydar Dereli