Gümüşhane’de Maden Meselesi ve Toplumsal Sessizlik
Gümüşhane’nin Torul ilçesine bağlı Güvemli köyünde, su kaynaklarına ve yaşam alanlarına birkaç adım mesafede yapılmak istenen maden arama sondajına karşı köylülerin gösterdiği kararlı duruş, bir kez daha doğanın sesinin insan vicdanında yankı bulabileceğini gösterdi. Özellikle köyün kadınları, anaları öncülük etti bu direnişe. Topraklarına, sularına, yaşam alanlarına sahip çıkmanın yalnızca çevresel değil, varoluşsal bir refleks olduğunu herkese hatırlattılar. Sonuçta sondaj çalışması ileri bir tarihe ertelendi. Fakat bu olay bize yalnızca bir köyün mücadelesini değil, Gümüşhane’nin derin bir toplumsal gerçeğini de yeniden düşündürdü: sessizlik.
Sessiz Şehir, Sessiz Kurumlar
Bir şehirde doğayı, madeni, suyu konuşmak sadece siyasilerin işi değildir. En başta konuşması gerekenler; sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, çevre örgütleri, dernekler, kanaat önderleri olmalıdır. Ancak ne yazık ki Gümüşhane’de bu kurumların sesi ya hiç duyulmuyor ya da iş işten geçtikten sonra çıkıyor.
Dün Güvemli’de kadınlarımız doğa nöbeti tutarken, bu şehirdeki STK’lar, odalar, çevre örgütleri nerelerdeydi? Bu sessizlik neden?
Bir Taraf Konuşur, Diğeri Susar
Madencilik meselesi Gümüşhane’de ne zaman gündeme gelse, aynı manzara ortaya çıkıyor. Bir taraf “madencilik olmalı, istihdam yaratılmalı, insanlar iş bulmalı” diyor; diğer taraf “doğayı koruyalım, geleceğimizi yok etmeyelim” diyerek karşı çıkıyor. Ne yazık ki bu iki ses birbirini duymuyor.
Biri konuşurken diğeri susuyor; diğeri konuşurken bu taraf susuyor.
Sonuçta ortaya çıkan şey, toplumsal mutabakatın olmadığı bir şehir. Her karar bir kesimi memnun ederken diğerini küstürüyor. Her adım, yeni bir kırgınlık, yeni bir ayrışma doğuruyor.
Koza Deneyimi: Kısa Vadeli Kazanç, Uzun Vadeli Kayıp
Gümüşhane’nin hafızasında taze duran bir örnek var: Koza tecrübesi.
O dönemde yaklaşık 500 kişi iş sahibi oldu, bazı sektörler hareketlendi, şehir kısa bir ekonomik canlılık yaşadı. Fakat bugün geriye dönüp baktığımızda ne görüyoruz? Kazılmış dağlar, tahrip edilmiş vadiler, boşalmış köyler ve sessiz kalan bir şehir…
O dönemde STK’lar, odalar, kanaat önderleri nerelerdeydi?
Şehir talan edilirken kimse “durun” demedi. O sessizliğin bedelini bugün hâlâ ödüyoruz: bozulan ekosistem, göç eden insanlar, kaybolan tarım alanları…
Taraf Olmak Değil, Doğruyu Bulmak
Bugün yine aynı kavşaktayız. Bir yanda “maden istiyoruz” diyenler, diğer yanda “doğamızı koruyalım” diyenler. Oysa mesele taraf olmak değil. Mesele, ortak akılla doğruyu bulmak.
Bu şehir maden istiyorsa, nasıl bir madencilik istediğini açıkça söylemeli.
Çevreye duyarlı, denetimli, bilimsel yöntemlerle yapılan bir madencilik mi istiyoruz, yoksa kısa vadeli kazanç uğruna doğayı mı feda edeceğiz?
Eğer “istemiyoruz” diyorsak, o zaman bu kararın ekonomik bedelini göze almak zorundayız. Ama her durumda konuşmalıyız. Sustukça kararlarımız bizim adımıza veriliyor.
Asıl Maden: Sorumluluk
Bugün Gümüşhane’nin en büyük problemi madenden çok, duyarsızlık.
Herkesin bir fikri var, ama kimse elini taşın altına koymak istemiyor.
Herkes “etliye sütlüye karışmayayım” diyor, ama herkes her şey hakkında konuşuyor. İş eyleme, iradeye gelince ortada kimse kalmıyor.
Güvemli’de köylü kadınlar doğası için nöbet tutarken, şehirdeki sivil toplum neden sessizdi? Bu şehirde çevreyi savunanlar neden yalnız bırakıldı?
Gümüşhane, artık sessizliğin değil, sorumluluğun şehri olmalı.
Birlikte Karar Vermezsek, Birlikte Kaybedeceğiz
Artık şu gerçeği görmek zorundayız:
Gümüşhane kendi geleceğini başkalarının insafına bırakamaz.
Ne Ankara’nın, ne şirketlerin, ne de günü kurtarmaya çalışan siyasetçilerin insafına…
Bu şehirde yaşayan herkesin, bir gelecek tasavvurunda buluşması gerekiyor.
Ya birlikte karar vereceğiz ya da her seferinde aynı kısır döngüyü yaşayacağız:
Biri kazanacak, şehir kaybedecek.