Doyumsuz, Memnuniyetsiz ve Mutsuz Bir Nesil Yetiştiriyoruz
Değerli okurlarım,
Her konuda ahkâm kesmek elbette haddimiz değildir; ancak çocuk gelişimi ve eğitimi benim uzmanlık alanım olduğu için, bu konuda yaptığım araştırmalar ve uzun yıllara dayanan gözlemler, üzerinde önemle durmamız gereken bir tabloyu gözler önüne seriyor. Günümüzde çocuklar, isteklerinin büyük bir kısmına anında ulaştıkları bir ortamda büyüyor. Bu durum, onların sabretme, bekleme, çaba gösterme ve emekle elde etmenin değerini anlama gibi hayati becerileri edinmelerini zorlaştırıyor.
Birçok ebeveyn, iyi bir anne-baba olmayı çocuğunun her isteğini karşılamakla eşdeğer görüyor. Oyuncakların, kıyafetlerin ve teknolojik ürünlerin fazlasıyla sunulması, çocuklarda sağlıksız bir tüketim alışkanlığı ve doyumsuzluk duygusu oluşturuyor. Çocuk, sahip olduklarının çokluğu ile mutlu olacağına inanıyor; fakat kısa süre sonra bu mutluluk yerini tekrar boşluk hissine bırakıyor.
Bunun tam karşısında ise ekonomik sıkıntılar nedeniyle çocuğuna temel ihtiyaçlarını bile güçlükle sağlayan aileler bulunuyor. Aynı eğitim ortamını paylaşan çocukların bu iki farklı yaşam gerçeğiyle karşı karşıya kalması, sosyal ilişkilerde ciddi çatışmalara yol açıyor. Ne yazık ki her şeye sahip olan çocukların, ekonomik zorluk yaşayan akranlarını küçümseyici davranışlar sergilediğine sıklıkla rastlanıyor. Bu durum yalnızca bireysel duyguları değil, toplumun gelecekteki sosyal adalet algısını da olumsuz etkiliyor.
Oysa emek vererek kendi oyuncağını yapan, bir materyali dönüştüren, üretim sürecine katılan çocukların hem daha mutlu hem de daha yaratıcı olduklarını gösteren pek çok bilimsel çalışma mevcut. Üreterek bir şey ortaya koymak, çocuğun bilişsel, duygusal ve sosyal gelişimini güçlendiren önemli bir süreçtir. Ancak marka bağımlılığını, sahip olma tutkusunu ve tüketimin mutluluk getireceği yanılgısını çocuklara çoğu zaman biz yetişkinler öğretiyoruz.
Sonuç olarak, çocukların mutluluk anlayışı giderek oyundan, üretmekten ve paylaşmaktan uzaklaşıyor; sahip olduklarının sayısı, değerinden daha önemli hâle geliyor. Bu da gelecekte tatminsiz, duygusal olarak kırılgan, sürekli daha fazlasını isteyen bir yetişkin profili ortaya çıkarma riskini doğuruyor.
Bugün ebeveynler olarak kendimize şu soruyu sormalıyız:
“Ben çocuğuma ne kazandırıyorum? Sahip olmayı mı, yoksa değer bilmeyi mi?”
Çocuklarımızın gerçek ihtiyaçları, onlara aldığımız nesnelerin çokluğu değil; duygusal dayanıklılık, sorumluluk bilinci, emek ve paylaşım gibi temel değerlerin kazandırılmasıdır. Toplumun sağlıklı bir geleceğe sahip olmasını sağlayacak olan da işte bu değerlerle yetişen çocuklardır.
Şair -yazar
Ülker Sadık