27 ARALIK’TA DİKMEN SIRTLARINDA BİR GÜNEŞ DOĞDU-ATATÜRK ANKARA’DA-

27 Aralık, bir milletin var olma mücadelesinde atılan en önemli adımlardan biridir. Kutlu dirilişin merkezi olarak seçilen Ankara, Vahşi Batının vahşetine bir yenisini daha eklemek için birleşip Türk’ü yok etmek üzere “Haçlı” zihniyetiyle el birliği edişinin yıldönümüdür.

Afrika’yı karış karış sömüren medeni Batının leş yiyiciliğine karşı büyük lider, Türk’ün parlayan güneşi, Türk milletinin Gazi Paşa’sının “Dur, ey kan emici Avrupa!” deyişinin yıldönümüdür.

27 Aralık günü Ankara bütün sefaletine rağmen bir onurlu duruşu ve dirilişin habercisini karşılıyordu. İstanbul’da olan biten bütün ihanet senaryolarını bilen Atatürk, asırlarca ihmal edilmiş Anadolu’nun bu fakir ama onurlu insanlarının yiğit yüreğine koşmuştu.

Aklındakini diline yansıttı ve kuracağı yeni devletin kalbi olarak Ankara’yı seçmişti. Ankara, asırlarca ihmal edilmiş Türk milletini temsil ediyordu. Gazi Paşa işte bu haksızlığı ortadan kaldıracak Türk’ü hak ettiği değere kavuşturacaktı.

Devlet-i Âli Osman’ın (Osmanlı diyorlar) yükselme dönemi sonunda başlayan azınlık hakimiyetine ve Türk milletinin ihmal edilişine çekilen bir settir 27 Aralık… Neden mi?

Ankara; yalnızca küçük ve kaderine terk edilmiş kasaba görünümlü şehir değildi. O, 300 yıl görmezden gelinen bir ırkın sancılı ve portresiydi. Hiçbir yatırım, hiçbir hizmet İstanbul, Edirne, Bursa gibi şehirlerin dışına çıkmamış; Anadolu ne yazık ki görmezden gelinmiştir. Yalnız savaşlarda hatırlanan Türk milleti, neredeyse öz yurdunda öksüzdü. Ankara, ilk defa bir devlet adamına ümit ışığıyla bakmıştı. Elbette Büyük lider M. Kemal bunun farkındaydı.

Türk’ün gücüne, iradesine ve civanmert yüreğine inanıyordu. Yol arkadaşı olarak elbette Türk’ü seçecekti. Bu amaçla evvela Karadeniz’in Çepni diyarı Trabzon iline gitmeyi amaçladı. Fakat Bizans yetmesi, Devlet-i Âli Osman (Osmanlı) içindeki azınlık Rum artıkları İstanbul’daki basiretsiz yönetici ve çaşıtları (ajan) da yanlarına alarak M. Kemal’e suikast hazırlığına başladılar. Sultan önce M. Kemal’i desteklemiş, memur kılmış; fakat İngiliz ve Fransız baskılarına dayanamamış – ne yazık ki – Karadeniz’deki Türk nüfusa yapılan zulmü tespit için gönderilen devlet adamını geri çağırmıştır. Sizce bu bir korkaklık ve basiretsizlik değil de nedir? Bu kişiye padişah demek ne derece doğrudur?

Gazi Paşa bu entrikanın içine düşmemek için Samsun’a çıkmaya karar veriyor. Bunu duyan şuurlu ve onurlu Türk halkı, onu coşkuyla karşılıyor. Amasya’da biz geliyoruz dedi Ermeni ve Rus işgalcilerine… Sonra Erzurum yolları… Kazım Karabekir Paşa’ya emir gidiyor Saray’daki zavallılardan. Emir: “ Tutukla ve İstanbul’a getir.”

Kazım Karabekir bu emrin akla, vatan sevgisine, dine, imana uygun yakışır bir emir olmadığını biliyordu. Bu nedenle emri elinin tersiyle itti. Onurlu bir Türk yiğidi ve komutanı olarak “Emrinizdeyim.” dedi. Üstelik M. Kemal bütün rütbelerini söküp atmışken. Büyük insan Atatürk bu hareketiyle demiştir ki: “Benim tek derdim: Türk milletini bu işgalden kurtarmaktır.” Bunu en iyi anlayan kişi de Karabekir Paşa olmuştur elbette.

Sonra Sivas… Türk bütün dünyaya bu Türkmen şehirlerinden bir şeyi haykırıyordu: “Biz Türkler bağımsız değilsek ölümü yeğleriz. Bizi Afrika kıtasındaki Araplarla karıştırmayın.” Tekrar Amasya ve sonra Ankara… Kırşehir’de, Hacı Bektaş’ta, Bala’da, Gölbaşı’nda ve Dikmen sırtlarında yiğit Türk evlatları tarafından kucaklandı. Türk’e güven veren bu mavi gözlü dev, Türk’e heyecan, ülkü getiren Sarı Kurt işte o gün kararını vermişti. Kendisini karşılamaya gelenler bozkırın yiğit Türkleriydi. Atalarının buraya niçin geldiniz? Sorusuna hep bir ağızdan: “Millet yolunda kanımızı akıtmaya geldik.”

İşgalcilerin sindirdiği, diz çöktürdüğü ve biraz da şımarttığı Saray, konak ve yalı sakinlerini bir korku kuşatmıştı. Korkuları Türk’ün uyanışıydı. 300 yıl süren uyku, rehavet ve atalet (tembellik) son bulacaktı. 27 Aralık uykudan, rehavetten ve tembellikten uyanışın adıdır. Sevr ihanetini imzalayanların yüreğine bir köz düşmüştü. Fetvalar yayınlayıp İngiliz tayyareleriyle Anadolu’ya attılar. Her türlü fitneyi, fesatlığı sergilediler… Ne için? Kendi huzur ve mideleri için… Vatan için değil; millet için değil…

27 Aralık 1919’daki Dikmen sırtlarında duyulan heyecan, bugün biz Türk milliyetçileri için aynı heyecanı uyandırıyor. Köy görünümlü Ankara’dan modern bir Başkent çıkarmak ancak gerçek bir lider olan Atatürk’e özgüdür. O Allah’ın izniyle -aklı ve gönlüyle- imkânsızlıkları mümkün kılmasıyla da öncüdür. O, gerçek bir lider, gerçek bir asker, gerçek bir inkılapçıdır.

Uzun sözün kısası bütün dünya milletleri şunu iyi bellesin: Ne Birinci Dünya Savaşı ne Çanakkale Savaşı ne de Kurtuluş Savaşı bizi yıldırabildi.

İçimizdeki hainlerle amaçlarını gerçekleştireceklerine inananlar, 27 Aralık 1919’da nasıl bir direnişle karşılaştıysalar; 15 Temmuz’da da öyle bir direnişle karşılaştılar. Bağımsızlık yolunda Mustafa Kemal ruhuyla hareket eden Türk’ü yıldıramaz, sırtını yere getiremezsiniz. Bizans oyunlarına da kanacak değiliz.”

Allah, bu millete her zaman birlik ve beraberlik nasip etsin.

YORUM EKLE