Ara
Gümüşhane
Parçalı bulutlu
5°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,8560 %0.06
50,6999 %0
6.192,56 % 0,00

Normal Olmak mı, İyi Olmak mı?

YAYINLAMA:

Normal Olmak mı, İyi Olmak mı?

 

Son zamanlarda en sık duyduğumuz cümlelerden biri şu: “Bir an önce normalleşmem lazım.” Peki nedir bu normalleşme dediğimiz şey? Daha az ağlamak mı, daha az hissetmek mi, yoksa acıyı görmezden gelmeyi öğrenmek mi? Toplum olarak duygusal anlamda “normal” olmayı çoğu zaman sessizlikle karıştırıyoruz. Üzgünsek bunu bastırmamız, kırgınsak gülümsememiz, yorgunsak güçlü görünmemiz bekleniyor. Oysa insan dediğimiz varlık, düz bir çizgide ilerleyen bir makine değil; inişleri, çıkışları, durakları olan bir yolculuk. Duygusal normalleşme, her sabah mutlu uyanmak değildir. Hayatın her alanında dengeli olmak da değildir. Bazen üzülmek, bazen yorulmak, bazen hiçbir şey hissetmemek de bu sürecin içindedir. Asıl mesele, yaşadığımız duygularla kavga etmeden onlara alan açabilmektir. Bir insan, başına gelenleri hemen “atlatmak” zorunda değildir. Acının bir süresi, yasın bir ritmi vardır. Duygular bastırıldığında kaybolmaz; yalnızca başka şekillerde geri döner. Bedende, ilişkilerde, kelimelerde… Gerçek normalleşme “İyi değilim” diyebilecek cesareti gösterebilmek yardım istemeyi zayıflık saymamak ve kendine karşı biraz daha şefkatli olabilmektir. Belki de sorun, normalleşememek değil; herkese uymaya çalışırken kendimizden uzaklaşmamızdır. İnsanın duygusal olarak iyileşmesi, başkalarının beklentilerine değil, kendi iç sesine kulak vermesiyle başlarBeklenti her zaman çok fazla incitir yaralar daha fazla canını acıtır insanın. Bizler normal olmak zorunda değiliz. Ama kendimiz olabilmek, belki de en sağlıklı hâlimizdir.

 

Normalleşme Baskısı: Susarak İyileşmek Mümkün mü?

 

Bu ülkede insanlar artık iyi olmaya değil, iyi görünmeye çalışıyor. Üzgünsen sus, yorgunsan toparlan, kırıldıysan unut. Çünkü toplum, duyguların serbestçe yaşanmasına değil; hızla bastırılmasına alışkın. “Normalleşmek” kelimesi, son yıllarda bir iyileşme vaadi olmaktan çıktı; adeta bir toplumsal zorunluluk hâline geldi. Acının süresi kısaldı, yasın tahammülü azaldı, sabrın sınırı daraldı. İnsanlara tanınan tek hak var: Çabuk toparlanmak. Oysa kim belirliyor bu normalin ölçüsünü. Hangi acı ne kadar sürmeli, hangi duygu ne kadar kabul edilebilir? Toplum, duygusal kırılganlığı hâlâ bir zayıflık olarak görüyor. Güçlü insan; ağlamayan, sarsılmayan, her koşulda ayakta kalan kişi olarak tanımlanıyor. Bu anlayış, insanı insan yapan en temel özelliği hissetme yetisini görmezden geliyor. Sonra da neden bu kadar öfkeli, tahammülsüz ve yalnız olduğumuzu sorguluyoruz. Asıl problem, insanların duygusal olarak “normalleşememesi” değil; duygularını yaşamasına izin verilmemesi. Çocukluktan itibaren öğretilen şey açık: “Ağlama”, “Abartma”, “Geçer.” Oysa geçmeyen her şey, bastırıldıkça derinleşiyor. Geçmiyor, geçmiyor, geçmiyor. Bastırılan öfke şiddete, bastırılan üzüntü tükenmişliğe, bastırılan korku kaygıya dönüşüyor. Üstelik bu baskı yalnızca bireysel değil; sistematik. İş hayatı duyguyu tolere etmiyor, eğitim sistemi duyguyu tanımıyor, sosyal ilişkiler duyguyu “yük” olarak görüyor. İnsan, üretken olduğu sürece değerli; sessiz olduğu sürece kabul edilebilir. Bugün ruh sağlığı konuşuluyor gibi yapılıyor ama gerçekte hâlâ üstü örtülüyor. Yardım istemek hâlâ ayıp, psikolojik destek hâlâ “son çare”. İnsanlar yaralarını saklayarak yaşamayı öğreniyor, sonra da neden iyileşemediklerini anlamıyor. Gerçek normalleşme, susmak değildir. Gerçek normalleşme, acıyı inkâr etmeden yaşamaya devam edebilmektir. Ve belki de en önemlisi, toplumun şunu kabul etmesidir: İnsan her zaman güçlü olmak zorunda değildir. Eğer bir toplum, bireylerine yalnızca ayakta kalmayı öğretip nasıl hissettiklerini sormuyorsa, orada normalleşme değil; duygusal çürüme vardır. Belki artık şunu sormanın zamanı gelmiştir İnsanları bu kadar hızlı “normalleştirmeye” çalışırken aslında hepimizi biraz daha duyarsızlaştırıyor olabilir miyizSizi değersizleştiren ve gereksiz normalleştirmeye yönlendiren herkesi sizden uzaklaştırmanın bir yolunu bulun lütfen. Ve en önemlisi hiç kimsenin size sizin çok akıllı olduğunuzla ilgili bir söylemde yahut bir imada bulunması gibi durumlara izin vermeyin. Taviz tavizi doğurur. Bu durumu normalleştirmelerine de izin vermeyin.

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *