ASIL OLAN LİYAKAT

Liyakat; kökeni arapça dilinden gelmektedir. Bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumudur. Yeterli miktarda olma, yetme, kâfi gelme ve bir işi yapabilecek yetenekte olma, yeterlilik, kifayet gibi anlamları da olan bir kelimedir.

Organik yaşamda; ahbap - çavuş ilişkisi sistematiği her daim ehillik olgusunun üstüne seyretmiş ve liyakat denen şey ise bu ilişkiler ağının, sürekli olarak gölgesinde kalmıştır. Liyakat kelimesi tarihsel döngü içinde her daim oldukça yanlış anlaşılmış ve öz anlamı açısından da hak ettiği yeri alamamıştır. Bu sebeple, kelimelere de anlam katacak ehillere artık çok iş düşmektedir. Bireyin ideolojisi veya dünya duruşu ne olursa olsun, milli benlik ve milli birlik ile zıt bir kavram ayrışması oluşturmadığı sürece ehil görülüp o veya bu şekilde bir değer süzgecinden geçirilerek, sistem içinde uygun olduğu pozisyona getirilmeli veya yerleştirilmedir.

Lakin işin ayrıntısı ise, işte tam da burada devreye girmektedir.

Mesela; 2 ile 2’yi toplayınca 4’ü elde etmek midir Liyakat? Toplamayı bilmek, ehillik anlamı mı taşır? Veya çok iyi okumak aynı şekilde çok iyi de yazabilmek midir? Hızlı araç kullanabilmek midir usta şoförlük? Veya, x üniversitenin y bölümünden alınan bir diploma mıdır eğitimini tamamlamak? Bu durumu sayısız örnek ile de anlatmak ve geliştirmek mümkündür.
İşinin ehli olmak; durmadan yılmadan çalışmak, üretmek ve hep üzerine katabilmektir.

Ehil olmak; bildikçe, gördükçe, bilgisinin ve görgüsünün fakirliğini anlamaktır.

Ehil olmak; dünya döngüsü içinde, kalp ile anlamak ve vicdan ile duyabilmektir.

Ehil olmak; makro hayatta insana faydalı işler yapabilmektir.

Ehil olmak; gözlerini kapattığında da görebilmektir.

Ehil olmak; her daim, Hak ile Bâtıl olanı ayırabilmektir.

Bu ustalık seviyesinin toplum ve sistem içindeki yeri ve değeri ise ancak, doğru ve dürüst vicdanlar, sağlam iradeler ve çıkarsız ellerle bir yer bulup, hak ettiği konuma, gelmesini sağlayacaktır.

Ayrıca; asırlardır her gün duyulan veya okunan o ilahi cümlelerde de “emânetleri ehline vermeniz” diye söylenmekte ve uyarılmaktadır insan. Lakin organik bedenin hırsı ve nefsin arzusu gereği midir bilmem ama bunu duyup da kulak vermemek, anlayıp da anlamamış gibi davranmakta da ustalaşmıştır insan.
YORUM EKLE