Bin Fersah Koşacak At...

Bir Orta Asya Bilgesinin Naklettiği Hikmete Kulak verelim:
“ Bilge Han Diyor ki;
Ancak Bolo gibi bir binicilik ustası olduğu vakit bin fersah koşan atlarda olur. Aslında bin fersah koşan atlar her zaman vardır, ama her zaman Bolo bulunmaz. Onun içindir ki güzel atlar, köle tabiatlı insanların ellerinde bozulmakta, ahırlarda ölmektedir; bunlar meziyetlerine uygun ünü bir türlü kazanamamaktadır. Bin fersah koşan at çok da yer; bir kere yemeğe koyuldu mu bir batman arpa yer. Fakat hayvana yemini verenler, bin fersah koşabileceğini bilip ona göre beslemezler. Bu durumda, bin fersahı aşma yetisine sahip bir at doyasıya yemezse, kuvveti yetmez, güzelliği göze görünmez. Hatta böyle bir hayvan alelade atlar gibi bile değildir. Böyle olunca bin fersah koşmasını beklemek doğru olur mu? Ona doğru usulde gem vurma, doyacak kadar yem verme, söylediklerine kulak verme, sonra da eline bir kırbaç al, hayvanın önüne geç ve. "Artık iyi at kalmadı " de... Bu olur mu?
Sözün burasında Bilge Han’ı sıkıntı basıyor ve "Off, diye iç geçiriyor o sıkıntıyla, Gerçekten iyi at mı kalmadı,Yoksa attan anlayan mı kalmadı? Bu sorunun cevabını acaba kimden beklememiz gerekiyor:
Attan mı?
Jokeyden mi?
Seyisten mi?
Tribündeki seyirciden mi?
 Kimden?
"Hal sâridir" derdi bizim büyüklerimiz. Eğer komşumuz üzgünse üzüntüsü, sevinçliyse sevinci bize de bulaşır. İnsan cömert dostlarının yanında cömertliği, nekeslerin yanında nekesliği öğrenir. Bunlar da bulaşıcıdır. Geniş görüşlerin genişlikleri de bizi etkiler.
Evin büyüğünün hali de evin bütün bireylerini etkisi altına alır. Onlar geniş ufukluysa, hane bireyleri de ufuklarını genişletmeye çalışır. Onların ufku darsa ya da ufukları hiç yoksa bireyler de kışır ve kısır bir hayat ortamının içine gömülürler.
Dizgini elinde tutanlar, atlarını ufukların sonsuzluğuna doğru koşturmaya başlamışsa, onu izleyenler de hızlarını ona göre ayarlamaya çalışır. Onlar kendi kabuklarının daralmışlığı içinde sıkışıp kalmışsa, onları izleyen de aynı kısırlığın içine düşer.
Bu coğrafyada, daha kısa bir zaman öncesine kadar, "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar uzanan bir ufkun sözü ediliyordu. Bu sözü telaffuz edenler, kendilerine ilham veren kaynağı inkâr etseler de, onlara bu ilhamı veren, inkâr ettikleri o kaynaktı. O kaynak günün birinde kuruyunca, bu söylemi kendi marifetlerinin eseri olarak telaffuz ettiğini sananlar, böyle bir söz söylediklerini bile unuttular. Dahası, böyle bir sözün, bu coğrafyanın çıkarlarını zedeleyeceğini sanarak söylediklerini inkâr ettiler: Çünkü onlara bu sözlerini geri almaları dayatılmıştı. Böylece ne oldu? Orta da ne Adriyatik kaldı, ne Çin Seddi!
Bereket versin, bu coğrafya insanları arasında bu dar sınırları ve bu dar ufku kendine yediremeyen insanlar var. Onlar, kısır, kışır, dar ufuklu, dönek, münafık, fitne, fesat, fırıldak… tipleri kendi halleriyle baş başa bırakmışlardır. Onlar "temiz eller"e sahip olmanın dedikodusu ile meşgul olurken, temiz ellerin gerçek sahipleri, bu coğrafyanın geleceğinde görünmeyen temiz elleriyle, batağı kurutmaya çalışıyor. Bazıları inkâr etse de, nankörlüğü aldırmadan kendi hasbi hasılasını durmadan sağlayıp duranlar, Anadolu İnsanı, yani bizim insanımız...
At eşiniyor ve bin fersah koşmaya hazır görünüyor...’’
Sevgi ve Saygılar…
 
 

YORUM EKLE