Canboğul (61)

Öğleden sonra başlayan bardaktan boşanırcasına yağmur, akşam saatlerine doğru havanın soğumasıyla birlikte yerini kar yağışına bıraktı. Meyilli arazi üzerine kurulu olan Avliyana köyünde yağan yağmurla birlikte köyün içindeki yollar çamur deryasına dönmüştü. Yollardan yağmur suyu değil adeta çamur akıyordu. Kapıya çıkan kendini içeri dar atıyordu. Yağan kar toprağa değer değmez eriyordu ama akşam saatlerinde yerde tutmaya başladı. Köy yavaş yavaş beyaza bürünüyordu. Kar yağışıyla birlikte hava soğudukça soğudu. Lapa lapa yağan kar gece yarısına kadar sürdü. Kar kalınlığı yirmi santime ulaştı. Dallarında biriken karları çekemeyen meyve ağaçlarının dalları kırılıyordu. 

-Eyvah ki eyvah, dedi Kartal Mustafa, hanım sebzeler de meyvelerde bu gece donarlar. Kıtlık var bu sene. Baksana şu soğuğa, dışarıya çıkılmıyor. 

-Allah’tan geldi bey, yapacak bir şey yok. 

-Öyle de hanım bu millet ne yiyecek?

-Sağlık olsun, donan sebzelerin yerine yenisini dikeriz. 

-Orası öyle de bütün emekler boşa gitti.

-Yeniden dikeriz, diye araya girdi Ayşegül, sen canını sıkma baba.

-Başka çare yok, vakit epey oldu, yatalım. Kızım sen sobanı yaktın mı?

-Yaktım baba, çok soğuk var.

Gece yarısını geçmişti. Ayşegül, odasında peykenin üzerine serdiği yatağına dizlerini kırarak oturdu. Fazla gazyağı harcamasın diye lambanın fitilini aşağıya çekmişti. Loş bir ışık vardı odada gaz kokusuyla birlikte. Sobanın küçük kapağına takıldı gözleri. Bir süre bakakaldı. Can ile geçirdiği üç aylık dönemini unutamıyordu. Ne kadarda sevmişti birbirlerini. Dulağası Yaylasında hayvan otlatırken aşk ateşi düşmüştü içlerine. Her gün bir bahane uydurup hayvanları otlağa çıkarıyordu Can’ı görmek için. Göz göze geldiklerinde içindeki aşk ateşi daha da alevleniyordu. Görkemli düğün yapmıştı Kartal Mustafa oğluna. Evlendikten sonra ilk kez el ele tutmuşlardı. Sevgileri üzerine hiç konuşmamışlardı ta ki evleninceye kadar. Hep bakışlarıyla sevmişlerdi birbirlerini, bakışlarıyla konuşurlardı. Gözlerinden aşağıya akan yaşlara engel olamadı. Yatağından indi, pencerenin Amerikan bezinden yapılmış perdesini araladı, dışarıya baktı. Kar hala devam ediyordu. Uzun süre karın yağışını seyretti. Bayramın Cemil’in kapısındaki azman köpek bir türlü susmuyordu. Ona, mahallenin diğer köpekleri zaman zaman karşılık veriyordu ama onların havlamaları Bayramın Cemil’in köpeğinin sesini bastıramıyordu. 

“Neden susmaz bu köpek” dedi kendi kendine. Pencerenin önünden ayrıldı, sobaya iki odun daha attı. Oda sıcacıktı. Odasının küçük penceresi ve taştan yapılan duvarlar, sobadan çıkan sıcaklığı koruyordu. Sağ kolunun üzerine dizlerini kırarak yattı. Fitili çekilmiş gaz lambasına dikti bu kez gözlerini. Sürekli bakması gözlerini kamaştırdı. Yavaş yavaş gözlerini kapadı. 

Henüz uykuya dalmıştı ki, acı acı çalan kaval sesiyle, önce gözlerini araladı. Kalktı, oturdu. Evlerinden iki yüz metre aşağıdaki Deli Osman’ın kulübesinden geliyordu kaval sesi. Acı dolu, hüzün dolu bir kaval sesiydi. Kaval sesine bir süre kulak verdi. Kapıda at kişnemesini duyar gibi oldu. Can “Ben geldin Ayşegül” diyecekti. Üç ay evli kaldığı süre içerisinde her akşam eve geldiğinde atını kişnetir, “Ben geldim Ayşegül” derdi Can’ı. Olmayacak, ben bu hasrete dayanamayacağım. Can’sız bu dünya bana haram artık. Her ne kadar kaynatama, kaynanama hizmet ederek acımı unutmaya çalışıyorsam da olmuyor olmuyordu. Bu dünya bana haram artık. 

Çıkardığı entarisini giydi. Yün çoraplarını ayaklarına çekti. Kara lastik ayakkabılarını giydi. Yavaşça odasının kapısını açtı. Kaynatasının horultusu evi yıkacak gibiydi. Dış kapıya yöneldi. Kapının kilidini ses çıkarmadan açtı, kendini dışarı atınca, kapıyı usulca kapadı. Dışarıda hava buz gibiydi. Bu mevsimde bu soğuk. Ellerini koltuklarının altına koydu. Yağan karın altından, yerdeki karları da yararak evin bahçesinden dışarı çıktı. Deli Osman hala yanık yanık çalıyordu. Yavaş adımlarla köy aşağı yürüdü. Caminin yanındaki mezarlığa gelince durdu. Soğuktan tir tir titriyordu. Mezarlığın ağaçtan yapılmış kapısını açtı. Bildiği duaları okudu. Can’ın mezarlığının başına geldi. Dizlerini kırarak oturdu. Donmuş parmaklarıyla mezarlıktan aldığı toprağı kokladı, öptü. 

-Ben geldim Can. Ben geldim. Sensizliğe dayanamıyorum Can. Sensiz bu dünya bana haram. Yanına geldim. Seni çok seviyorum. Hasretine dayanamıyorum Can. 

Mezar taşına elini götürdü, üzerindeki karı donmuş elleriyle temizledi, eğildi öptü. Odasında gelmeyen uykusu Can’ın mezarı başında gelmişti, öyle ki gözlerini açamıyordu. Can’ın mezarının üzerine yavaşça devrildi. Uyudu.

Deli Osman, hala yanık yanık havaları çalmayı sürdürüyordu. Sabaha yakın kaval sesi sustu. Geceyi sessizlik kapladı. Bayramın Cemil’in azgın köpeği de havlamıyordu. Kar ince ince yağıyordu. Yerin beyazlığı köyü az da olsa aydınlatıyordu. Sabaha yakın kar yağışı durdu. Gün ağarınca soğuğun etkisi bir daha görüldü. Toprak damlı bacalardaki oluklardan metrelerce uzunluğunda buz sarkıtlar asılıyordu. Avliyana donmuştu adeta. Abdal Musa Tepesi yine apaktı.

Kartal Mustafa, yavaş yavaş yatağından doğruldu. Pantolonunu giydi, odanın kapısını açarak mutfağa geldi. Mutfak buz gibiydi. Bu saatte Ayşegül sobayı çoktan yakmış olmalıydı. Karısı Zülfiye de mutfağa geldi. 

-Hanım, Ayşegül kalkmadı herhalde, hasta mı oldu? O bu saate kalmazdı. Bir baksan odasına.

Zülfiye kadın, yavaşça Ayşegül’ün odasının kapısını açtı.  Burnuna acı gaz kokusu geldi. Gaz lambası fitili aşağıya çekilmiş hala yanıyordu. Ayşegül, yatağında yoktu. Hemen geri döndü.

-Gelin yatağında yok bey.

-Nasıl yok hanım?

Kartal Mustafa inanamadı, o da Ayşegül’ün odasına girerek sağı solu iyice kolaçan etti.

-Nereye gider hanım bu havada?

-Bilmem bey. Yoksa…

-Yoksa ne kadın söylesene.

-Yoksa diyorum, yine kendini dağlara mı vurdu?

-Öyle bir hali mi vardı?

-Yok, çok iyiydi.

Kartal Mustafa evin dış kapısını açtı. “Ayşegül” diye seslendi. Cevap veren yoktu. Ahıra baktı, ahırda da yoktu. 

-Nereye gider bu hava da bu kız?

Henüz yağan karın tam olarak kapatmadığı ayak izleri dikkatini çekti. İzleri takip ederek evin önündeki bahçeden çıktı. Hızlı adımlarla yürümeye başladı. İzlerin caminin yanındaki mezarlığa gittiğini gördü. Yürümesini daha da hızlandırdı. Mezarlığın kapısını açtı. Can’ın mezarlığına baktı. Koşarak oğlunun mezarlığa geldi. Ayşegül’ü üzeri karla kaplanmış buldu. Üzerindeki karı temizledi. “Ayşegül” diye avazı çıktığı kadar bağıdı. Sesi köyün karşıki kayalıklarından yansıdı.

Kartal Mustafa’nın bağırtısını duyan köylüler mezarlığa akın ettiler. O, eliyle gelininin yüzünde kalan son karları da temizledi. Kucakladı, kaldırdı Ayşegül’ün cansız bedenini. Evin yolunu tuttu. Köylüler arkasındaydı. Yerdeki karlar ezim ezim eziliyor, gözyaşları karlara damlıyordu. 

(Devamı var)

YORUM EKLE