DÜŞÜŞ

Düşmek her türlü türeviyle insan hayatının bir resmi olarak düşüyor önümüze ve ardımıza…

Önce “Kün (Ol!)” emriyle düşüyoruz varlık alemine… oradan devam ediyor emir ve yeryüzüne düşüyoruz…

Yine kün emriyle gerçekleşiyor iki insanın hayatına düşüşümüz…

Anneden düşüyoruz sonra…

Sonra beşikten, kucaktan ve eşikten…

Biraz büyüdükçe, her adımda/adımımızla düşüyoruz yere, en son düşeceğimiz yere…

“Düşe kalka büyür insan!” diyorlar halimize not düşerek…

Sonra artık düşmemeyi öğreniyoruz bedenen, lâkin yaptığımız en ufak yanlışla gözlerden düşmeye başlıyoruz…

Devam ediyoruz düşerek…

Düşe düşe kalkmak yerine başkalarını düşürmekle devam ediyoruz…

Düşene bir tekme vurmak kesmiyor artık… tekmelerin sayısı arttıkça mutlu olan hasta ruhlar çoğalıyor çağdaş denen dünyada…

Başkaları düştükçe iyice ayaklanıyor, doğruluyor ve yüceliyoruz zannediyoruz, şu düşük dünyada, iyice düşkünleşerek…

Bizim gülmemiz başkalarının ağlamasına bağlı gibi geliyor bize ve artık düşüşümüz sınır tanımıyor… “Kimin(in) ikbâli, kimin(in) idbârına olur vâbeste.” diyen şâiri haklı çıkarıyoruz sürekli…

Âkil-bâliğ oluyoruz… İlahî hitabın karşısına muhatab olarak düşüyoruz, artık düşüşlerimiz yükselişe dönüşsün, tutup kurtarsın bizi kudreti sonsuz diye… Hitaba kendimizi muhatab saymadıkça düşüşümüz hakiki mânasına ulaşıyor, farklı boyutlara taşınıyor…

Rabbülâlemîn’in hitabını, sözünü yere düşürdükçe düşüyoruz… Sürünmek bu düşüşün süreğen oluşun adı oluyor… Oysa insanlığın düşüşünü aksine çevirmek için gönderilen Elçi (sas) “Allah, bu Kitab’la kimi kavimleri kaldırır/yüceltir; kimlerini ise yine bununla düşürür!” buyurmakla bunun kuralını sabitliyor…

Dolayısıyla, düştüğümüz bu düşük dünyada, kimin peşine düştüğümüz belirliyor ebedi çıkış yahut düşüşümüzü… Resûlün peşine düşenler, Resûlün peşine düşenlerin peşine düşenler… işte kurtulanlar… Diğerleri; düşenler… Düşüşü yükseliş olarak görenler… şeytanın ve her türlü isteklerinin, yani hevâlarının peşine düşenler ve baş aşağı düşenler…

Şâirin deyişiyle “Düşmek yükselmek oldu; Uçurum da mertebe.”

Kimi de “çıkmak” diyor ve öyle zannediyor gayri meşru münasebetlerine… niyet ciddi olsa da yapılanın meşrû olmaması çıkışı düşüşe ve inişe çeviriyor…

Ve geçiyor hayatlarımız…

Evet; düşüş herkesin hayatına çoğunlukla aynı, yer yer farklı düşüyor…

Öte taraftan tarihin bir yerine düşenler tarihe not düşüyor… sonra bu notlar kendilerini düşenlerin başına düşüyor. Başına kendi notları düşenler, tarihte neyin peşine düştüklerinin notunu düşüyorlar aslında.

Not düşenlerin kâhir ekseriyeti aslında kendi düşüşlerini düşürüyorlar kendi peşlerine…

Tarihe düşüşümüzün, yeryüzüne, dünyaya –ilginçtir “dünyâ” en düşük anlamına da geliyor- aslında ötelere yükselmek için bize verilmiş imkân olduğunu anlamadan her türlü düşüşe eyvallah diyoruz… nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilmeyi maharet ve akıllık sayarak…

……

Ve sonun başlangıcına doğru…

Kimi toprağın bağrına düşüyor, kucaklıyor toprak onu ana şefkatiyle… Bunlar sâlihlerdir… günahlardan uzak durma azminde olmuş, düştüğünde kalkmayı/tövbeyi bilmiştirler; nasip olmuştur pişmanlık…

Kimi zâlimdir, hâindir; düşer yuvarlanır bir çukura… çukur çukura kavuşur, yerini bulur yersizler… yer sahiplerini yerlerinden eden yersizler…

Ne güzel demişti bunlar için büyük şâir (Necip Fâzıl):

Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana;

Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.

Öyleyse, kimi düşer toprağa, kavuşur rahmet-i Rahmân’a, olur biiznillah cennetmekân…

Kimi düşer çukura yuvarlanır… olur hendekmekân…

……

Yâ Rab…! Düştük/düşüyoruz; kaldır bizleri… Ölmeden, gideceğimiz yeri görmeden, göster bize hakkı ve hakîkati… Neyin düşmek neyin yücelmek olduğunu…

Hemen her dâim düşsek de rahmet listenden düşürme bizleri…

YORUM EKLE