GÖREVİNİZ BİTTİ Mİ SANDINIZ?

"Çanakkale direnişimiz esnasında bizim siperlerde en değerli olan şey cephane değildi." sözlerine böyle başlıyor. Afallıyorum. Birçok öğrencim de izledi, şaşırdı. Bir süre düşündük, ne olabilir ki? Cephanemiz az değil miydi? Düşman çetin ve kalabalıkken bizler hem yorgun hem az cephane ile saldırmıyor muyduk? Nasıl olabilir de başka bir şey daha değerli olabilir? İzlemeye devam ediyoruz, söylüyor: Morfin!

Çanakkale Savaşı’nın o zor günleri bir çadırın önünde bir masa ve o masanın arkasında, elindeki şırıngasında morfin olan bir doktor hayal edin. Ancak doktorumuz sadece kurtulabilecek hastalara morfin verebiliyor. Çünkü herkese yetecek kadar morfinimiz yok. Oysa ölmekte olanında morfine ihtiyacı var. Ama yok, olmaz. Elimizde yeterli morfin yok... Böyle bir görev yaptığınızı düşünsenize. Görevli doktor hastalara bakıp acıma duygusuna yenik düşmemek için elini yüzüne siper ederek tarıyor hastaları ve yaşama şansı olanlara morfin verip içeri ameliyat çadırına gönderiyor. Ardından biri geliyor yara bere içinde ama yok diyor yolluyor. Başka bir kişi geliyor olmaz diyor, yaralı asker bağıra çağıra götürülüyor. Sonra başka biri geliyor, diz kapağı çok fena haldedir, paramparça olmuştur. Bakıyor doktor, olmaz diyor. Tam o sıra askerden bir ses: "Baba, beni tanımadın mı baba? Yardım et Baba!" Doktor o an yıkılıyor. Elini indirip oğluna bakıyor, ama oğlunun kurtulma şansı yoktur. Morfini veremez. Oğlunu getiren askerlere sadece "Bunu gölge bir yere bırakın." diyebiliyor. Birkaç saat sonra ise görevini bitirip yaralı askerlerin bırakıldığı yere gittiğinde oğlunun ceseti ile karşılaşıyor.

Eğer birisinden bir hikaye, şiir ya da edebi herhangi bir şeyi dinleyecek isem ilk tercihim hep Sunay Akın olur. Bu hikayeyi de ondan dinledim. Fakat bu sefer sadece dinlemiş olmak yetmiyor. Herkes duysun, bilsin istiyorum bu güzel vatanın ne kadar zor şartlar altında kazanıldığını. Halen daha bedeller ödüyorsak, herkes duysun ve bilsin ki her şey bitmiş değil. Geçtiğimiz günlerde memleketimizin bir evladı daha şehadet şerbeti içti. Kahraman şehidimiz Tamer Aktaş için kılınan cenaze namazında binlerce insanla tek yürek olup omuz omuza saf tuttuk. Böylece göğe açılan avuçları amin diyen dillerle buluşturup dualarımızı şanlı şehidimizin ardından gönderirken ne kadar metanetli olduğumuzu herkese gösterdik. Ancak görevimiz burada bitti mi? Tabii ki bitmedi.

Ey aziz hemşerim, kahraman şehidimiz devletimizin kendisine verdiği görevi canı pahasına yerine getirdiyse unutma ki bu durum sırf senin bu vatana sahip çıkıp hizmetlerini daha rahat yapman içindi. Sen eğer bir doktorsan, unutma ki; kahraman şehidimiz, sen bu vatana hizmette kusur etme, elinden geleni değil, fazlasını hem de bir of bile çekmeden yap diye çocuklarını yetim bırakmayı göze aldı. Sen belki de bir market sahibisin olsun, belki küçük sadece kendine yetebilen bir esnafsın hiç fark etmez, bu millet senden de hizmet bekliyor, her daim doğruyu konuşasın. Sen belki kendi halinde bir memursun olsun, bir of bile demeden elinden geleni değil; daha da fazlasını yapmak boynunun borcudur. Şehitlerimize ve onların evlatlarına karşı sorumlusun. Görevin her ne ise onu layıkıyla yerine getirmeyip, yalanın, fitnenin, üç kâğıtçılığın alasını yapıp sonra da kahraman şehitlerimizin cenazelerine katılıyorsan, katılma. Ne önemi var ki!

Belki de sen bir öğretmensin. Sanma ki bu millet senden sadece iki artı iki kaç eder bunu öğretmeni bekliyor. Belki en ağır yük senin omuzlarında. Bu millet en büyük görevi senden bekliyor. Görevini Başöğretmen Mustafa Kemal ATATÜRK' ten dinle : "Öğretmenler!... Cumhuriyet, fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister. Yeni nesli bu nitelik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir."
YORUM EKLE