Zamanın Ruhu

Aydın insan yaşadığı dönemle hep bir çatışma içerisindedir. Aydın, yaşadığı kuşağın geçmişten kopuk olduğunu, toplumun uçuruma sürüklendiğini, yönetimde bozuklukların baş gösterdiğini, sosyal meselelere yeterince ağırlık verilmediğini, toplumun hafızasının çok zayıf olduğunu, bir gün öncesinde söylenen sözleri bile hafızasında tutamadığını,  kendi kültürünü koruyup geliştiremediğini ve yabancı  kültürlerin etkisi altında kalarak bozulmaların baş gösterdiğini, sanata ve edebiyata ilginin git gide azaldığını, insanların yaşam standardının düştüğünü, kitap okuma alışkanlığının az olduğu için toplumun anlama ve algı seviyesinin düşük olduğunu, her günün bir önceki günü arattığını, idealist insanların üzerinden buldozer gibi geçerek pasif, edilgen insanlar oluşturulduğunu, güçlünün güçsüzü ezdiğini, adalet sisteminin hallaç  pamuğu gibi yerden yere savrulduğunu, eğitimin kevgire döndürüldüğünü, can güvenliğimizi sağlayan güvenlik güçlerinin aslında canlarımızı korumaktan ne kadar uzak olduğunu, sağlımızı tehdit eden unsurlar medyada çarşaf çarşaf reklam verirken toplumun sadece seyretmekle yetindiğini, gençliğin bizden çok farklı olduklarını ve onları anlamadıklarını, siyasal sistemin çöktüğünü ve yapay sistemlerin bünyeye uymadığını, kökü mazide, dalları atide olan bir toplum tezinin hayalde kaldığını, ahlâksızlığın toplumun direklerini sarstığını, hukukun güçlüden yana olduğunu, mazlumun hep güçsüz zalimin hep güçlü olduğunu, değerlerimizin günden güne aşındırıldığını ve yok olmaya başladığını, insanların artık kendilerinden başkalarını – anne babası dahi olsa- düşünmediklerini, insanlar arası iletişimin zayıfladığını ve sanal ilişkilerin insan hayatını bir ahtapot gibi sardığını, mutlu azınlığın mutsuz çoğunluğu sömürdüğünü, insanların ümitsizlik girdabında boğulduğunu, insanı putlaştıranların günden güne arttığını oysa ki yaratılmışların en acizi olduğunu düşünür.

 

Gerçekten tablo aydın insanın düşündüğü gibi midir? Bu kadar kötü müdür yaşam? Bir insan hasta olacağı zaman birtakım belirtiler gösterir: Baş dönmesi, halsizlik, bulantı, yanma vs. Bu belirtiler olduğu zaman insan –ivedilikle- hastaneye giderek tedavi olup hastalığını yenebilir. Toplumda meydana gelen birtakım bozuklar da çeşitli belirtiler verir. İşte bu belirtileri anlayacak ve toplumu uyaracak olanlar da aydınlardır. Aydın olmak geleceğin resmini ülke semalarına çizmektir, aydın olmak gökyüzünde bir kandil olup karanlıkları aydınlatmaktır, aydın olmak insanı için acı çekmektir, aydın olmak sevgi uçurtmalarını gönül vadisinde uçurtmaktır, aydın olmak toplumun dertleriyle dertlenmek sevinçleriyle neşelenmektir, aydın olmak topluma kılavuz olup yol göstermektir, aydın olmak mazlumun yanında yer alarak yel değirmenlerine karşı savaşmaktır, aydın olmak halk içinde olmak, halk olmaktır, aydın olmak zamanın ruhunu yüreğinde yaşamaktır, aydın olmak zamana yenilmemek ve çağları delen bir sese sahip olmaktır, aydın olmak bir güneş olup insanlığı ısıtmak ve bir yıldız olup geceleri aydınlatmaktır, aydın olmak geçmişi, bugünü ve yarını yaşayabilmektir. Öyleyse aydın olmanın bu kadar ağır sorumluluğu varken neden günümüzde gerçek aydınlara rastlayamıyoruz.  Ancak ve ancak güçlü toplumlardan güçlü aydınlar çıkar fikri hiç de yabana atılacak bir düşünce değildir. Toplum suçu aydınlara atarak, aydın olduğunu iddia edenler de suçu topluma atarak bu işten kurtulamazlar. Ne aydın toplumdan ne  de toplum aydından bağımsızdır.

 

İnsanlar arası kuşak farklılıklarını anlamak ve yorumlamak aydının işi. Ortalama bir insanın anlamayacağı çok şey vardır bu kuşak meselesinde. Zamanın ruhunu içine sindiremeyenler hem bulundukları zamana hem de gelecek zamana yabancı kalırlar. Öyleyse zamanı iyi anlayacak ve zamanın ruhunu geleceğe taşıyacak aydınlara ihtiyacımız var. Öyle kimseler vardır ki sadece bugünü yaşarlar ve her şeyin bugünden ibaret olduğunu sanırlar. Zamanın ne olduğu ve ne olmadığı hususunda pek bilgiye sahip değildirler. İnsan zamanın neresindedir? İçinde mi? Dışında mı? İnsan mı zamana hükmediyor? Yoksa zaman mı insana? Yaşanmışlıklara bakılınca insan zaman ilişkisi görecelik arz etmektedir. İnsanoğlu yer yer zaman rüzgârına kapılıp bir bu yana bir o yana savrulmuş, yer yer zamanı kendi düşünceleri doğrultusunda yönetmiştir. Demek ki sabit bir zaman kavramı yoktur. Esas mesele geçmişte yaşanılanları anlamak ve geleceğe taşımaktır. Yani zamanın ruhunu geleceğe aktarmaktır. Nasıl ki insanın ruhu insandan ayrıldığı zaman insan ceset olursa ruhu zamandan ayırdığınız zaman da “zaman” ceset olur.  

 

Zamanı mekândan ayrı düşünemeyiz. Çünkü zaman o mekânla anlam bulur. Kuşaklar arası farkı anlamak zaman ve mekân ilişkisinde gizlidir. Geçmişte yaşanılan bir olayı bugünün penceresinden anlamaya çalışırsanız yanılırsınız. Öyleyse o ana, o mekâna gitmek sağlıklı bir değerlendirme yapmamızı sağlar. Toplumdaki tüm sancılar da geçmişin sancılarıdır. Zamanın ruhunu geleceğe taşıyamadığımız için bu sancılar bir türlü kesilmemektedir. Zaman mazi-an-ati arasında bir köprüdür. Bu köprü ne kadar sağlam olursa toplumu anlamak ve toplumun sorunlarına çare olmak da o nispette mümkün olacaktır. Tabi bu köprü aydın dediğimiz toplumun öncüleri tarafından bilinçli bir şekilde geleceğe aktarılmalıdır. Geçmişine yabancı, nereden gelip nereye gideceğini bilmeyen bir toplum elbetteki uçurumdadır. Toplumu uçurumdan kurtaracak olanlar da zamanın ruhunu yarınlara taşıyan aydınlar olacaktır.

YORUM EKLE