SUÇUN GÖLGESİNDE SERİNLEMEK
Gümüşhanemizin güzide yaylalarından Yağmurdere ve Taşköprü çevrelerinde, geçen hafta gecekondu gibi aniden ortaya çıkan yapılar, şehirde haklı olarak büyük tepkiye sebep olmuştu. Valiliğin yıkım kararlarının uygulama sonucu merakla takip edilmekte ve beklenmektedir. Bu durum karşısında yayların hukuki statüsünü incelemek zorunluluğu doğmuş bulunmaktadır.
Yaylalar, Anadolu’nun yüksek dağ eteklerinde, yüzyıllardır göçebe kültürün taşıyıcısı, hayvancılığın geçici yuvası ve doğayla kurulan sade yaşamın simgesi olmuştur. Ancak günümüzde bu bakir alanların üzerine uzun gölgeler düşmektedir. Betonarme binalar, asfalt yollar ve elektrik direkleri, doğanın kalbine ilerlerken; beraberinde hukuksuzluğu, çevresel yıkımı ve toplumsal çelişkileri getirmektedir. Gümüşhane başta olmak üzere birçok ilde yaylalar artık sadece doğanın değil, aynı zamanda suçun gölgesine ev sahipliği yapmaktadır.
Yaylalar, 4342 sayılı Mera Kanunu ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu kapsamında kamu malı statüsündedir. Bu alanların mülkiyeti devlete ait olup, vatandaşlara sadece geçici ve sınırlı otlatma, dinlenme ve konaklama hakkı tanınır. İmar planı dışında kalan yaylalarda kalıcı yapılaşma kesin olarak yasaktır. Ancak bu yasak, yıllar içinde toplumsal hafızada görmezden gelinen bir kurala dönüşmüştür. “Dedem yaptı, ben büyüttüm” diyerek sürdürülen yapılar, aslında birer fiili işgaldir.
Gümüşhane’de Torul’un Zigana yaylasından, Kürtün’ün Kazıkbeli yaylasına kadar birçok alanda binlerce yapı, tapu kaydı olmadan, mera vasfındaki kamu arazileri üzerinde inşa edilmiştir. Bu durum imar kirliliği ve doğa tahribatı, mera vasfının kaybı, kamu mülkiyetinin hukuka aykırı kullanımı ve eşitsiz mülkiyet algısı sonucu toplumsal huzursuzluk sonuçlarını ortaya çıkarmaktadır. Vatandaş gözünde bu yapılar çoğu zaman bir “aile hatırası” ya da “geleneksel hak” olarak görülse de, hukuk sistemi bu yapıları izinsiz işgal ve suç unsuru olarak değerlendirmektedir.
Türk Ceza Kanunu m. 154’e göre “Bir başkasının taşınmazına, rızası dışında giren veya orada kalmaya devam eden kişi, şikayet üzerine altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Yaylalardaki tapusu olmayan, imar izni bulunmayan bir yapının inşası ve kullanımı, bu madde kapsamında “hakkı olmayan yere tecavüz” suçu sayılmaktadır. Devlete ait taşınmaz da bu kapsamda “başkasının malı” sayılır. Yani kamu malı üzerinde yapılan her yapı, sadece bir yapı değil, bir suçun mekânıdır. Üstelik buradaki suç, yapı tamamen yıkılıp, yayla eski görünümüne getirilinceye kadar devam etmektedir. Yani bir kere ceza almakla hukuka aykırılık bitmez. Aynı yapıdan dolayı farklı zamanlarda üç kez hapis yada para cezası alan dahi var. İdari olarak yıkım ve ecri misil cezalarıda uygulanmaktadır.
Yaylalardaki yapılaşma sorunu, yalnızca bir imar ihlali değil, aynı zamanda bir mülkiyet çatışması, bir çaresizlik ve bir toplumsal uzlaşmazlık krizidir. Öte yandan bitişiğimizdeki Trabzon ilimiz, Büyükşehir olması nedeniyle, yaylalarını yol ve elektrik olarak ihya ederken, Gümüşhane halkı da “neden bizde yok ?” sorusunu haklı olarak sıkça sormaktadır.
Yaylalarımızdaki sorunların kalıcı çözümü için güncel ve sosyal yapıya uygun Yayla Kanunu gibi özel düzenlemelerle belirsizlikler giderilmelidir. Ayrıca kadim kullanımlar için, geçici yapı ruhsatı sistemi oluşturulmalıdır. Doğaya zarar vermeyen, taşınabilir barınaklar teşvik edilip, eko-turizm ve sürdürülebilir kırsal kalkınma planları hayata geçirilmelidir. Böylece vatandaş ile devlet arasında hukuki uyum sağlanmalıdır.
Yaylalar, yalnızca doğanın değil, kültürün, göçebe hafızanın ve ortak yaşamın mirasıdır. Küresel ısınmanın tehdit olmaya başladığı günümüzde, bu mirası bozmadan kullanabilmeyi başarmak zorundayız.
Suçun gölgesinde değil, hukuki koruma altında, doğayı bozmadan huzurla serinleyebilmek dileğiyle…
07.07.2025 Av. Ali Haydar Dereli