Ben Yardıma Değil, Dayanışmaya İnanırım
– Dayanışma, millet olmanın sessiz duasıdır –
Yardım; bir anlık uzatılan eldir, ama dayanışma; omuz omuza vermek, birlikte yol almaktır. İşte bu yüzden ben yardıma değil, dayanışmaya inananlardanım. Çünkü yardımda bir elin üstünlüğü vardır, dayanışmada ise göz hizasında bir eşitlik. Yardım edenle edilen arasındaki görünmez mesafeyi dayanışma kaldırır; kalpleri ve kaderleri ortaklaştırır.
Yardımlaşma, insani bir gerekliliktir. Ancak bu davranış, alışkanlığa dönüşmedikçe sürdürülebilir bir toplumsal refaha ulaşmak mümkün değildir. Alışkanlık hâline gelen yardımlaşma; vicdanın rutini, merhametin refleksi, insanlığın özü hâline gelir. Bir elin uzandığı yerde öteki elin geri durmaması, sokakta düşeni kaldıran ellerin çoğalması, “komşunun açken tok yatmamayı” görev bilmek; bütün bunlar bize ait değerlerin bir tezahürüdür.
Ne var ki, çağımız bireyselleşmeyi yüceltti, birlik duygusunu zayıflattı. Dayanışma, sadece afet anlarında ya da kameraların önünde hatırlanan bir seremoniden ibaret hâle geldi. Oysa dayanışma, hayatın her anında, her hâlinde var olmalıdır. Yalnızca selde, yangında, depremde değil; okula gidemeyen çocukta, sobasız evde, tarlada ürününü satamayan çiftçide, işini kaybeden komşuda da hissedilmelidir.
Dayanışma, bir cemiyetin en sağlam harcıdır. Toplumun dokusunu koruyan bu harç bozulursa, insanlar birbirine sırtını döner, duygudaşlık zayıflar, yabancılaşma baş gösterir. Sonra da şikâyet ettiğimiz o “bencil dünya”yı bizatihi biz yaratmış oluruz.
Ben bu ülkenin öğretmeniyim. Öğrencilerime yalnızca matematik öğretmedim; birlikte başarmanın güzelliğini, sırt sırta vererek yükselmenin faziletini de öğrettim. Kalemini unutan arkadaşına kalem uzatan, teneffüs çorbasını paylaşan çocuklar yetiştirmekti idealim. Çünkü biliyordum ki, dayanışma küçük yaşta öğrenilirse, bir ömür boyu sürer.
Birlikte üretmek, birlikte üzülmek, birlikte sevinmek… İşte erdem buradadır. Zor zamanlarda bir selâm, bir sıcak çorba, bir destek cümlesi... Bazen en büyük yardım, yanındayım demektir. Dayanışma, yalnız olmadığını bilmektir; bir zincirin halkası olmaktır. O zincirin her halkası güçlü olmalı ki, kopmasın. Aksi hâlde bir halkadaki zayıflık, bütünü etkiler.
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen bir peygamberin ümmetiyiz. “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyen bir önderin izindeyiz. Bu topraklar, yoklukta paylaşmayı, varlıkta birlikte yükselmeyi bilir. Anadolu'nun ruhu dayanışmadır. Tahtası eksik okula sırayı imeceyle getiren köylüler, öğretmene sıcacık çorbasını uzatan nineler, şehit ailesinin acısını paylaşan köy halkı… Hepsi bu dayanışmanın canlı tanıklarıdır.
Yardım, bazen başı okşamak gibidir. Geçicidir. Ama dayanışma, omuz vermektir; kalıcıdır. Yardımda alan elin mahcubiyeti olabilir; ama dayanışmada iki taraf da onurludur. Çünkü orada üstünlük yoktur; eşitlik vardır. Bu nedenle ben, “Ben yardıma değil, dayanışmaya inananlardanım.” Ve inanırım ki; dayanışmayı alışkanlık hâline getiren bir millet, ne dış tehditten korkar, ne iç çöküşe uğrar. Çünkü “birliği olanın dirliği olur. 24.07.2025
Yusuf SADIK. Eğitimci Yazar-Gazeteci. GGC Onursal başkanı