Şırnak’taki Silahların Yansımaları
Bir ülkenin üzerine bazı anlar öyle düşer ki, yalnızca o ana tanıklık edenlerin değil, tüm toplumun hafızasına ince bir çizgi çekilir. Mesut Barzani’nin uzun namlulu silahlar taşıyan üniformalı korumalar eşliğinde Şırnak’a adım attığı o görüntü de işte böyle bir çizgiydi. Bu kare, sıradan bir ziyaretin ötesinde; hukukun soğuk diline, devlet olmanın kırılgan gururuna ve egemenliğin sessiz duygu dünyasına değen bir fısıltı taşıyordu.
Hukukun dilinde duygu yoktur; hükümler keskin, kelimeler nettir. 6136 sayılı Kanun da aynı kesinlikle konuşur:
Yabancı bir kişi ya da grubun Türkiye’de uzun namlulu silahlarla dolaşması mümkün değildir.
Diplomatik korumalara tanınan istisnalar ise sadece görünmeyecek şekilde taşınan tabanca ile sınırlıdır; üniforma ve ağır silahlar bu çerçevenin dışındadır.
Anayasa’nın 92. maddesi ise yabancı silahlı unsurların Türkiye topraklarına girişini TBMM’nin iznine bağlar. Barzani’nin korumaları her ne kadar bir “ordu birliği” olmasa da; taşıdıkları silahların niteliği, üzerlerindeki üniformalar ve oluşturdukları bütünlük, onları hukuki açıdan bu tartışmanın tam ortasına yerleştirir. Bu nedenle mesele sadece bir güvenlik notu değil; hukukun sınırlarının hangi gerekçeyle ve ne ölçüde esnetildiği sorusunu da beraberinde getirir.
Türkiye’nin yıllar içinde oluşturduğu protokol geleneği de bu konuda sessiz ama nettir. Dolayısıyla Şırnak’ta beliren o görüntü, ulusal ne uluslararası hukukla bağdaşmadığı gibi, kadim devlet teamüllerine de aykırıdır.
Fakat hukuk, çoğu zaman gerçeğin yalnızca görünen yüzüdür. Devlet dediğimiz yapı, yalnızca kanun maddelerinin dizildiği bir belge değil; duygusunu milletinden alan canlı bir organizmadır. Egemenlik de işte tam burada, kelimelerin ötesinde anlam kazanır.
Bir ülkede silahı kim taşır?
Resmi Üniformayı kim giyer?
Disiplinin ağırlığı kimin omzuna emanettir?
Bu soruların cevabı sadece mevzuatta değil, bir milletin kalbinde yaşar. Devletin otoritesi bazen bir anayasa maddesinden daha çok, vatandaşın içindeki “bu ülkenin hâkimi biziz” duygusuyla görünür. Yabancı bir gücün silahlı varlığı ise bu duygunun üzerine ince bir gölge düşürür.
Elbette devletler; diplomatik ilişkiler, ekonomik bağlar ve bölgesel dengeler içinde zaman zaman bazı teamülleri esnetir. Türkiye’nin Irak’taki Bölgesel Yönetimlerle kurduğu ilişkiler de bu gerçekliğin bir parçasıdır. Ancak diplomasi, bir devletin egemenlik sembollerine dokunduğunda, dünyanın hiçbir devleti bu durumu görmezden gelemez.
Devletimizin bu olayla ilgili müfettiş görevlendirmesi de yapılan yanlışlara göz yumulmayacağının göstergesidir. Toplum tarafından şu sorular acil cevap beklemektedir:
Bu silahlar Türkiye’ye nasıl sokuldu?
Savcılık ve güvenlik birimleri neden derhâl müdahale etmedi?
Ve en önemlisi; bugün hiçbir resmi görevi bulunmayan bir kişi, uzun namlulu silahlar taşıyan özel güvenliğiyle bu ülkeye hangi cüretle ve nasıl girebilmektedir?
Şırnak’taki görüntü, Türkiye’ye bir kez daha şunu hatırlattı: Karşılıklı ilişkilerde diplomasi esneyebilir; fakat egemenlik asla taviz vermeyi kabul etmez ve sembollerine gösterilen özen kadar ayakta sağlam kalır.
Hala tam egemenlik sağlanamayan Irak’ta aşiret ağası tavrıyla dolaşanlara da, Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olduğu ve buna göre davranmaları gerektiği, hakettikleri dilde ve şekilde hatırlatılmalıdır…
05.12.2025 Av. Ali Haydar Dereli