30 Ağustos Zafer Bayramı: M.Kemal’in Destansı Başarısı
Her yıl 30 Ağustos geldiğinde, takvimler bir zaferin yıl dönümünü işaret eder. Ancak bu tarih, sadece bir günü değil, bir milletin onurunu, yokluk içindeki inancını ve bir vatanı kurtarmak için ödenen bedeli temsil eder. Çoğu zaman kuru bir tarih bilgisi olarak anlattığımız o zaferin arkasında, dünyada bir benzeri daha olmayan derinlikte bir fedakârlık yatar.
Milli Mücadele'nin en kritik aşamasında, cephe derinliği 1000 kilometreyi bulan bir savaşın kazanılamayacağını düşünenler vardı. Oysa 26 Ağustos gecesi Kocatepe'den yankılanan top sesleri, imkânsızı mümkün kılmak için yola çıkıldığının habercisiydi. Bu taarruza bizzat Gazi Mustafa Kemal Paşa komuta ediyordu, ama asıl komuta, milletin yüreğindeydi.
Gerçek zaferin kınalı koçlara, yani toprağa düşen her bir şehide ve o toprakta yaşayan yüce millete ait olduğu gerçeğini asla unutmamalıyız. Çiftçinin elinde iki teneke arpası varsa, birini hiç düşünmeden orduya bağışladığı o ruh, bu zaferin asıl mayasıdır. Bu zafer, bir annenin gözünden, yırtık bir pantolonu onararak oğlunu cepheye yollarken duyduğu gururun ve hüznün resmidir. Ankara'nın Kazan köyünde, Sati Ana'nın Mustafa Kemal'in yolunu keserek "Bizi çiğnemeden buradan geçemezsin, biz de geliyoruz!" diyerek mücadeleye katılma isteği, bu milletin kadınıyla, erkeğiyle nasıl bir bütün olduğunu gösteren destansı bir örnektir.
Babam, Gazi Ahmet Sadık, o destanın bir parçasıydı. Omuzunda mavzeri ve sadece bir palaskasıyla çıktığı o yolculuk, bugün bizlere emanet kalan İstiklal Madalyası ile taçlanmıştır. O madalya, sadece bir gaziye verilen nişan değil; bir avuç inançla, bir milletin nasıl küllerinden doğduğunun somut kanıtıdır. 30 Ağustos, işte bu destansı ruhun en büyük yansımasıdır.