Ara
Gümüşhane
Kapalı
5°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5924 %0.12
49,6837 %0.14
5.757,37 % 0,19
Köklerimiz Rüzgârda Savrulmasın

Köklerimiz Rüzgârda Savrulmasın

YAYINLAMA:

Birkaç hafta öncesiydi…
Köprübaşı Edebiyat Dergisi’nin Eylül sayısında “Geleneklerimiz” konu başlığıyla alakalı bir yazı göndermemi istedi Rukiye hanım.

Modern çağın, hızla öğüten bir değirmen gibi kültürümüzü, göreneklerimizi, toplumsal dokumuzu aşındırdığı bir dönemde böylesine anlamlı bir başlığın seçilmesi beni hem düşündürdü hem de heyecanlandırdı.

Çünkü gelenek, bir milletin hafızasıdır. Nesiller arasında köprü kuran, bizi biz yapan değerlerin adıdır. Bayram sabahında uzatılan taze pide kokusudur, düğünlerde yankılanan davul zurnadır, misafir için serilen en temiz sofradır. Dededen toruna aktarılan her davranış, aslında kimliğimizin sessiz bir nişanesidir. O sebeple yaşamalı ve yaşatılmalıdır.

Aşağıda okuyacağınız yazıyı Köprübaşı Edebiyat Dergisi için kaleme almıştım. Bu hafta, kıymetli köşemin okurlarının da bu satırları okumasını istedim. Bu nedenle yazımı burada da paylaşıyor, hepinize keyifli okumalar diliyorum. 

“Kültür dediğimiz şey, yalnızca ansiklopedilerin soğuk sayfalarında duran bir bilgi yığını değildir. O, evimizin eşiğinde duran ayakkabıların tertibinden, bayram sabahı kapı tokmağına bırakılan şeker kâsesine kadar hayatın içinden süzülüp gelen, canlı ve sıcak bir nehirdir.
Gelenek ve göreneklerimiz ise o nehrin yatağıdır; yol gösterir, yön verir, bizi biz yapan çizgiyi korur.

Peki neden böyle bir giriş yaptım?
Anlatayım efendim… Okumakta olduğunuz Köprübaşı Edebiyat Dergisi’nin yayın kurulu, bu sayıda “Geleneklerimiz” başlığı üzerine yazmamızı talep etti. Konu tarafıma iletildiğinde içimdeki sevinç güvercinleri birden havalandı. Çünkü “gelenek” ve “görenek” kavramları, bizi biz yapan değerlerin ta kendisidir.

Bu iki sihirli kelime üzerine yazılacak o kadar çok şey var ki…

Modernleşme ve küreselleşme elbette yaşamımızı değiştirdi. Göçle büyüyen şehirler, dijitalleşen gündelik hayat, hızla yenilenen alışkanlıklar… Kıyafetlerimizde feraceden pardösüye, yemeniden şapkaya uzanan bir dönüşüm; eğlence anlayışımızda meydanlarda halk oyunu figürlerinden çevrim içi listelere doğru bir kayış… Evet, görünüş değişti. Ama maharet, özün yerinde kalmasında.

İşte o öz: Aile büyüklerine saygı, komşuya “bir kap” paylaşmak, misafire ikramda kusur etmemek. Bayram sabahı el öpmek, göz göze gülümsemek. Düğünde davul-zurna eşliğinde halaya durmak, kınada avuç içini “yakut rengine” boyamak, taziyede omuz verip bir lokma sıcak çorbayı paylaşmak. İmece usulü bağ bozumu, ahilikten miras “dürüst kazanç”, aşure kazanının çevresinde çoğalan bereket… Türkülerimizin uzun havası, mani söyleyen ninelerimizin incelikli dili… Bunlar değişmedi; değişmemesi de gerekir.

Kültürel miras, geçmişle gelecek arasında kurulmuş sağlam bir köprüdür. O köprünün taşları tek tek şunlardır:

  • Kimlik: “Nerelisin?” sorusuna yalnızca bir ilçe adıyla değil, bir yemek, bir türkü, bir adetle cevap verebilmek.
  • Dayanışma: İyilikte yarışmak; düğünde sevinci, afette yükü,cenazede acıyı bölüşmek.
  • Cazibe: Yöresel lezzetler, el sanatları, halk oyunlarıyla hem gönülleri hem şehirlerimizi canlandıran bir turizm çekimi oluşturmak.

Bugün değişen dünyanın rüzgârına karşı köklerimizi daha sıkı sarmamız gerekiyor. Çünkü kültür, kullanılmadığında solan bir çiçek gibidir. 

Bayramlaşmayı tatile, komşuluğu sadece apartman WhatsApp grubuna, düğünü sırf bir salon “programına” indirgersek; anlam incelir, bağ zayıflar. 

Oysa biz biliyoruz: Bir sofranın etrafında toplanan aile, bir mahallenin tek yürek olup kaldırdığı omuz, bir türkünün nakaratında birleşen kalabalık—bütün bunlar bizi ayakta tutar.

Gelin, bazı küçük ama etkili adımlarla bu zenginliği diri tutalım:

  • Evde büyüklerin dilinden masal, menkıbe ve türkü eksik olmasın; çocuklar “neden böyle yaparız?” diye sorduğunda sabırla anlatalım.
  • Yerel derneklerin, belediyelerin halk oyunları, ebru, hat, bağlama kurslarını takip edip gençlere yön gösterelim.
  • Düğün, kına, asker uğurlaması gibi törenlerimizde gösterişe değil, anlama yaslanalım; ritüelin ruhunu koruyalım.
  • Yöresel yemek tariflerini dijitalde arşivleyelim, aile reçetelerini yitirmeyelim.
  • Bayramları “deniz-kum”dan ibaret görmeyip, birleştirici yüzünü—ziyaret, helalleşme, gönül alma—öne çıkaralım.

Unutmayalım: Kültür, yalnızca geçmişin hatırası değil, yarının pusulasıdır

Geleneklerimizi bugünün diliyle yaşayabildiğimiz ölçüde, çocuklarımızın gözünde parlayan o ilham kıvılcımını büyütebiliriz.

Son söz: Köklerimizi gençlere emanet etmek, onlara sadece “ne”yi değil “neden”i de anlatmakla mümkün. Onları yanımıza alıp bayram ziyaretine götürelim, bir halayın ilk adımını gösterelim, bir türkünün hikâyesini fısıldayalım. Çünkü bir milletin geleceği, kültürünü yaşayarak öğrenen çocukların avuçlarında filizlenir. “

Köklerimizi rüzgâra bırakmayalım; gölgesinde serinleyeceğimiz o ulu ağacı hep birlikte büyütelim.

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *