BÜYÜK FETİH

İstanbul’un fethinin 560. yıldönümünü kutluyoruz. İstanbul’un fethi sıradan bir macera hareketi değildir. Bu fethi, büyük ideallerin vasıl olduğu bir sonuç olarak görüyorum.

Türk destan kahramanı Oğuz Han, ‘’Bu denizler, bu ırmaklar bize yetmez! Daha deniz, daha ırmak istiyoruz! Yurdumuzu öğlesine genişletelim ki gök kubbesi ona çadır, güneş de bayrak olsun!’’ demiştir. Oğuz Han, yüce Türk milletine Karadeniz ve Akdeniz ufuklarını hedef göstermiştir. Türkler, Karadeniz’in kuzeyinden akın akın balkanlara gelmiştir.

İstanbul’un fethi, İslam dünyasının da idealiydi. Hz. Muhammed,’’İstanbul elbette fetholunacaktır! Onu fethedecek emir ne ulu emir ve onun askerleri, ne mübarek askerdir.’’buyurmuştu. Müslüman olmadan önce Türkler ve Müslüman olmalarına rağmen Araplar İstanbul’u birçok defe kuşatmışlar; ama alamamışlardır. Kader kalın bir çizgiyle yazmıştır ki, Türkler Müslüman olsun, Türk kanıyla İslam imanı birleşsin ve İstanbul ebediyen Türk yurdu olarak kalsın.

Fatih'in, "Ya ben İstanbul'u alırım ya da İstanbul beni alır!" sözü Fatih’in, şahsında Türk’ün azim ve kararlığını gösteren güzel bir örnektir.

Sultan Fatih, İstanbul'un fethine karar verdiğinde o zamanki başkent Edirne'de, İstanbul'un aşılamaz olarak bilinen surlarını yerle bir edebilmek için o güne kadar görülmemiş büyüklükteki, şahi olarak bilinen topları döktürmüştü. Fatih, ayrıca, hazırlanmakta olan bu topların yanı sıra, Bizans'a denizden gelebilecek yardımları engellemek için Yıldırım Bayezid tarafından inşa edilmiş olan Anadolu Hisarı'nın karşısına Rumeli Hisarı'nı yaptırdı.

Sultan Fatih, Rumeli Hisarı'nı inşa ettirmenin yanı sıra bir de donanma kurdurmuştu. Ordusunu İstanbul civarında toplamış; bu arada, Doğu Roma İmparatorluğuna yardım göndermelerini önlemek amacıyla bazı Balkan devletlerine ordular göndererek, gelebilecek yardımları önleme, yardım yollamayı düşünenlere ise gözdağı verme yoluna gitmiştir.

Uzun süren çarpışmalar sonucunda Ulubatlı Hasan adındaki bir yeniçeri, aldığı çok sayıdaki ok darbesine rağmen hayatta kalarak, Alahuekber nidalarıyla, Osmanlı sancağını burçlara dikmiş, bununla ateşlenen Osmanlı ordusu 29 Mayıs 1453'te İstanbul'un surlarını aşmıştı.       

İstanbul’un kapılarını tekbir sedalarıyla açan Fatih ve ordusu, Hz. Muhammed’in müjdesine nail olmuştur. Fatih Sultan Mehmet, sıradan bir hükümdar değil, bir milli kahramandır.

Bu fetihten sonra Osmanlı Devleti İmparatorluk olmuş, henüz 21 yaşında olan Sultan II. Mehmed, fatih unvanını da alarak Fatih Sultan Mehmed olarak anılmaya başlanmıştır. Tarihteki en önemli devletlerden olan Doğu Roma İmparatorluğu böylelikle sona ermiştir. İstanbul fetih edildikten sonra Orta Çağ kapanmış ve 1789 Fransız İhtilalı’na kadar sürecek olan Yeni Çağ başlamıştır.    

Sultan Fatih, köpükten beyaz atıyla, büyük bir tevazuuyla İstanbul şehrine girmiş ve farklı inançlara sahip olanların inamlarının gereği gibi yaşayacaklarının garantisini vermiştir. Osmanlı devleti, bu politikasını içinde barındırdığı bütün milletler için uygulamıştır. Eğer öyle olmasaydı, dört yüz  yıl Osmanlı egemenliğinde kalan, Yunan, Bulgar, Sırp vb. milletler benliklerini koruyamaz ve tarihin tozlu sayfalarında yok olup giderlerdi. Bu milletin evlatları, yaratılanı yaratandan ötürü sevmiş ve yetmiş iki milleti bir gözle görmüştür.

Bu milletin bağrından, nice kahramanlar çıkmıştır. Bunun en canlı şahidi tarihtir. Onlar için, söz konusu vatan olduğunda gerisi hep teferruat olmuştur. Türkoğlu, atasından aldığı işaretle, burçlara bayrak olmayı kendisi için ödül bilmiştir.  
YORUM EKLE