Çamur Dağının Kızı (16)

Zeynep, anası Kadrinur’dan erken kalktı yatağından. Kalkar kalkmaz da üşüdüğünü hissetti. Anasına baktı, kadıncağız dünden kalan yorgunluğun etkisiyle hala tatlı tatlı uyuyordu. Yavaşça üzerini giyindi. Ses çıkarmadan odanın kapısını açtı, mabeyine geçti. Ortada kurulu olan sobaya, geçen yıldan kalan tezeklerden koydu. Yaktı. Mabeyine tezek kokusu yayıldı. Kapının arkasında duran kovaları omuzlukla birlikte aldı, dış kapıyı yavaş yavaş açtı. Omuzluğun her iki tarafındaki zincirin ucundaki kancalara kovaları taktı. Hızlı adımlarla eve yüz elli iki yüz metre uzaklıktaki çeşmeye geldi. Çeşmenin lülesinden buz gibi akan sudan kovalarını doldurup eve geldi. Anasını sobanın başında ısınırken görünce:

-Niye kalktın ana? Ben mi uyandırdım seni?

-Yok kızım, kendim uyandım. Hala omuzlarım ve belim ağrıyor. Dün çok yorulduk. Bu tezek yapmaktan bir türlü kurtulamadık. Allah şu Rusların belasını versin, koskoca ormanı bir fidan bırakmadan kestiler. Anam anlatırdı ne orman vardı Çamur Dağının eteklerinde. Balta girmemiş ormandı, derdi rahmetli.

-Çok hainmiş Ruslar. Ne istediler ormanlardan?

-Ne istediler var mı kızım. Bizim askerlerden çok korktukları için kestiler ormanları. İçlerine Türk askeri gizlenip tuzak kurmasın diye Çamur Dağını adeta tıraşladılar. Yeni yeni bitmeye başladı ama kim bilir kaç senede büyüyüp de ağaç, orman olacak.

-Öyle ana, her ne ise bu kış için de tezeği yaptık. Yakacak sorunumuz olmayacak. 

-Bizim olmayacak da öğretmen Cemal ne yakacak. Tezek yakmasını da bilmez garibim.

-Öğretirim ona ana.

-Hop de, ne oluyor, evine gidip tezeğin nasıl yakıldığını mı göstereceksin ona?

-He ana, ne var bunda?

-Bir de ne var diye soruyor. Gören olursa ne der biliyor musun?

-Ne der?

-Sen ver cevabını. Öyle şey olmayacak, bizim evde nasıl yakılacağını gösterirsin.

-Ha bizim ev ha onun durduğu ev ne fark eder ana?

-Bir de soruyor. Hem ne oluyor, bu öğretmenle çok ilgilenmeye başladın.

-Kapı komşumuz değil mi ana? İnsan komşusuyla ilgilenmez mi ana?

-İlgilenir ama o bekar erkek sen de bekar kız.

-Eeee?

-Olmaz dedim.

-Senin dediğin olsun ana.

-Tabi benim dediğim olacak. Yoksa…

- “Yoksa” ne ana?

-Yoksa aranızda bir şey mi var?

-Sabah sabah sorduğun soruya bak ana, ne olabilir ki aramızda?

-Bundan sonra uzak duracaksın öğretmenden. 

-O nedenmiş ki ana?

-Sakın ola ki gönlünü kaptırmayasın.

-Niye ana, suç mu birini sevmek?

-Yok suç değil, bekar kızsın, günü geldiğinde evlenecek, çoluk çocuğa karışacaksın.

-Bu öğretmen Cemal olamaz mı?

-Olmaz.

-Neden?

-Bu köyden dışarıya kız verilmiyor, bilmiyor musun?

-Biliyorum, biliyorum da dışarıya kız vermiyorsunuz ki, öğretmen bu köyde oturmuyor mu?

-Bugün burada birkaç sene sonra kim bilir berede?

-Olsun ben de onunla giderim.

-Olmaz dedimse olmaz!

-Olacak ana olacak, kalktı anasının boynuna sarıldı, yanaklarından öptü, benim canım anam, ben seni bırakır mıyım? Evlensem de sen hep benimle olacaksın.

-Neyse kapatalım bu konuyu hayvanları al otlatmaya götür, ben de çoktandır ahırı temizlemedim. Ahırı süpüreyim, yıkanacak çamaşırlar var, onları yıkar, yemek yaparım.

-Olsun ana.

-Ha, babanın tabancasını al, belinde dursun.

-Neden ana? Ben silahı sevmiyorum.

-Sen yine de sevme. Tedbirli ol, huylusu var, huysuzu var, ipsizi var.

-Peki.

Xxx

-Zülfikar!

-Buyur baba.

-Atı güzelce tımar et, üzerinde bir toz bile kalmayacak. Eyerini vur.

-Hayırdır baba.

-Hayır hayır, bir hayır işimiz var.

-Peki baba.

Zülfikar, yarım saat içerisinde atı hazırladı. “Babam pek evden çıktığı görülmemiştir ama nereye gidecek acaba? Uzun bir yola gidecek ki, atı hazırla dedi bana.” 

-Baba at hazır. 

-İçeride bir çanta var onu al, sen de benimle geliyorsun.

“Nereye gideceğiz?” diye sormadan içeri girip çantayı alarak dışarı çıktı.

-Çamur Abbas’ın yanına gidiyoruz, onu bir ziyaret edelim.

-Olur baba. Ben de geliyor muyum?

-Geliyorsun, ben yaşlıyım, tek başıma gidemem.

Zülfikar’ın yardımı ile atı bindi. Dizginleri eline aldı. Çevirmeden çıktı. Az bir rampası olan köye yukarı atı sürdü. Arkadan gelen oğlu, babasının ne yapmak istediğini bir türlü çözemedi. Koca Çavuş Dede kim, Çamur Abbas kim? Babam nasıl böyle bir hata yapar. Koca Çavuş Dede’nin bir adı bir namı var. Sözü dinlenen, başı sıkışan insanlara öğütler veren Koca Çavuş Dede’nin Çamur Abbas ile ne işi olabilir ki?

Çamur Abbas, kahvehanede oğlu Hüsamettin, Bedrettin ve Kalas Halil’in oğlu Selim ile Çolak Mustafa’nın oğlu Bekir ile oturuyordu. Çemiş Hasan’ın kendisine yaptığını bir türlü hazmedemiyordu. Ayağa kalktı. O kalkınca diğerleri de ayaklandı.

-Oturun ulan, oturun.

Kahvehanenin içinde bir o yana bir bu yana gidip geliyordu. İki aydan fazladır beş kuruş para kazanamamıştı. Köylüler, Çemiş Hasan’ın kahvehanesini mekan tutmuşlardı. Bir şeyler yapmak gerekiyordu ama ne.

-Baba, dedi Bedrettin.

-Söyle.

-Çemiş Hasan’ın kahvehanesine giden köylüleri teker teker yakalayalım. Tehdit edelim. Bir daha giderseniz şu şu olacak diyelim. Korku verelim. 

-Nasıl tek tek yakalayacaksınız.

-Onu bize bırak baba.

-Benim asıl hesabım Çemiş Hasan ile. O kahvehanesini kapatmadıktan sonra bize ekmek yok.

-Kapatsa bile bize köyden gelen bundan sonra olmaz baba, dedi Hüsamettin.

-Doğru söylersin. Şu adamları göndermeyip Çemiş Hasan’ın üzerine salsaydık iyi olurdu. O da çözüm değil. En iyisi biz kahvehaneyi kapatalım.

Kapıda Koca Çavuş Dede’yi atın üzerinde görünce hızla dışarı çıktı. 

-Koca dedem, neden buraya kadar zahmet ettin, ben de içeride bizimkilerle sana gelmeyi konuşuyorduk. Ver elini öpeyim.

-Sağol Abbas.

-Hoş geldin, sefalar getirdin. Hele gel buyur, her ne kadar köylüler kahveme gelmiyorsa da sana kendi ellerimle güzel bir kahve yapayım.

-Sağol Abbas.

Kahvehaneye girdi. Gösterilen masaya oturdu. Zülfikar ise çanta elinde ayakta duruyordu. Çamur Abbas, her ne kadar oturması için ısrar ettiyse de oturmadı.

-Buyur dedem bir emrin mi var?

-Kul emir vermez Abbas, köylünün sana olan borcunu ödemeye geldim. Senetlerini getir.

Çamur Abbas şaşırdı. Oğullarına baktı. Şaşkınlığını gizleyemedi. Köylülerin kendisine borçlu olduğunu kim söylemişti Koca Çavuş Dede’ye? Şimdi o bana faizi de sorar. 

-Dedem o çulsuzların borçlarını vermek sana mı kaldı? Bırak nasıl aldılarsa öyle ödesinler.

-Ödeyemezlerse?

-Ödeyemezlerse toprakları var.

-Sen de tarlalarını borçlarına karşılık ellerinden alacaksın.

-Veremeyince ne yapayım dedem, para alırken yalvarıp yakarıyorlar, ödemeye gelince param yok diyorlar. Ben de veremeyince para karşılığındaki tarlasını alıyorum.

-Üstüne faizi de koyarak değil mi?

-Ona faiz denilmez dedem.

-Ya… Ne denir peki?

-Para kullanım hakkı.

-Konuyu uzatmaya gerek yok. Kaç kişinin sana borcu var?

-Kaç kişi, sekiz dedem.

-Çıkar senetleri. Topla kaç para ediyor.

Çamur Abbas, cebinden defterini çıkardı. İçine koyduğu senetleri masanın üzerine koydu. Ayrı ayrı senet tutarlarını topladı.

-Tamam, Zülfikar ver parayı. 

Senetlere tek tek bakan Koca Çavuş Dede:

-Şu Çemiş Hasan’ın senedi nerede.

-Onu dün akşam ödedi.

-Öyle mi? Helal olsun Çemiş Hasan’a. Sana daha fazla borçlu kalmak istemedi.

Yavaş yavaş ayağa kalktı. Kapıya yöneldi. Duraksadı. Geriye döndü.

-Sana nasihatimdir, aldığın tarlaları geri ver. Sana paralarını ödesinler, aldığın tarlaları geri ver. Bir de şu yanındakilere sahip ol, duyarım ki komşu kızlarına laf atarlar. Evlenmek istiyorlarsa namusu adabında evlensinler Çamur Abbas.

Kapıdan çıktı. Elindeki senetleri Zülfikar’a uzattı:

-Çantaya koy. 

Oğlunun yardımı ile atına bindi. Geldiği yoldan geri döndü arkasına bakmadan. Arkasından beş çift göz onu Çakır kıranını aşana kadar takip etti. Çamur Abbas aldığı paralar hala elindeydi. Oğulları ile diğerleri paralara alıcı göz ile bakıyorlardı. 

-Ne bakıyorsunuz ulan, adam bizi kötünün kötüsü yapıp gitti. 

Xxx

Köylüler yağmur yağmaması için dua ediyorlardı. Kışın yakacakları tezeğin güneşte kuruması gerekiyordu. Hayvan gübresi ve saman karışımı ile yapılan tezekler harmanlarda kurutuluyordu. Köyün bütün harmanlarında tezek vardı. Önceden yapanlar şanslıydı. Hemen hemen kurumak üzereydi. Çamur Dağından her sabah köyün üzerine doğan güneş onların yüzünü güldürüyordu. Birkaç gün daha deyip bekliyorlardı. 

-Kadrinur ana ben tezeği burada gördüm. Bizde hep odun kullanılır.

-Ruslar gelmeden önce de bizimkiler odun kullanırdı. O orman katilleri hep kestiler ormanımızı. Her onların adı geçtikçe lanet okuyorum onlara.

-Nasıl millet bunlar, ormandan ne istiyorsunuz. Madem Türk askerinden korkuyordunuz ülkemizde ne işiniz vardı değil mi ana?

-Öyle evladım. Sen şimdi onu bırak da sen ne yapacaksın. Tezek yakmasını biliyor musun?

-Nereden bileyim ana, ne diyorum ben tezeği ilk kez burada gördüm. Hem yapılışı da çok kötü. Şu ayaklarınızla çiğnemeniz yok mu insanın midesini bulandırıyor. Üzerinize o sinen koku nasıl geçiyor. 

-Biz alıştık oğul. Yıllardır aynı işi her yılın bu aylarında yaparız.

(Devamı var)

YORUM EKLE