Çamur Dağının Kızı (28)

Muhtar İsmail’in sert çıkışı kahvehanede suskunluğa neden oldu. Kimse konuşmuyor, önlerinde duran çayları bile içmiyorlardı. Gogoçların geveze köpeği durmadan ürüyor, biraz uzak da olsa havlaması kahvehaneye kadar geliyordu.

Çolak Mustafa, yerinden doğruldu. Dikkatler ona çevrildi. Herkesin gözü onun üzerindeydi. Ayağa kalktı. Herkes çıkıp gidecek sandılar.

-Muhtar!

Kahvehaneye geldi geleli ilk kez konuştu. Bu kez sandalyeler ona doğru çevrildi. Köylüler Çolak Mustafa’nın ne diyeceğini merak etmeye başladı.

-Söyle Çolak.

-Topal Şakir, ne derse haklıdır. Ben iyi bir evlat yetiştiremedim. Evladımı yetiştireceğim yaşta Topal Şakir ile askere gittik. Bu vatanın kurtarılmasında o ayrı cephede ben ayrı cephede savaştık. Ölmedik. Vatanımızı düşmandan kurtarırken ben kolumu kaybettim, Şakir ise ayağına aldığı mermiden dolayı topal kaldı. Onun için bana Çolak Mustafa ona da Topal Şakir dediler. Belki çocuğumun başında olsaydım, bu durumlara düşmezdi. Ben evladımın öldürülmesinden kat be kat Topal Şakir’in kızının kendisini asmasına üzüldüm. Çocuğumun yasını bile yaşayamadım. Onun için Topal Şakir’e hak veriyorum. Böyle olmasını ben asla istemedim. Benim söyleyeceklerim bu kadar muhtar. Topal Şakir beni bağışlar bağışlamaz bilemiyorum. Bağışlamasa da haklıdır. Hepinize iyi akşamlar.

-Otur Çolak, bir yere gitmiyorsun.

-İstenilmeyen yerde durmak olmaz muhtar.

Gözler bu kez Topal Şakir’e çevrildi. Ne söyleyecekti? Muhtar İsmail ile göz göze geldi. Kalas Halil ise hiç konuşmuyordu. Köylüler bir muhtara bakıyor, bir Topal Şakir’e bir Çolak Mustafa’ya bir de Kalas Halil’e.

-Sen ne dersin Kalas Halil, sen bir şey söylemeyecek misin?

Kalas Halil, oturduğu yerden kalktı. İbrikteki suyun kaynaması ile birlikte taşan su sobanın üzerine aktı. Buharlaşıp havaya uçtu. Kalas Halil önce taşan suya daha sonra da Topal Şakir’e baktı. 

-Ben Topal Şakir ile askere gitmedim. O konuda bir şey diyemem muhtar. Çolak’ın söylediği diğer sözlerine aynen katılıyorum. Onun dışında söyleyecek başka bir sözüm yok. Ben de evladımın ölümünden çok Topal Şakir’in kızının ölümüne üzüldüm. Ne deyim. Çolak Mustafa’nın da benim de ata olarak bir günahımız yok. Topal Şakir bizimle konuşmasa da bir şey demem. Takdir onundur. Bizim çocuklar ahlaksız çıktı ne deyim. Belalarını buldular ama herkesin sevdiği bir kızın ölümüne sebep oldular. 

Çemiş Hasan, soba üzerinde kaynayan suyu aldı. Götürüp çay kazanına boşalttı. Yeniden su doldurup sobanın üzerine koydu.

-Çay demleyeyim mi muhtar?

-Para kazanmak istemiyor musun, bu kadar millet boşuna mı oturuyor? Demle, daha konuşacaklarımız var. Değil mi Topal Şakir?

Topal Şakir, sağ elini ağzına götürmüş, pala bıyıklarını tutuyordu. Çolak Mustafa ile Kalas Halil’den sonra onun ne söyleyeceğini merak ediyordu köylüler.

-Değil mi Topal Şakir? diye sorusunu yineledi muhtar İsmail.

-İçeriz muhtar!

Yavaş yavaş ayağa kalktı elini sakat sağ ayağını tutarak. 

-Ben ayağa kalktığımda bacağım daha çok ağrıyor muhtar. Ben de biliyorum Çolak Mustafa ile Kalas Halil’in suçu olmadığını ama Allah düşmanıma vermesin evlat acısını.

Kahvedekiler hep bir ağızdan

“Amin” dediler.

-Ben kızımın feci şekilde ölmesine üzülüyorum. Böyle bir acıya yürek dayanmaz muhtar. Böyle bir acıya yürek dayanmaz komşular. 

Köylüler “doğru, doğru, doğru” diyerek Topal Şakir’i onayladılar.

-Ne deyim muhtar ne deyim köylüler? Ne dememi bekliyorsunuz. Hepimiz komşuyuz, hepimiz aynı köyde yaşıyoruz. Hepimiz aynı çeşmeden su alıyoruz. Çolak Mustafa da komşumdur Kalas Halil de. Onların bir suçu yok.

Kahvehaneyi bu kez alkış tufanı kapladı. Çolak Mustafa ile Kalas Halil oturdukları yerden kalktılar, Topal Şakir’in yanına geldiler. O da ayağa kalktı. Çolak Mustafa tek kolu ile sarıldı Topal Şakir’e. Bir süre öyle kaldıktan sonra ayrıldılar. Kalas Halil de sarıldı. Artık Çamur köyünde birbirine küs olan kalmamıştı. Bundan da en çok seviyen Muhtar İsmail oldu. Tam zamanı deyip:

-Avara kasnaklar, seçim yaklaşıyor, yeniden aday olayım mı?

-Yetmedi mi? diye sordu Çamur Abbas.

-Sen sus, kapatırım kahvehaneyi.

-Kapatamazsın muhtar, tapu gibi ruhsatımız var, değil mi Çemiş Hasan?

-Evet. 

-Sen bu işi iyi yapıyorsun muhtar, her bir sorunumuzu çözüyorsun. Şu sulama suyunu da çare bulursan.

-Yapıyoruz havuzu merak etmeyin değil mi Osman usta?

-Evet. Yumurtaların beyazı benim sarıları köyün çocuklarının.

Xxx

Çeşminaz, ağaç peykeniz üzerinde oturan ve şişleri ile yün çorap dokuyan anası Aliye’nin yanına geldi. Yavaş yavaş başını anasının dizleri üzerine koydu. Gaz lambasına gözü ilişti. Lambanın camı islenmişti. Silinmesi gerekiyordu. Aliye ana, bir süre ördüğü çorabı elinde tuttu, kenara bıraktı. Kızının saçlarını okşamaya başladı. 

-Ben de genç iken simsiyah saçlarım vardı ama şimdi akak oldu.

-Olgunluktandır ana.

-Olgunluktan mı yaşlılıktan mı bilemem benim güzel kızım.

-Daha dur bakalım ana, yaşın daha ne ki?

-Hayat yıprattı bizi kızım. Çocukluktan beri hayatım çalışmakla geçti. Baba evinde de öyle koca evinde de.

-Benim de öyle mi olacak ana?

-Umarım rahat edersin kızım.

-Zeynep rahat edecek.

-Anlamadım, hangi Zeynep?

-Hani şu komşumuz var ya ana kız.

-Ha onlar mı?

-Evet.

-Nereden biliyorsun rahat edeceğini?

Ben ne yaptım, dedi kendi kendine. Ağabeysine söz vermişti kimseye söylemeyecek diye. Ben ne yaptım?

-Ne biliyorsun Zeynep’in rahat edeceğini?

-Öylesine dedim ana, güzel kız da ondan öyle söyledim.

-Senden de güzel mi?

-Güzel ana, bu köyün kızları birbirinden güzeller. 

-Ya suyundandır ya da toprağından.

-Öyle ana. Buranın kızları hep bu köydeki gençlerle evleniyorlar.

-Nasıl yani?

-Dışarıya bu köyden kız vermiyorlarmış.

-Allah Allah olur mu öyle şey?

-Töreymiş ana töre.

-İnşallah ağabeyin bu köyden bir kıza gönlünü kaptırmaz.

Çeşminaz boş bulundu.

-Kaptırdı ana kaptırdı.

-Ne dedin sen?

İkinci kez kendini tutamadı. Ne yaptım yine? Şimdi daha yakamı bırakmaz anacığım.

-Söyle ne dedin?

Başını anasının dizinden kaldırdı, doğruldu. Anasının örerken elinden bıraktığı çorabı aldı.

-Babama mı örüyorsun abime mi?

-Sözü değiştirme, söyle abin kime kaptırdı gönlünü?

-Ne abisi ne gönül kaptırması ana, ben öyle bir şey demedim.

-Dedin dedin, söyle kime kaptırdı gönlünü?

Çeşminaz, toparlamaya çalıştıkça, abisi ile konuştuklarını bir bir anası ağzından alıyordu.

-Kime olacak ana Zeynep’e.

-Zeynep’e… Hangi Zeynep’e?

-Komşumuz Zeynep’e. Allah’tan çok güzel kız. Abime de yakışır.

-Ver şu çorabı, kafamı dağıttın.

-Bir gün gelecek evlenecek değil mi abim?

-Evlenmesini dar gözle bekliyorsun ki, sana da sıra gelsin. Acele etme sana da bir gün sıra gelir.

-Ondan değil ana. Abim evlenirse rahat eder, hiç değilse okuldan geldiğinde yemeği hazır olur. Giydiği giysiler de temiz olur ana.

-Orası öyle.

-Abim bana söyledi kimseye söyleme diye ana, sen babama aç konuyu, böyle güzel ve güzel olduğu kadar hamarat olan kızın taliplisi çok olur.

-Doğru dersin de kızım baksana köyden dışarı kız vermiyorlar diyorsun.

-Öyle de ana abim burada çalışıyor, buralı sayılır.

-Sayılır mı acaba?

-Sayılır sayılır. Sen babam geldiğinde onunla konuş, ben haber veririm Kadrinur anaya, “Hayırlı bir iş için geleceğiz” diye.

-Dur hele kızım bu ne acele? Yoksa sen de bu köylü bir delikanlıya mı gönül verdin?

-Yok daha neler?

Kapı çalındı. Gelen Osman ustaydı. İçeri girer girmez ellerini sobaya tuttu. 

-Çok soğuk. Bu köy bizim köyden soğuk hanım.

-Öyle, akşamdan beri soba yanıyor.

-Cemal yattı mı?

-Sesi çıkmadığına göre yatmıştır. Sen de bu kadar oturma kahvehanede. Akşam olmadan kahvehaneye gittin. Baksana ne zaman oldu. 

-Kahvehanede neler oldu neler.

Osman usta kahvehanede yaşananları anlattı. Ana kız merakla dinlediler. Her ikisi de:

-Kıza yazık oldu, dediler.

-Doğru kıza yazık oldu. Ben yatacağım. 

-Biz de yatacağız bey. 

Sabahın ilk ışıkları ile uyananlar köyün karla kaplı olduğunu gördüler. Gece yarısı başlayan kar yağışı aralıksız devam ediyordu. Kar kalınlığı giderek artıyordu. Aliye ana, her sabah olduğu gibi Cemal’e kahvaltı hazırlamak için erken kalkıyordu, bu sabahta öyle yaptı. Erkenden kalktı. İlk işi sobayı yakmak oldu. Su dolu çaydanlığı sobanın üzerine koydu. Küçük bir cezveye koyduğu yumurtayı da pişsin diye sobanın üzerine bıraktı. Çay dem alıncaya, yumurta pişinceye kadar oğlunun kahvaltı sofrasını hazırladı. Odasından çıkan Cemal, kahvaltının hazır olduğunu görünce anasına sarıldı.

-Günaydın anacığım.

-Günaydın benim yakışıklı oğlum.

-Çok değil mi bu kahvaltı?

-Ne çoğu uşağım, öğlene kadar çene patlatıyorsun okulda, güzelce karnını doyur. Okula giderken de sağa sola bakma.

-O nedenmiş ana?

-Sağ sol güzel kızlarla dolu, varır birine gönlünü kaptırır, on torba toprağı taşımak zorunda kalırsın.

-Olsun ana, insan sevdiği için ölümü bile göze alır.

-Allah korusun. Sen yine de benim dediklerimi unutma. Pantolonunu çorapların içine koy, çok kar yağdı, hala da yağıyor.

-Tamam ana ben on yaşında değilim.

-Sen hala on yaşındasın. 

-Eline sağlık ana, ben çıkıyorum, çocuklar şimdi gelirler. Sobaları yakmam lazım, üşümesinler.

-Selametle oğul.  

(Devamı var)

YORUM EKLE