Öğlene doğru duran kar yağışının kalınlığı otuz santimetreyi buldu. Toprak damlı evlerin damlarından karlar kürek ve tapanlarla atılıyordu. Damlardan atılan karlar köyün içindeki kar kalınlığını daha da artırıyordu. Muhtar İsmail, bekçiye:
-Çık bağır, herkes küreklerini alıp yol çalışmasına gelsin. Köyün içindeki yollar açılacak.
-Hemen muhtarım.
Bekçi Osman, kar kalınlığına bakmadan köyün en başından en aşağısına kadar tüm sokakları karları yara yara dolaştı. “Duyduk duymadık demeyin. Muhtarın emridir. Köyün erkekleri küreklerini alarak Gogoçların harmanında toplansın. Duyduk duymadık demeyin.”
Çamur Abbas’ın kahvehanesinde evinden çıkıp gelenler:
-Bu muhtarın da işi yok. Kar daha yeni durdu. Damları yeni kürüdük, diyerek mırıldandılar.
Çemiş Hasan:
-Yapacak bir şey yok. Sizler burada keyifli keyifli otururken çocuklar okula nasıl gidip gelecekler. Haydin bakalım herkes küreklerini alsın toplanalım Gogoçların harmanında.
Öyle de yaptılar. Ellerinde küreklerle Gogoçların harmanında toplandılar. Muhtar, bekçi Osman ile en önce geldi.
-Muhtar, bırakmadın Çamur Abbas’ın kahvehanesinde kışın keyfini çıkaralım.
-Çıkarırsınız avara kasnaklar. Şimdi buradan okula kadar yolu açıyoruz. Dönüşte ara sokaklar da açılacak.
-Okula kadar açalım da ara sokakları, sokaklarda evi olanlar açsın.
-Olmaz, birbirimize yardımcı olacağız. Buradan okula kadar açıp, ara sokakları da temizledikten sonra, kalan yolların hepsi açılacak.
İtiraz edemedi köylüler. Bölüm bölüm okula kadar yolu açtılar. Dönüşte de ara sokaklar.
Akşama kadar köyün ana yolu ile sokaklar kardan temizlendi. Köylüler yorgun yorgun Çamur Abbas’ın kahvehanesine kendilerini attılar.
-Bu muhtarı bir daha seçmeyelim, dedi Şalak Hamdi.
-Seçmeyelim.
-Ben bir daha oy vermem.
-Ben de.
-Ben de.
“Ben de”ler arttıkça arttı.
-Size iş yapmayan muhtar lazım anlaşılan avara kasnaklar. Alıştınız yatmaya. Muhtarın söylemesine gerek var mı, kendi kendinize toplanıp da yolları temizlerdiniz. İlla ki size birisi bir şey diyecek, dedi Çemiş Hasan.
-Bırak bize akıl vermeyi de çaylarımızı tazele, dedi Hocalların Kamil.
Xxx
Aliye ana, kocası ile yatacakları odaya çekildiler. Mabeyinde yanan büyük soba onların da odasını ısıtmıştı. Odanın kapısını kapattılar.
-Ser yatağı da ısınsın hanım.
-Üşüdün mü?
-Yok üşümedim ama açarsan ısınır.
-Sereceğim de seninle bir şey konuşacağım.
-Hayırdır hanım, çocukların yanında niye söylemedin?
-Çocuklarla ilgili de onun için söylemedim.
-Ne oldu, merakta bırakma insanı.
-Cemal…
-Ne oldu Cemal’e kötü bir şey mi yaptı? Benim oğlum kötü bir şey yapmaz.
-Kötü bir şey değil de…
-Getirsene sözün devamını, neden merakta bırakıyorsun?
-Cemal, Zeynep var ya…
-Hangi Zeynep?
-Komşumuz ana kız var ya bitişikte. Zeynep’le gönül ilişkisi var.
-Kim dedi sana?
-Çeşminaz dedi.
-Çeşminaz nereden biliyor?
-Abisiyle konuşurken, ağzından kaçırmış Cemal.
-İyi, ne kadar güzel. Torun sahibi olacağız. Haber ver bir akşam gidip isteyelim.
-Bu acelen niye ki?
-Bundan daha güzel bir şey olur mu hanım?
-Güzel olmasına güzel de bir sorun var.
-Sorun mu? Kızı gördüm. Güzel kız. Hamarat da.
-Orası öyle herif.
-E, daha ne var?
-Bu köyden dışarıya kız vermiyorlar.
-Ne demek vermiyorlar?
-Töreymiş.
-Böyle töre mi olur hanım?
-Buranın kızları bizim güveç dediğimiz onların ise ‘gudu’ dedikleri toprak kaplar yapıyorlar. Kızları başka köye verirlerse başka köylüler de öğrenirler diye vermiyorlar.
-Olmaz öyle şey.
-İki şartları varmış illa da sevenler birbirinden ayrılmazlarsa.
-Ne imiş?
Aliye kadın Osman ustaya köyün töresini baştan sona kadar anlattı. Dikkatle dinleyen Osman usta:
-İyi benim oğlum en az bu köyde üç yıl öğretmenlik yapar.
-Cemal’in Zeynep’i sevdiği yayılırsa amirleri tutmaz onu bu köyde.
-O zaman taşısın on torba toprağı.
-Sen ne diyorsun bey, on torba toprak bir günde taşınır mı sırtta?
-Taşınır, benim oğlum taşır.
-Öğretmenlik mesleği zedelenmez mi bey?
-O da var. Öğrencileri öğretmenlerinin sırtında toprak taşıdığını görürlerse, itibarı sarsılır. E ne yapacağız öyleyse?
-Biz kızı isteyelim, bakalım bize ne diyecekler?
-Doğru dersin. Yarın akşam ailece bu konuyu konuşalım.
-Tamam.
-Hadi ser yatağı, torun sahibi olacağız hanım torun sahibi.
-İnşallah bey.
Xxx
Çeşminaz ile abisi de mabeyinde çay içmeyi sürdürdüler. Cemal, sobaya yakın bulunan masanın üzerinde derslerine hazırlanıyordu. Çeşminaz, biten çayını doldurdu. Cemal, başını kaldırmadan “sağ ol” dedi. Abisini dikkatle izleyen Çeşminaz, bir an önde ders hazırlığını bitirmesini bekliyordu. Fazla sabredemedi.
-Abi, dedi. Cemal, işine o kadar kendini vermişti ki, kız kardeşini duymadı bile.
-Abi, az başını kaldır da bir şey söyleyeceğim.
-Söyle, dinliyorum.
-Az baksana bana.
Cemal, başını kaldırdı, kurşun kalemi elinden bıraktı.
-Söyle bakayım, abi, abi deyip duruyorsun.
-Kızmayacaksın ama.
-Kızım, niye kızayım, söyle bakayım, ne diyeceksin?
-Ben senin Zeynep’e gönül verdiğini ağzımdan kaçırarak anama söyledim.
-Ne dedin ne dedin, anama mı söyledin?
-Kızma ama söyledim. Ağzımdan kaçtı.
-Kızmadım, niye kızayım ki eninde sonunda duyacaklardı.
-Kızmadın değil mi?
-Yok yok kızmadım, dedi ve az önce bıraktığı kalemi eline alıp tam yazacaktı ki,
-Bir şey daha var.
-Yine ne var, bırakmayacaksın beni, keşke odama geçseydim.
-Korkuyorum söylemeye, senden başkasına da söyleyemem.
-Hem korkuyorsun söylemeye hem de benden başkasına söyleyemezmişsin, söyle neymiş korkarak söyleyeceğin.
-Kızacaksın.
-Kızmam kızım, sinirlenmeye başladım.
Oturduğu peykenin üzerinden kalktı, geldi abisinin elini tuttu. Bir süre abisine baktı.
-Hadi söyle.
-Şey… Nasıl söylesem?... Muhtar var ya?
-Var.
-Onun oğlu Ömer de var.
-Var biliyorum… Yoksa?
-Evet abi.
-Sen muhtarın oğlu Ömer’i mi seviyorsun yoksa.
Yüzü kızardı. Sırtından aşağı sıcak sıcak terlerin aktığını hissetti. Abisinin tuttuğu elini bıraktı. Geri geri kalktığı peykenin üzerine oturdu. Ellerini birleştirerek bacaklarının arasına koydu.
-He abi, diyebildi.
-Bak sen, büyümüş de birini sevmeye başlamış.
-Deme öyle abi.
-Peki o da seni seviyor mu?
-Bilmiyorum abi.
-Kızım belki köyde sevdiği biri vardır. Bilmeden etmeden birine nasıl gönül verirsin?
-Ne bileyim abi. Yolda birkaç kez karşılaştık. Bana hep dikkatlice baktı, her seferinde de “merhaba” dedi.
-Her merhaba diyene gönül mü verilir kızım?
-Sen öğrenirsin birini sevip sevmediğini, gönlünü verdiği biri var mı diye.
-Tamam tamam öğrenirim. Şimdi beni rahat bırak da hazırlanayım.
-Anam sobanı yaktı. Çayını da içtin. Ben de yatacağım. Kalk git odana.
-Bak sen. Yatıp hayaller kuracaksın değil mi?
-Sen öyle mi ediyorsun?
-Bilmem belki de.
Kendine ait olanları toplayıp odasına geçti. Çeşminaz, yatağını serdi. Evin en sıçak yerinde o yatıyordu. Gaz kokusunu koklamamak için lambayı üfleyerek söndürdü. Yatağına girdi. Acaba abisi öğrenebilecek mi? Öğrenir neden öğrenmesin. Tahsillidir benim abim ne yapar yapar Ömer’in ağzından lafı alır. Ama sanmıyorum birini sevdiğini. Birini sevmiş olsaydı bana öyle bakmazdı. Çok anlamlı bakıyor yüzüme. Sanki “seni seviyorum Çeşminaz” dercesine.
Gece ilerledikçe uluyan kurtların sesi de daha yakından geliyordu. Onların ulumasına geceleri hiç susmayan Gogoçların geveze köpeği cevap veriyordu. Bizim köyde geceleri kurt uluması hiç duymadım, dedi kendi kendine. Nasıl bir köy burası. Hüsna’nın anlatılan öyküsü bir türlü aklından çıkmıyordu. Genç yaşta namusunu iki serseri kirletti. O da her ikisini geberterek intikamını aldı. Alnına sürülen kara lekeyi ise kendini asarak temizledi. Köyün de en güzel kızıymış. Yazık oldu. Dışarıya da kız vermiyorlarmış. Birbirlerini seven nice gençleri ayırmışlar. Baksana sevgilisine kavuşmak için can verenler bile olmuş. Sevgilisi uğruna can vermek. Acaba Ömer de beni bu kadar çok sever mi? Benim ki de hayalden başka bir şey değil. Ya abim? Anam, mutlaka babama söylemiştir. Bari abim benim için anama bir şey söylemese. Babam da duyarsa çok kızar, bir daha bu köye beni getirmezler. Getirmezlerse de Ömer’i göremem. Ben Ömer’e gönlümü verdim. Sevda bu olsa gerek. Ben onu düşünmekten nasıl uyuyacağım? Abim bir an önce öğrense bari.
Gözlerine bir türlü uyku girmiyordu. Ömer’i düşündükçe uykusu kaçıyordu. Sağ kolundan sol kolunun üzerine döndü. Bekledi. Yine uykusu gelmedi. Anası ile babası yatmışlardı, odalarından ses gelmiyordu. Abisinin odasına açılan kapıdan gaz lambasının ışığı sızıyordu. Hala hazırlanıyordu. Öğretmenlik bu kadar zor mu acaba? Gündüz okulda, okuldan sonra kursta, akşam da yarınki derslere hazırlanma. Abimin işi gerçekten çok zor. Kankana Yaylasında hayvan otlatmak abimin işinden daha kolay. Tarla biçmek, ekin ekmek, harman sürmek. Bizim işimiz abimin işinden gerçekten kolay.
Yattığı mabeyin kapkaranlıktı. Keşke lambayı söndürmeseydim. Uyurum diye söndürdüm ama bir türlü uyku tutmuyor. Şu kurt ulumaları da nereden çıktı. Karın yağışını beklediler. Aç kaldı hayvanlar besbelli. Bari köyün içine inmeseler. İnsan yer bunlar.
Tekrar sağ kolunun üzerine döndü yatağın içinde.
(Devamı var)