Çamur Dağının Kızı (34)

Günün gözü Çamur Dağından yavaş yavaş yükselirken Gogoçların harmanı gittikçe kalabalıklaşıyordu. Ahırından eşeğini çıkaran kadınlar önce güzelce tımar edip hayvanlarını temizlediler. Arpası bol yem torbalarını semerin bir kaşına takarak astılar. Akşamdan hazırladıkları yünden örülme heybelerini de semerin üzerine asıp sıkıca bağladılar. Kundakta bebeği olan kadınlar ve genç kızlar dışında otuz altı kadın ile kırk kadar çocuk da harmandaydılar. Çocukları heybelerin gözlerine özenle yerleştirdiler. Üşümesinler diye ağız ve burunlarını sardılar. Her şey hazır yola çıkma zamanıydı. Köyün erkekleri Çamur Abbas’ın kahvehanesinin önünde toplanmış kadınları meraklı gözlerle izliyordular. Muhtarın karısı Hayriye atın dizginlerini eline alarak: 

-De haydin bakalım, yolcu yolunda gerek.

Kahvehanenin önünden geçerken, kocaları sıkı sıkı tembihliyorlardı:

-Yüksekten konuşmayın.

-Valiyi kızdırmayın.

-Cemal öğretmenin tayinini durdurmadan gelmeyin.

-Akşama geç kalmayın.

-Bizleri merakta bırakmayın.

-Çocuklara dikkat edin.

-Çocukları üşütmeyin.

En önde Hayriye kadın, arkada diğer kadınlar, eşeklerin yularları ellerinde köyün çıkışına doğru yola koyuldular. En arkadan ise Çemiş Hasan’ın karısı ve diğer kadınlar gidiyordu. Erkekler hala arkalarından bağırırcasına konuşuyorlardı:

-Akşama geç kalmayın.

-Sakın kavga edersiniz. 

-Çocuklar hayvanlardan düşmesin.

-Yavaş yavaş gidin gelin.

-Hayvanların yularlarını bırakmayın.

Gövdelerinin yarısına kadar heybelerin içerisine gömülü olan çocukların biri bir yanda diğeri öte yandaydı. Heybenin içerisinde olan ayakları üşümüyordu. Onlar için böyle gidiş eğlenceye dönmüştü. 

Hayriye kadın, Koca Çavuş Dedenin evinin önüne gelince durdu. Koca Zülfiye Nene, onları elinde bastonu ile ayakta bekliyordu. 

-Beklettik mi nenem?

-Yok ben de yeni çıktım kapıya.

Koca Zülfiye Nene, oğlu Zülfikar’ın yardımı ile ata bindi. 

-Gidelim Hayriye.

Atın dizginleri Hayriye kadının elinde, yirmi kadar, kırk çocuğun bindiği eşekler ise arkada yola koyuldular. Vilayete varmak için iki saatlik bir yol yürüyeceklerdi. 

Kadınlar yürüdükçe ısındılar. Hava, şanslarından çok güzeldi bugün. Çalışkanlar köyüne gelinceye kadar yolun karla kaplı olmasından biraz sıkıntı çekmişlerdi ama, Çalışkanlar köyünden aşağı yol tam da istedikleri gibi yürünecek durumdaydı. 

Yolda salı pazarına gitmekte olan diğer köylüler onları görünce şaşkın gözlerle bakıyorlardı. Bu çocuklarla nereye gidiyordu bu kadınlar. Sonra hepsi kadın aralarında bir tek erkek bile yoktu. Nasıl şaşırmasınlar. Bir şey de sormaya cesaret edemiyorlardı. Yolda sıra sıra dizilmiş bir kervana benziyorlardı. Bu çocuklarla ne yapacaklar?

Yolda karşılaştıkları köylüler onlara yol veriyor, arkalarına takılıyorlardı. Kervan o kadar uzamıştı ki, görenler bu kadar insanın nereye gittiğini soruyordu kendi kendine. Çalışkanlar köyünden, köylülerin “Meraklı” lakabı taktıkları Zeliha, sabredemiyor, Çamur köylülerinin bu şekilde nereye gittiklerini merak ediyor, meraktan adeta çatlayacak gibiydi. Daha fazla dayanamadı, hızlı adımlarla, muhtarın karısının yanına geldi.

-Bacı, bağışla ama nereye gidiyorsunuz böyle çoluk çocuk, üstelik aranızda bir tane erkek de yok.

-Vilayete.

-Vilayete mi?

-Evet.

-Ya bu çocuklar?

-Onlar da.

-Niye ki bacı?

-Öğretmenimizin tayinini durdurmaya, hem sen neden bu kadar merak ediyorsun ki?

-Merak ettim bacı, bağışla.

-Tamam.

Bandırlak, köyünü geçtiler. Yol gittikçe daha da güzelleşiyordu. Şehpane’den Kostan Dağına vurdular. Tepeye vardıkça güneş her ne kadar ısıtıyorsa da yükseklikten kaynaklanan soğuk hava nefes kesiyordu. Zirveye çıkmadan durdular. Çocukların ağız ve burunlarını iyice sardılar. Tepeyi aşıp Alçakdere köyüne kadar geldiler. Daha bir saatlik yolları vardı. Durmak istemiyorlardı. Bir saatlik yol yormuştu onları ama dinlenmeye kalırlarsa geç kalacaklarını bu nedenle durmaksızın yola devam ettiler. Alansa’yı geçince Gümüşhane-Erzurum karayoluna kavuştular. Tek tük araç geçiyordu. Karayolu toz topraktı. Belli ki kar yağışı buraya kadar inmemişti. En çok sevindikleri ise on beş- yirmi dakikada bir aracın geçmesiydi. 

Gümüşhane’nin girişi olan Eskibağlar Mahallesine gelince rahatladılar. On- on beş dakika sonra Valiliğin önünde olacaklardı. Diğer köylerden kendilerine eklenen köylülerle birlikte şehrin ana caddesine girdiler. Caddede uzun bir kuyruk oluşturmaları kahvehanelerde bulunan vatandaşlar ve esnaflar tarafından merakla izleniyorlardı. Durmadılar, doğruca Valiliğin önüne geldiler. 

-Hayriye kadın hayvanlardan inmeyelim, Vali Paşa kabul etmezse boşa inmiş oluruz.

Bastonunu önüne aldı. Hükümet konağına göz gezdirdi. Konağın pencereleri dairelerde çalışanlarla doluydu. Meraklı gözlerle onları seyrediyorlardı. Koca Zülfiye Nene, geriye baktı. Tek sıra halinde dizili bekliyorlardı. Atın üzerinde heybetli duruşu görenleri meraklandırıyordu. Pencerelerdeki meraklı gözler gittikçe artıyordu. Atın sallaması ile vücudunda oluşan yorgunluğa karşı direniyordu. Güneş gittikçe yükseliyor, hava daha da ısınıyordu. Çocukların ağız ve burunlarını açtılar.

Hükümet konağının kapı girişinde duran iki polisten bir tanesi yanlarına gelerek:

-Buyurun ne istiyorsunuz?

Koca Zülfiye Nene, bastonuna tüm gücünü vererek:

-Vali Paşa ile görüşeceğiz.

-Vali Paşa ile ne görüşeceksiniz?

-Bir derdimiz var ona aktaracağız.

-Bana ne için geldiğinizi söyleyin, ben de o şekilde Sayın Valime bilgi ileteyim.

-Öğretmenimizin tayininin durdurulmasını isteyeceğiz.

-Tamam bekleyin.

Vali Cezmi, o da penceresinden, dışarıda olan bitenleri seyrediyordu. Kapı çalındı, “gel” dedi. Vali Yardımcısı Veysel içeri girdi.

-Kim bu kadınlar Veysel? Ne istiyorlar?

-Çamur köyü kadınları Sayın Valim, öğretmenlerinin tayinini durdurmak için geldiler.

-Peki neden kapıda bekletiyorsunuz, neden içeri almıyorsunuz? Milletin efendisi ayağımıza kadar gelmiş, biz onları kapıda bekletiyoruz öyle mi Veysel?

-Size haber vermeden içeri almak istemedik Sayın Valim.

-Toplantı salonuna alın, maarif müdürü de hemen yanıma gelsin.

-Ha, salonda bir şeyler ikram edin, belli ki uzak yoldan gelmişler. 

-Emredersiniz Sayın Valim.

Vali Yardımcısı Veysel, yanlarına kadar geldi. Hala atın üzerinde heybetli bir şekilde duran Koca Zülfiye Nenenin yanına geldi.

-Sayın Valim sizinle görüşecek, sizleri toplantı salonuna alayım. Hayvanlarınızı uygun bir yere çekin gelin.

Maarif Müdürü Şükrü, kapıyı çalarak içeri girdi. Vali Cezmi, makam koltuğunun yukarısında asılı olan Atatürk’ün fotoğrafına bakıyordu. 

-Müdür, tanır mısın bu paşayı?

-Elbette Sayın Valim.

-Tanırsın da Çamur köyünden çocukları ile birlikte gelen kadınları neden bekletirsin?

-Emrinizi bekledim Sayın Valim.

-Siz emirsin bir şey yapma iradesine sahip değil misiniz de benden emir bekliyorsun. Milletin efendileri ayağımıza kadar gelmişler, biz onları kapıda bekletiyoruz, öyle mi?

-Affedersiniz Sayın Valim.

-Peki ne istiyorlar?

-Öğretmenlerini geri istiyorlar.

-Anlamadım?

-Köylerindeki öğretmeni başka köyün öğretmeni ile yer değiştirdik Sayın Valim?

-Ne kadar zamandır o köyde öğretmen?

-Dört ay Sayın Valim.

-Dört aylık öğretmeni, eğitim yılı bitmeden görev yerini değiştirdik öyle mi?

-Öyle efendim.

-Neden peki, başarısız mı?

-Hayır Sayın Valim, aksine çok başarılı bir öğretmen.

-Kaç yıllık?

-Henüz yeni, bu yıl başladı efendim.

-Peki niye aldık onu o köyden?

-Köyden bir kızı sevmiş.

-Bak sen, ne kadar güzel. Eee?

-Kızı alabilmesi için köyün töresine uyması gerekiyor.

-Ne imiş töreleri?

-Köyün dağından sırtında on torba toprak taşıması, ya da üç yıl, üç ay, üç gün beklemesi gerekiyormuş.

-Hangisini kabul etmiş öğretmen?

-Sırtında toprak taşımayı.

-Vay be, şu sevgiye bak. Ferhat ile Şirin gibi. Ferhat Şirin’in aşkına dağları delmiş, bizim öğretmen de sevdiği kızın aşkına on torba toprak taşıyacak öyle mi?

-Evet Sayın Valim. Biz de bir öğretmenin sırtında toprak taşımasını uygun bulmadığımız için o köyden alıp Edire köyündeki öğretmenle yerlerini değiştirdik.

-Sana ne bana ne sırtında toprak taşıyacak. İçki içiyor mu?

-Hayır Sayın Valim?

-Kumar oynuyor mu?

-Hayır Sayın Valim.

-Başarılı bir öğretmen dedin, öyle mi?

-Evet Sayın Valim. Ders zamanı okulda, ders dışında ise okuma yazma bilmeyen köylülere okuma yazma kursu veriyor. Köyde doksan yaşın üstünde üç kişi dışında herkese okuma yazma öğretti.

-Kimden aldın bu bilgileri?

-Köyün muhtarından.

-Müfettiş gönderdin mi?

Maarif müdürü durakladı. Cevap vermeyince:

-Müfettiş gönderdin mi dedim müdür, duymadın mı?

-Gönderdim efendim.

-Ne rapor yazdı?

-Affedersiniz, öğretmenin dik kafalı olduğunu, özel hayatının kimseyi ilgilendirmediğini, kendisinin ancak mesleki yönden teftiş edilmesini istedi. 

-Öğretmen daha göreve başlayalı dört ay olmuş, müfettişe öyle bir cevap vermiş ki, müfettiş de çok dik kafalı diye rapor tutmuş öyle mi?

-Evet Sayın Valim.

-Peki mesleki yönden teftiş etti mi?

-Yok efendim. Müfettiş sadece öğrencilerin karnelerine bakmış, zayıf ve orta notu olan öğrenciye rastlamadı.

-Bak bak. Çok merak ettim bu öğretmeni. Pazartesi günü yanımda istiyorum onu, sen de gel. Şimdi gidelim milletin efendileri ile biraz sohbet edelim, ne dersin?

-Nasıl emir buyurursanız Sayın Valim.

(Devamı var)

YORUM EKLE