Çamur Dağının Kızı (44)

Cemal öğretmen öğleden sonra okulu tatil edince, öğrencilerle birlikte okulun kapısını kilitleyip birlikte köyün içinde yürüdüler. O, öğrencilerini, öğrenciler de onu çok seviyorlardı. Çocukların öğretmenlerini sevmeleri köylülerin de dikkatinden kaçmıyordu. 

-Öğretmenim ne zaman toprağı taşıyacaksınız?

-Okullar tatil olduktan sonra.

-Taşımazsanız olmaz mı?

-Olmaz Ferhat.

-Ya size bir şey olursa?

-Olmaz, korkmayın.

-Kaldır şu töreyi öğretmenim.

-Onu anneniz babanız kaldıracak, ben değil.

-Konuşsan babalarımızla öğretmenim.

-Hele ben taşıyayım, ondan sonra konuşurum çocuklar. Haydi şimdi doğru evlerinize, önlük ve yakalıklarınızı çıkarıp asın, akşama kadar doyasıya oynayın. Akşam yemeğinizi yiyin ve derslerinize çalışın.

Çocuklar, Cemal öğretmenin sözleri üzerine köy içerisinde koşarak evlerine gittiler. Anası, babası ve kardeşi Çeşminaz, sabah erken saatlerde kalkıp gitmişlerdi. O, şimdi evde yalnız kalacaktı. Kapının önüne gelince bir tuhaf oldu. Eve girmek istemedi. Kapıyı açıp, elindeki çantasını mabeyine bırakıp çıktı, kapıyı yeniden kilitledi. Akşama daha çok vardı, biraz dolaşayım dedi kendi kendine. Evin çevirmesini çıkınca Zeynep’le karşılaştı. Çevresine bakındı kimsecikler yoktu.

-Hayırdır Çamur Dağının kızı, nereye, çeşmeye mi?

-Evet, bostandan yeni geldik, su almağa gidiyorum. 

-Birlikte gidersek dedikodu olur mu? 

-Olursa olsun, sözlü değil miyiz?

-Doğru dersin.

Birlikte yürümeye başladılar. Çeşme, tüm evlerin rahatlıkla su taşıması için köyün ortasına yapılmıştı. Yolun toprak oluşu, yağışlı havalarda balçık çamuruna, güneşli havalarda ise toza dönüşüyordu. Çeşmeye gelince durdular. Zeynep, omuzluğunu indirip kovalardan birini buz gibi soğuk akan çeşme lülesinin altına koydu. Cemal, dolan kovayı aldı. Zeynep ikinci kovayı koydu. Cemal, su dolan ikinci kovayı da kenara aldı.

-Hiç konuşamıyoruz Zeynep?

-Evet. 

-Benden kaynaklanıyor. Gündüz okulda, akşamları da kursta ama bitti, bir şey kalmadı.

-Çok merak ediyorum seni Cemal, şu toprağı taşıyabilecek misin? Korkuyorum. Vaz geçsen diyorum.

-Olmaz Zeynep. Ben o toprağı taşıyacağım.

-Ya sana bir şey olursa?

-Korkma olmaz.

-Çamur Dağı ile ilgili geçmişte yaşanılanlar çok anlatıldı Cemal. Başka köylerden çok genç bizim köydeki kızlara gönül vermiş, ana ve babaları ya vermemişler ya da töreyi ileri sürmüşler. Çok gencin töreyi kabul ettiği de anlatılır ama bugüne kadar on torba toprağı taşıyan olmamış. O gençler ya bırakıp gitmişler ya da canlarından olmuş. Yolu uzun…Kolay değil dağ çıkıp dağ ineceksin. Çıkarken boşsun ama rampa tırmanacaksın. İnerken de sırtında ağzına kadar toprak dolu torba olacak. Öyle gelecek ki, o torbanın altında bacakların titreyecek, düşecekmiş gibi olacaksın… Dinle beni gel bu toprak taşımadan vazgeç. Ben seni üç yıl değil on üç yıl beklerim. Yeter ki sana bir şey olmasın. 

-Korkunu anlıyorum Gudu Kız… Ama ben o toprağı taşıyacağım.

-Dağın her iki yakasından taşıyacaksın Cemal, kolay değil. Torbaları sen dolduracaksın, sana yardım eden de olmayacak. Bilir misin o Çamur Dağının tepesinde çok yıldız parlarmış. Ben görmedim ama hep anlatıla gelmiş. Köylüler o yıldızları birbirini sevip kavuşamayan sevgililer olduğunu söylerler. Biz de sevip kavuşamayan sevgililer olmayalım Ömer.

-Biz sevip de kavuşan sevgililer olacağız Çamur Dağının gudu kızı. On torba toprağı da taşıyacağım, köylüler de töreyi kaldıracaklar. Üzülme, rahat ol. Hafta sonu dağa çıkacağım, toprak taşıyacağım yerlere bakacağım. 

-Birini al yanına.

-Neden?

-Nereden toprak getireceğini göstersin sana.

-Doğru, muhtarla konuşurum birini katar bana.

-Anan, baban, kardeşin de gitti. Ne yapacaksın?

-Ben alışığım Zeynep. Kendi yemeğimi yaparım, hem de çok güzel yemek yaparım.

-Göreceğiz.

-Göreceksin.

-Ne diyor baban, bu yaz düğünümüzü yapacağız mı?

-Yapacağız elbette. 

-Şu toprağı taşımandan başka bir şey düşünmüyorum Cemal, gece gündüz aklımdan çıkmıyor.

-Çıkar aklından, gelecek mutlu günlerimizi düşün, bugün köyde, ileride şehir merkezinde olacağız. Ben nerede sen orada olacaksın. Köyde, şehirde hep birlikte olacağız. 

-İnşallah Cemal, abim evdeydi merak eder. Anam bir şey demez ama abimin ne diyeceğini bilmiyorum.

-Tamam Zeynep, köy çok güzel ben biraz dolaşacağım.

-Kendine dikkat et Cemal.

-Sen de Zeynep.

Omuzluğu omuzuna aldı. Hafif kambur şekilde Zeynep evin yolunu tutarken, Cemal ise köy yukarı yürümeye başladı. Köyün çıkışında Çamur Dağı başlıyordu. Dağa yukarı yürüdü. Her yukarı çıktıkça köy daha güzel görünüyordu. Geçen yıl ekim ayında ekilen tarlalar yeşermişti. Görsel güzelliği bir süre seyretti. Dağa yukarı baktı. Toprak getireceği Çamur Dağının yamaçlarını bilmiyordu. Hafta sonu çıkıp da bakayım. Yerini de öğreneyim. Oldukça zor olacak ama başarmalıyım. Zeynep’e kavuşmak için başarmalıyım. Törenin kalkması için başarmalıyım. Bir kez daha Çamur Dağına baktı. “Çamur Dağı Çamur Dağı, taşıyacağım toprağı. Beni alsan bile ben o toprağı taşıyacağım Çamur Dağı.”

Güneş, Kostan Dağından batmak üzereydi. Köyden çıkan güneş, Çamur Dağına yukarı alıyordu. Az önce kendisine vuran güneş, dağın zirvesine doğru ilerliyordu. Geri döndü. Çamur köyüne bir kez daha baktı. Çift katlı ev pek yoktu. Evlerin çoğunluğu tek katlı ve iç içeydi. Çok yakındı evler birbirine. Köylülerin yaptığı en güzel şeyse hayvan yemlerini koydukları merekleri köy dışına yapmış olmalarıydı. Çeşmenin başına gelince durdu. Avucu ile su içti. Su içer içmez de acıktığını hissetti. Anası Aliye kadın, akşamdan yemek hazırlamış ve “ısıtır ısıtır yersin” diye sıkı sıkıya tembihlemişti. 

Kapıyı açtı. Ana, baba ve kardeşini göremeyince duygulandı. Bir süre mabeyinde ayakta durdu. Yemek sobanın üzerindeydi. Kalaylı bakır tencerenin kapağını kaldırdı. Bir tencere dolusu kuru fasulyeyi görünce, “Ah anacığım, senin yaptığın yemekler hep güzel olur.” Küçük bir tencere daha vardı sobanın üzerinde onun da kapağını açınca bol soğanlı bulgur pilavı iştahını kabarttı. Sobaya iki odun attı, yaktı. Yemeklerin ısınmasını bekledi. 

Xxx

Çamur Abbas ile Çemiş Hasan, kahvenin önünü bir güzelce temizlediler. Artık havalar ısındı, kapı önünde de oturuluyordu. Muhtar İsmail, kapı önüne atılan masada oturuyordu. Hep yapılacak havuzu düşünüyordu. Bekçi Osman’ı, her eve yollamış, akşam toplantı yapılacağını söylemesini istedi. İlk gelen de Hayati oldu. “Selam” verip muhtarın yanına oturdu. 

-Çok özledim köyümü muhtar, bir türlü inanamıyorum. Kim derdi ki af çıkacak da ben Çorum Cezaevinin zindanlarından sağ çıkacağım. Ama bir şey diyeyim mi sana muhtar, Cemal öğretmen olmasaydı ya Kostan Dağında soğuktan ölecektim ya da gerisin geri dönecektim. İyi çocuk bu Cemal öğretmen.

-Adamın hası, Hayati.

-Öyle öyle.

Ömer’in atla geldiğini görünce muhtar meraklandı.

-Niye döndü bu çocuk?

-Nereye gitmişti? 

-Osman ustayı götürecekti ta köylerine kadar. Ben, yarın döneceğini bekliyordum.,

Ömer, babasının kahvehanenin önünde olduğunu görünce atı durdurarak indi. Meraklı gözlerle bakan babasının yanına geldi.

-Ne oldu Ömer, niye döndün?

-Osman usta döndürdü beni baba.

-Neden?

-Vilayetten yeni çıkmıştık ki arkadan Deli Kadir emi arabasıyla geldi. Yanımızda durdu. Arabasından indi. ‘Osman usta, gelin yolu yürümeyin, şoför mahallim boş’ dedi. Osman emmi de kabul etti. Atın üzerindeki yüklerini aldılar arabaya koydular. Bana da ‘çok sağ ol evladım, biz Deli Kadir ile Ardasa’ya kadar gideriz. Oradan da köyümüze bir şey kalmıyor. Sen geri dön, babana da çok selamımı söyle’ dedi. 

-İyi, çek atı içeri, terliyle sırtına bir şey at.

-Tamam baba.

Çemiş Hasan iki çay daha alıp geldi. Hayati bir şeyler söylemek istiyordu ama aslında herkesin de fikrini almak istiyordu.

-Muhtar, bir şey söyleyeceğim. Aslında herkesin fikrini almak isterim ama önce sana söylemek istiyorum.

-Söyle Hayati.

-Ben, bir dükkan açmak istiyorum köyümüze.

-Dükkan mı?

-Evet… Vilayette ne fiyata alıyorsanız aynı fiyata ben de köyde veririm. Köylüler o kadar yolu ev ihtiyaçlarını gidermek için gidip gelmeden de kurtulurlar.

-Hayati, bence iyi olur. Neler satacaksın ki?

-Köylülerin neye ihtiyacı varsa onu. Lastikten tut da çay şekere kadar.

-Valla iyi olur, dedi Çemiş Hasan, vilayete kadar gidip şeker, çay almaktan kurtuluruz.

-Paran var mı? 

-Anam, bir miktar biriktirmiş. Yetmezse bir tek inek bırakıp diğerlerini satar sermaye yaparım. Toptancıdan alacaklarımla dükkanımı açar, perakende vilayette kaça satılıyorsa ben de o fiyata satarım.

-Nereye açacaksın?

-Evimizin hemen bitişiğinde bir kulübe var görmüşsündür, onu biraz daha genişletmeyi düşünüyorum.

-Olur.

Bekçinin haber vermesi üzerine akşam yemeğini yiyen köylüler yavaş yavaş kahvehaneye geliyorlardı. Muhtar İsmail, her zaman oturduğu masaya geçti. Bekçi Osman arkasında dikleniyordu. Biraz bekledi, başka gelen olmayınca ayağa kalktı:

-Komşular, bugün Osman usta sebzeleri dikmek için ailece köylerine gittiler. Giderken de bana on beş güne gelirim dedi. Bu süre içerisinde havuzun yerini tespit edip temelini açın. Taş, kum ve kireçler de hazır olsun dedi. Ha bir de Horasan harcı için de yumurta. Diyeceğim o ki, bağ, bahçe, bostan işleri bitti. Boş durmayalım, hazır Osman usta gibi bir ustamız var, havuzumuzun yapımına bir an önce başlayalım. Kalabalığız, kimimiz taş çıkarıp taşıyalım, kimimiz de havuzun temelini açalım, ne dersiniz?

-İyi dersin de muhtar, önce havuzun yerini yarın birlikte tespit edelim, temelinin açılması fazla zamanımızı almaz. 

-Olur Süleyman.

-Köyün az yukarısında eskilerimizin taş çıkardığı bir alan var. Biz de oradan taşı çıkaralım. Hem de havuzun yapılacağı yere yakın olur.

-Ben de öyle düşündüm Salih.

-Temelde on kişi çalışsa yeter. Diğerleri taş çıkarıp taşıyalım. Temel bittikten sonra bu komşular, Çamur Deresinde iyi bir kum alanı var oradan hayvanlarla kum taşısınlar. Köylere haber saldım, muhtar arkadaşlarla konuştum. Köylerinden yumurta toplayacaklar. Yumurtaları da iki komşumuz gidip alarak gelsin.

(Devamı var)

YORUM EKLE