Çamur Dağının Kızı (50)

Gogoçların gevezesi bu akşam hem havlıyor hem de uluşuyordu. Şimdiye kadar ulumasına pek rastlanmamıştı. Köylüler ulumasına bir anlam veremiyorlardı. Erkekler kahvehanede, kadınlar ve genç kızlar ise Kadrinur ananın evinde toplanmıştı. Yarın beklenen gündü, Cemal, Çamur Dağından on torba toprağı taşıyacaktı. Aliye kadın, Gogoçların gevezesinden rahatsız olmuş olacak ki:

-Biri sustursa şu gevezeyi. 

-Köpeğin ulumasını da hiç iyi getirmezler, dedi Sümüklü Salih’in karısı Hilmiye.

Onun bu sözleri sıcak gecede soğuk bir rüzgar gibi esti. Herkes ona ters ters baktı. Söylediğine pişman olmuştu ama söz ağzından çıkmıştı bir kez.

-Eskilerimiz öyle dermiş, ben de ulumasının iyiye alamet olmadığını söyledim. Hoş Cemal için söylemedim. Ben de Cemal öğretmeni çok severim.

Aliye kadın, kadınlar arasındaki soğuk havayı yumuşatmak için:

-Bizim köyde de öyle derler bacım. 

Yine suskunluk. Kimse konuşmuyor. Genç kızlar Zeynep’in çevresini sarmışlar, öyle oturuyorlardı. Kimsenin yüzü gülmüyordu. Gece bitecek gibi değildi. Harmanın yanındaki ceviz ağacında öten guguk kuşuna Topal Şakir’in bahçesinde öten eş cinsi yanıt veriyordu. Kapıdaki dut ağacında her gece öten cırcır böceği bu gece ötmüyordu. İki guguk kuşunun karşılıklı ötüşleri ile Gogoçların gevezesi gecenin sessizliğini bozuyordu. 

Çamur Abbas’ın kahvehanesinde çok yaşlılar dışında herkes kahvehanedeydi. Sigaraların biri sarılıyor biri söndürülüyordu. Cemal öğretmen, Hayati ile birlikte oturuyor, gençler ise onların çevresinde. Osman usta, muhtar İsmail ile zaman zaman sohbet ediyordu.

-Düşünmeyin, dedi Osman usta, yarın akşama bu iş Allah’ın izni ile bitecek, Cemal on torba toprağı Kadrinur kadının kapısına taşıyacak.

-Taşıyacak.

-Taşıyacak.

-Taşıyacak.

Nal seslerinin geldiği köyün girişine çevirdiler başlarını. Gelen Koca Çavuş Dede ile karısı Koca Zülfiye kadındı. Koca Çavuş Dede, kahvehanenin önüne gelince:

-Zülfikar burada dur. Beni indirin, ananızı da Kadrinur kadının evine götürün. 

-Tamam baba.

Atından inen Dede, “selam” verdi. Herkes ayağa kalktı. Kahvehanenin içinde oturanlar da dışarı çıktı. Sırayla herkes Dede’nin elini öperek “hoş geldin” dediler. 

-Sen… Sen Hayati olmalısın?

-Evet dedem. Bağışla ziyaretine gelecektim ama bu iş başımızda olunca gelemedim.

-Olsun, ne zaman çıktın cezaevinden?

-Bir ay gibi oldu.

-Geçmiş olsun.

-Sağol dedem.

Muhtar İsmail, Koca Çavuş Dede’ye kalktığı sandalyeyi göstererek:

-Buyur otur dedem. Tekrar hoş geldin sefa geldin.

-Sağol muhtar, dedi ve gösterilen sandalyeye oturdu.

Çamur Abbas, hemen Koca Çavuş Dede’nin kahvesini, yanında su ile getirdi.

-Afiyet olsun dedem.

-Sağol Abbas.

Muhtar İsmail, büyük bir saygı ile:

-Nasılsınız dedem, sağlığınız iyidir umarım?

-İyi iyi muhtar. 

-Merakımı bağışla, böyle bu saatte gelişinizi neye borçluyuz?

-Töreye!

-Töreye mi?

-Evet. Yarın Cemal öğretmen toprak taşıyacak ya, yarından sonra töreyi kaldırıp kaldırmayacağınızı öğrenmeye geldik.

-Töreyi size haber vermeden kaldırır mıyız benim dedem. Kaldıracağız ama sen olmadan asla olmaz.

-Kaldırın, kaldırın. 

Kahvesini bitirdi, suyunu içti. Cemal öğretmene seslendi.

-Öğretmen, ne dersin taşıyabilecek misin on torba toprağı?

-İnşallah. 

-Allah kuvvet versin.

-Sağol dedem.

Kadınlar da erkekler de gecenin geç saatlerine kadar oturdular. Konuştukları tek konu yarın öğretmenin taşıyacağı topraktı. Bir gün sonra ise erkekler hayvanları ile toprak taşıyacak, gudu yapımı başlayacaktı. Öğretmenin toprağı taşıması ve ona bir şey olmaması için çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç hep dua ediyorlardı. Geç saatte dağıldılar herkes evinin yolunu tuttu. Muhtar Koca Çavuş Dede’yi konuk etmek istedi ama o kabul etmeyip, geldikleri gibi atlara binerek evlerine döndü. Köylüler de onun kalkması ile birlikte dağıldılar.

Osman usta oğlu Cemal ve Hayati ile birlikte ayrıldılar. Evlerinin önüne gelince köylü kadın ve kızların hala oturduklarını gördüler. Aliye kadın:

-Haydi Çeşminaz kalkalım baban ve abin geldi, eve geçelim.

Onun bu sözleri üzerine kadınlar ve genç kızlar da evlerine gitmek üzere kalktılar. Herkes Zeynep’e sarıldı. Ona moral vermek istediler. Aliye kadın önde Osman usta ve Cemal arkada kaldıkları kiralık eve geldiler. Hiçbiri konuşmuyordu. Peykeye oturan Osman usta pantolonunun arka cebinden çıkardığı tabakası ile kalınca bir sigara sardı. Aliye kadın:

-Bey, ne oluyor o sigara? Bırak içme. Evin içine dolduracaksın dumanı.

-Tamam hanım dışarıda içeyim, kızma.

-Kızmıyorum. Akşamdan beri içtin, artık yatacağız daha içme demek istedim.

-Sardım bir kere siz yatakları serinceye kadar ben dışarıda sigaramı içeyim. Çeşminaz, benim uykum yok, çay demleyebilir misin?

-Ne demek baba, hemen.

-Çay da içme uyuyamazsın.

-Uykuyu kim kaybetti de ben bulayım hanım. 

Sardığı sigara elinde dışarıya çıktı. Ay ışığı gün gibiydi. Dün akşam battığı Kostan Dağına üç-dört boyunduruk boyu uzaktaydı. Sigarasını içerken bir süre ay ışığına baktı. Gogoçların o gevezesi hiç durmuyordu. Köyde başka köpek havlaması duyulmuyordu. Köylüler, Gogoçların gevezesine alışmıştı. Karşılıklı öten guguk kuşlarının seslerine saatler sonra ötmeye başlayan cırcır böceklerinin sesleri karışıyordu. “Gece güzel ama biz dertliyiz. Yarın akşam her şey bitmiş olacak. Cemal’im o toprağı taşıyacak. Ona güveniyorum.” dedi kendi kendine.

-Çayını getirdim baba, yanında bir şey ister misin? Kadrinur ana, sütlü golot yapmıştı bize de iki tane verdi. İstersen bir tanesini kesip getireyim.

-Olur benim güzel kızım, çay sigara, çay sigara midemi bozdu.

-Hemen getiriyorum baba.

Cemal, dışarı çıktı. Babasının kapıda oturduğunu görünce:

-Yatmıyor musun baba?

-Yok oğlum, uykum yok, sen yatıver.

-Ben yatıyorum. Yarına dinç kalkmalıyım.

-İyi geceler oğlum.

Çok istedi Cemal’in okumasını. İlkokulu okumasında hiç sorun yaşamamıştı. İlkokuldan sonra ortaokula gitmesi gerekiyordu. Kasabada bir ev kiralamıştı. Fazla parası olmadığı için Arazların toprak damlı iki odalı evini tutmuştu. Evin mutfağı yoktu. Odanın birinde ocak vardı. Demirci Mahmut’tan aldığı yamalı sobayı kurmuştu ocağın bulunduğu odaya. Oğlunun ders çalışması için odanın birini ona vermişti. Küçük bir sac soba kurmuşlardı Cemal’in kaldığı odaya. Gaz lambasını ona vermişlerdi ders çalışması için. Kendi odalarını ise ocağın kenarına tutuşturdukları çıra ile aydınlatıyorlardı. Oda çıra isi kokuyordu ama o is kokusunu çok seviyordu. İki peykenin birinde Çeşminaz anası Aliye kadınla, Osman usta ise diğer peykede yatıyorlardı. Odunu köyde sobalık odun halinde kestikten sonra çuvallarla köyden kasabaya kış yaklaşırken eşekle taşıyorlardı. Kasabada zaruri ihtiyaçlarının dışında köyde yetiştirdikleri ürünleri tüketiyorlardı. En çok yedikleri yemek ise haşlanmış patates ve Aliye kadının yaptığı lahana turşusu ile çökelekti. Kasabaya taşındıklarında besledikleri hayvanlarını Aliye kadının kız kardeşi Fevziye’ye bırakıyorlardı. Hafta sonları köye giderken de Fevziye’ye bir şeyler götürmeyi de ihmal etmiyorlardı. 

-Çayını doldurayım mı baba?

-Ha… Çayımı mı, doldur kızım.

-Çok dalgınsın baba? Abimi mi düşünüyorsun?

-Yok kızım, geçmiş günlerimiz geldi gözümün önüne.

-Düşünme baba, bir eksiğimiz yok. Abim de yarın o toprağı taşıdı mı bu yaz güzel bir düğün yaparız ona.

-Evet… Düğün dedin de çayımı al getir de yanıma otur.

-Tamam baba.

Çeşminaz mabeyinde babasının çayını doldurdu. Çardağın ağaç oturağının üzerine koydu.

-Buyur baba.

-Gel hele, yanıma otur. 

Çeşminaz, babasının yanına oturdu, başını omuzuna dayadı. O da babası gibi söylemiyordu ama abisini düşünüyordu.

-Abinin düğününü yapınca sıra sana gelecek değil mi kızım?

-Yok baba, nereden çıktı bu?

-Bilmiyorum sanma.

Çeşminaz, başını babasının omuzundan hızla kaldırdı. Sırtından aşağı sanki bir kova kaynar su dökülmüş gibi çakıldı kaldı. Dayanamadı, 

-Neyi baba?

-Bir de soruyorsun, bilmiyorum mu sanıyorsun? Muhtarın oğlu Ömer’i sevdiğini biliyorum.

-Nereden çıkardın bunu baba?

-Ömer ile konuşurken duydum.

Çeşminaz kalkmaya yeltendi, Osman usta kızının kolundan şefkatle tuttu. Oturmasını istedi.

-Muhtar “hayırlı bir iş için” bize gelecekler. Söyle bana güzel kızım, çekinme ben senin babanım, Ömer’i seviyor musun?

Çeşminaz, bu kez başını babasının dizine koydu. Osman usta, eğildi, kızının alnından öptü.

-Evet baba.

-Çamur köyünden kız alıp, Çamur köyüne kız vereceğiz öyle mi?

-Her şey senin elinde baba.

-Sen bakma babanın inşaat ustası olmasına kızım. Ben namerde muhtaç olmamak için çok memleket gezdim. Durmadım çalıştım. Çok insanlarla tanıştım. Neyin ne olduğunu çok iyi bilirim. Ne dersin geldiklerinde vereyim mi seni?

-Sen bilirsin baba.

-İyi, yatalım, sabah erken kalkacağız. Tam kalkacaklardı ki Çiçekli Mahallesi’nden gelen yanık kaval sesini kulak verdiler. Kaval o kadar yanık çalınıyordu ki duygulanmamak elde değildi. Bir süre dinlediler. 

-Kim ola bu? Gecenin bu saatinde yanık yanık çalan?

-Bilmiyorum baba, ben de ilk kez duyuyorum.

Kaval sesine köylüler evlerinin kapısını açarak dışarı çıktılar. Herkes Çamur Dağına bakıyordu. O yıldızların bu gece görünme zamanıydı. Zamanıydı da herkes o yıldızları göremiyordu. 

Kadrinur ana ile oğlu Hayati ve kızı Zeynep ile birlikte onlar da evlerinin önüne çıktılar. Yanık yanık çalan kaval bir türlü susmuyordu. Gözler Çamur Dağının tepesindeydi. Gökyüzü yıldız doluydu ama o yıldızlar anlatılana göre bir güneş gibi parlaktı. O yıldızlar, kahrolası töreyi yerine getirmek için toprak taşırken ölen gençlerdi. O yıldızları görenler, gördüklerini ancak Koca Çavuş Dede’ye söylermiş. Eğer başkalarına söylerlerse bir daha göremezmişler. 

Yanık yanık çalan kaval sesi gece yarısını geçe sustu. Köyde şimdi Gogoçların gevezesinin havlaması vardı. Guguk kuşları ile cırcır böcekleri de susmuştu. Güzelim geceyi bir hüzün kaplamıştı. İyi ki şu Gogoçların gevezesi vardı.

(Devamı var)

YORUM EKLE