Canboğul (35)

-Ayşe’nin dışında hepimiz bir aradayız. Ömer, sen de gel. Konuşacaklarımızı ablana anlatırsın.

-Olur Mahmut emmi.

-Şimdi, bu toptancı Cemil, şeker çuvallarını buraya yıktırdı. Bize sevk parasını fazlasıyla verdi. Bize düşen bu çuvalları sağ salim Şişman Mahmut’a teslim etmek kalıyor. Onun için yarın sabah erkenden kalkıyoruz, katırlarımıza biniyor, dağın yolunu tutuyoruz.

-Anlamadım Mahmut emmi, dedi Dursun, nasıl yani katırlara biniyor yola çıkıyoruz da ne demek?

-Sen bu sene hamsiyi az mı yedin Dursun?

-Pahalıydı fazla alamadık.

-Belli oluyor. Eğer hamsiyi doya doya yeseydin kafan çalışırdı. Yanımıza da kürekleri alıyoruz. Şimdi anladın mı?

-Yok emmi yine de anlamadım.

-Bu kış Zigana Geçidine çok kar yağdı. Fırtına, tipi yolları kapatmıştır. Önce yolun durumuna bakacağız. Kapanan yerleri açacağız. Anladın mı Dursun?

-Onu yapacağımızı biliyordum emmi.

-Öyle mi? İyi o zaman sabah bu kahvehanenin önünde buluşup yola çıkıyoruz. Azıklarınızı da almayı unutmayın.

Xxx

Ayşe, Can’ın mektubunda yazdığı “Seni mart ayının on beşinde isteteceğim” sözleri aklından çıkmıyordu. Şunun şurasında az bir zaman kaldı ama hiçbir yerden ses seda yoktu. Töre de kalktı. Anam, Can ile evlenmeme yok demiyor. Uzandığı yatağında gözlerini tavana dikmiş öylece de bakınıyordu. Fitilini aşağıya çektiği gaz lambasının loş ışığı onu hayal dünyalarına götürüyordu. Can ve ben bir de anası. “Kınalı parmağıma, altın yüzük takayım, nereden geleceksin yollarına bakayım” manisini anımsadı. Can ne zaman parmağıma altın yüzük takacak? Gözden uzak olan gönülden de uzak mı oluyordu? İnsanın sevdiği göz önünde olmalı, hasret çekmemeli. 

Tam uykuya dalacaktı ki, Ömer, odasının kapısına vurdu:

-Abla uyudun mu?

-Yok Ömer, hayırdır, gel içeri.

Kapıyı aralayan Ömer:

-Abla, Mahmut emmi, herkes katırları ile kahvehanenin önünde hazır olsun dedi. 

-Sevkiyat mı var?

-Evet.

-Nereye?

-Ardasa’ya.

-Ardasa’ya mı?... Tamam Ömer, sağ ol.

Yol göründü yine. Olsun, paraya ihtiyacımız vardı. Çeyizimin eksiklerini de tamamlarım. Can yine gelir mi acaba? Geçen gördüm ama, törenin kalktığını bir türlü söyleyemedim, acaba öğrendi mi? Kimden öğrenecek ki? Kervandakilerden kimse söylemedi. Söyleselerdi bana mutlaka bir şeyler derdi. Ardasa’ya da bizden başka gidip gelen yok. Yok yok öğrenmemiştir. Acaba gelirse söylesem mi ona törenin kalktığını? Söylerim o da öğrensin. 

Gözleri yavaş yavaş kapandı. Derin bir uykuya daldı. 

Xxx

Seher Hatun, Kartal Mustafa’nın evinin önünde Zülfiye kadınla oturuyordu. Güneşin sıcaklığı onları ısıtıyordu. Ayşegül de demlediği çaydan birer bardak çay koyarak yanlarına geldi. Kapılarının önündeki karlar erimişti ancak geceleri düşen hava sıcaklığı akan kar sularını buza çeviriyordu. Pisik Ali, koyun ve keçileri ile köy yukarı geliyordu. Belli ki o da hayvanlarını güneşlemeye çıkarmıştı. Tam yanlarından geçecekken:

-Seher ana Can yok mu?

-Yok Ali oğlum. Kasabaya gitti bu sabah.

-Hayırdır, bir işi mi vardı.

-Evet Ali oğlum, akşama belki gelir. Hayırdır bir şey mi diyecektin? 

-Şeyran’dan koç ve keçi istediler. Diyecektim ki onunla birlikte gidelim.

-Geldiğinde söylerim Ali ama her taraf kar, bu kış kıyamet günü Şeyran’a aşmak zordur.

-Biliyorum Seher ana, onun için Can ile gidelim diyorum, yolu en iyi bilen o. Ücreti ne ise vereceğim ana.

-Ücreti önemli değil ama yine de biraz beklesen diyecektim.

-Ramazan ayından önce getir diye kasabaya haber yollamışlar. Ben de otuz koç ile yirmi keçi götüreceğim.

-Geldiğinde konuşursun onunla Ali.

-Tamam Seher ana.

İçen bardakları yeniden dolduran Ayşegül:

-Seher anam, Can’ın işini kulak ardı yapma, bir an önce Ayşe’yi iste ve düğününü en kısa zamanda yapıverin.

-Acelesi ne kızım?

-Anam, kalan işe kar yağar, Allah korusun kalkar bu kış kıyamet günü ben Ciharlı’ya gideceğim diye tutturursa engel olamazsın. Zigana, buralardan daha kötüdür Seher anam. 

-Doğru dersin kızım, gelsin bir konuşayım onunla.

Akşama doğru Can, köydeki evlerinin önündeydi. Atından indi, anasına seslendi:

-Ben geldim anam.

Seher hatun elinde kovalarla dışarı çıktı:

-Hoş geldin oğul, sen atını içeri çekene kadar ben de çeşmeden su alıp geleyim.

-Atı sen çek içeri anam, ben su alıp gelirim.

-Yoldan geldin oğul, yorgunsundur.

-Yürüme gelmedim ana, Arap getirdi beni.

Can, anasının elinden kovaları ve omuzluğu alarak çeşmenin yolunu tuttu. Kovaları doldurup omuzlukla omuzuna alacaktı ki, Pisik Ali yanına yaklaştı.

-Can, otuz koç ile yirmi keçiyi Şeyran’a götürmem gerekiyor. Seher ana ile konuştum ama seni görmüşken söyleyeyim, bana yardımcı olmanı istiyorum. Ücretini dolgun vereceğim.

-Sen aklını mı yedin Pisik Ali, her taraf kar, bu dağlar bu karda aşılır mı?

-Sen bir yol bulursun.

-Nasıl bulayım Pisik Ali, görmüyor musun köyün içinde bile nerede ise elli santim kar var?

-Paşa Osman’la haber yolladı bana Şeyran’daki kasap Recep, ne yapacağım bilmiyorum.

-Olmaz Pisik Ali, ha biz canımızı kurtardık diyelim hayvanları kurda kuşa yem ederiz. Çıkamazlar bu kardan, saplanır kalırlar kara, biz de donarak ölürüz. Hem ben bir hafta kasabada kalacağım, işim var.

-Bir hafta sonra olsun Can, ben o kadar beklerim.

-Allah Allah, söz anla Pisik Ali, bir hafta da olsa bir ay da olsa aşamayız bu dağları.

-Yok mu çıkış yolu?

-Hele bir hafta geçsin bir bakarız.

-Sağol Can, ben bir hafta da on gün de beklerim.

Can, kovaları omuzluğa takıp omuzlayıp eve gelene kadar kendi kendine konuşuyordu. Kovaları eve bırakırken bile hala konuşuyordu ama o farkında değildi.

-Ne oldu Can, kendi kendine konuşuyorsun?

-Sorma ana, bu Pisik Ali var ya…

-He bilirim, bana da bir şeyler söyledi.

-Sana da mı söyledi? Şeyran’a koç ve keçi aşırmamızı istiyor. Deli mi ne, bu karda kıyamette Şeyran’a aşılır mı?

-Aşılmaz oğul aşılmaz.

-Hem benim kasabada bir hafta işim var, yarın sabah gideceğim ana bir hafta sonra ancak gelirim.

-Ne işin var kasabada?

-Şişman Mahmut’a yardım edeceğim ana, diyerek yalan söyledi.

-Bir hafta ne yer ne içersin oğul?

-Beni düşünme ana, aç kalmam.

-İyi sen bilirsin hadi gel sofra hazır hem konuşalım hem yiyelim.

-Olsun benim anam.

Xxx

Mahmut emmi, Ayşe ve diğer katırcılar Laz Hasan’ın kahvesinin önüne katırları ile geldiler. Laz Hasan hepsine birer çay verdi. Temel, Abdullah’a takılmadan edemedi:

-Abdullah bu çayların paraları senden.

-Ula benim üzerimde para yok.

-Dönüşte verirsin. Ama şimdi versen iyi edersin, dönüşte nereden baksan ikişer çay daha içeriz ki borcun kırk beş çay eder.

-Dur bakayım, cebimde birkaç kuruş olacaktı.

-Vay açıkgöz vay. Kırk beş çayı duyunca nasıl da ceplerini karıştırdın.

-Haydin bakalım, sohbetin zamanı değil.

Katırlara bindiler, önde Mahmut emmi, arkada Ayşe ve diğerleri Zigana tarafına doğru giden yola yöneldiler. 

Köy içerisinde kar yoktu. Yol boyunca çiçek açan erik ve bademlerden havaya dağılan çiçek kokuları içlerine umut veriyordu. Yukarılara çıktıkça hala kışın kendine has güzelliğini görüyorlardı. Bir saat yol aldıktan sonra Zigana yol ayrımına geldiler. Mahmut emmi dağın zirvesine doğru baktı. Her yer apaktı, tek bir kara parçası görünmüyordu. Yol ayrımdan itibaren katırlar kar üzerinde yürüyorlardı. Yukarıya çıktıkça kalın kalınlığı artıyordu. Son yağan kar, on gün önce gittikleri yolu kapamıştı. Yolu iyi bilen Mahmut emmi, on gün önceki dönemece gelince durdu. 

-Buraya kadar, bundan sonrası yolu açacağız. Her zamanki gibi yine ikiye ayrılacağız. Ayşe ile yedi kişi karşı yamaca geçecek, bu yamaçta ben ile altı kişi kalacak. Ayşe, Abdullah, Dursun, Temel, Ömer, Kadir, Cemal ve Kemal sizler karşıya geçiyorsunuz. Elinizdeki küreklerin sapları aşağı, ağızları ise öne bakar şekilde yürüyeceksiniz. Abdullah, sen en tecrübelisin bunların içinden. Sen en önde git. Küreğin sapını kara sokarak ilerle, diğerleri seni takip etsin. Aranızda en az üçer metre ara olsun. Konuşmadan yürüyün, ses çıkarmadan yürüyün. Sık sık yukarıya bakın. Anlaşıldı mı?

-Anlaşıldı Mahmut emmi, dediler ve en önde Abdullah, en arkada ise Ayşe olmak üzere, üçer metre arayla kara bata çıka yürümeye başladılar. 

Mahmut emmi ile kalan Süleyman, Osman, Halil, Mustafa, Mehmet ve Şükrü ise karşıya geçenlerin ayak izlerini takip ederek üçer metre ara ile küreklerle yol açıyorlardı. Abdullah ve beraberindekiler de karşıya geçtikten sonra onlar da bu tarafa doğru yolu kardan temizlemeye başladılar. 

Öğlene doğru yol açma çalışmasını tamamladılar. Katırlarına binerek karşı yamaca geçtiler. Ziganalı Lütfi dayının zirvedeki malikanesini görünceye kadar katırların üzerinde yol aldılar. Mahmut emmi, katırının semerine bağlanmış Alman beşlisini eline aldı, hazneye mermiyi sürdü. Açtıkları yöne doğru döndü. Beşliyi açılan yolun üstüne nişan alarak iki el ateş etti. Beş dakika bekledi, iki el daha ateş etti.

-Bu gavur malının sesi çığı koparmadığına göre tehlike yok demektir. 

-Hiç belli olmaz emmi sen iki el daha ateş et bakalım.

-Senin hatırını kim kıracak Temel, dedi ve hazneye dört mermi daha yerleştirip, artarda beş el daha ateş etti, karda bir hareketlilik olmadığını görünce, haydin bakalım binin katırlara, sözünü tamamlayamadı, büyük bir gürültü Mahmut emminin sözünü yarıda bıraktı.

(Devamı var)

YORUM EKLE