DERS ALALIM Kİ TARİH TEKERRÜR ETMESİN

Uzak ve yakın tarihimiz şahit ki, bir ve beraber olduğumuzda bileğimizi bükebilecek kimse çıkmadı. Bir taraftan nice zaferlere imza atarken, diğer taraftan kültür ve medeniyet değerlerimizle dünyaya insanlık öğrettik. Ne zaman aramıza tefrika ve ayrılık girmişse ateşlere düştük, ağır bedeller ödedik. Müslümanlar olarak kendi kendimizi zayıflattığımızda, bütün yeryüzünde güzellikler soldu, insanlık yolunu kaybetti. Bizim güçsüzlüğümüz hakkın, adaletin zayıflaması anlamına geldi. Güç bir türlü doymak bilmeyen sömürgenlerin eline geçti. Birbirimizi sevmemiz, kendimizi toparlamamız gerekiyor. Aksi halde ne huzurumuz olacak, ne de gözyaşı dinecek.

Toplumun en temel yapı taşı olan bireylerin ortaklaşa benimseyip bağlandığı ve paylaştığı inanç, toplumda bir mensubiyet halesi oluşturur. Ortak değerlerin en alt seviyesi diyebileceğimiz örf-adetten en üst seviyesi olan medeniyete kadar bir toplumun kendini ifade ettiği bütün alanlarda en temel belirleyici “inanç”tır.

Bir arada yaşamanın hem ilkelerini, hem de imkânlarını veren inanç, birbirimize dayanmanın ve bütünleşerek bir beden oluşturmanın en önemli vasatıdır. Birbirimize ya da ortak değerlerimize inancın kaybolması halinde Kur’an’ın “Öldürmeden daha beter” olduğunu haber verdiği ‘fitne’  durumu ortaya çıkar ki, bireylerin de toplumun da iki cihan saadetini dinamitleyen en büyük hastalık budur.

Tefrikanın, ayrışmanın ve bölünmenin, ‘özgürlük’, ‘tercihlere saygı’ gibi sloganlarla alabildiğine özendirildiği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Büyük aile tipinden, çekirdek aile tipine geçmemizde de, şefkat ve merhamet timsali aile büyüklerinin yerini sevgisiz büyüklerin, edep ve saygı örneği gençlerin yerini saygısız küçüklerin almasında da aynı hastalık başrol oynuyor.

“Ben siftah yaptım, öteki alışverişinizi de komşu bakkaldan yapın.” diyebilen esnaf, iftar sofrasına garibansız oturmayan ev sahibi, ‘alan el’ almakla rencide olmasın ve ‘veren el’ vermekle gurura, riyaya bulaşmasın diye ‘sadaka taşı’ uygulamasını keşfeden toplum nerede şimdi? Depremlerin yaşattığı acı ve ızdırabı, çocuk kaçırmak, talan ve soygun yapmak için vesile edinenler bizim insanlarımız mıydı?

Şuurumuzu biraz uyanık tuttuğumuzda fark etmekte gecikmiyoruz ki, bu aslında bize dayatılan bir birey, aile ve toplum modelidir. Örnek aldığımız toplumların bildiği tek tarz budur ve biz onlar gibi olmaya karar verdiğimiz için bizi kendilerine benzetmek istemeleri gayet normal. Peki bize ne oluyor?

Sahip olduğumuz değerler ve ait olduğumuz kültür ve medeniyet bize her zaman bir arada olmayı, birbirimize dayanarak ayakta durmayı öğretti. Biz bu sayede geçmişte muhteşem medeniyetler kurduk, insanlığa insanlık öğrettik. Şimdi aynı ailenin bireyleri, aynı mahallenin sakinleri, aynı milletin mensupları ve aynı dinin bağlıları arasındaki şu uçurumlara bir bakın! Birbirimizle ayrışmak ve gayrılaşmak için adeta özel bir çaba sarf ediyor gibiyiz. 

Günümüzde birer ayrışma ve parçalanma vesilesi olarak öne çıktığı görülen etnik farklılıklarımızın, diğer özelliklerimizin aslında dozu iyi ayarlandığı zaman birer toplumsal renklilik ve canlılık vesilesi olduğunu bilen bir geçmişten geliyoruz. 
Bizler, gerçekten özel bir tarihin ve coğrafyanın çocuklarıyız. Böyle olduğumuz için de dost-düşman herkesin gözü tarih boyunca hep üzerimizde oldu. Tarihten elde ettiğimiz tecrübeler, bize birlik-bütünlük ruhunun ne büyük badireler atlatmamızı sağladığını yeterince öğretmiş olmalı. Ders alalım ki tarih bir daha tekerrür etmesin.

YORUM EKLE