Gelincik Taşları Efsanesi (11)

Fufula ormanından meşe yaprağı yüklü eşeklerle gelen köylü beş kadın Gülşah ile Ali’yi çeşmenin başında birlikte otururken görünce gözlerine inanamadılar. Köyde kızlarla konuşmayan, kızların onun aşkı ile yanıp tutuşurken, elin köyünden bir kızla oturmasına anlam veremediler. Gülşah ile Ali o kadar dalmışlardı ki, köylü kadınları fark edemediler. 

Orta Pağar’a inen yola kadınlar sapınca konuşacakları konuyu bulmanın mutluluğunu yaşıyorlardı. Hem konuşuyor hem de sürüyü otlatmayan çobana kızıyorlardı.

-Muhtara söylemek lazım, çoban sürüyü otlatmıyor diye.

-Söylemek lazım.

-Neyini söyleyeceğiz, öğlede sürüyü getirdi suladı, dinlendiriyor, ondan sonra da yaylıma çıkaracak.

-O kız sevdalısı mıydı?

-Öyle ya, başka kim olabilir ki?

-Göz ucuyla baktım, kız çok güzeldi kızlar.

-Ben de baktım çok güzeldi.

-Sonunda Kezban kadın aradığı gelini buldu desene.

-Dur kız, hemen olmaz, daha fol yok yumurta yok.

-Olur olur, görmedin mi, öyle bakıyorlardı ki birbirlerine bizleri bile fark etmediler.

-Benim herif bana hiç öyle bakmadı.

-Seninkinin yüzünü gördün, benimkinin yüzünü görmeden evlendirdiler beni. Geldi istediler. Bana hiç sormadan babam verdi beni. 

Xxx

Akkoç, Çoban Ali’nin, Yiğit ise Gülşah’ın yüzünü yalamaları ile kendilerine geldiler. Ayağa kalktılar. Yaylım zamanıydı. Çoban Ali, kavalını eline aldı ve yaylım havası çaldı. Gölgede oturan sürü meleyerek ayağa kalktı. Fufula ormanının içine doğru yavaş yavaş ilerlemeye başladı. 

Gülşah’ın koyunları ise sürüden ayrılarak Tavuğun Taşına doğru yöneldiler. 

-Hoşça kal Gülşah.

-Hoşça kal.

-Yarın da gelecek misin?

-Bilmem, anam bilir.

-Gel, seni görmeden edemem, ben yirmi gün buralardayım. Seni görmeyi dört gözle bekleyeceğim.

-Ben de.

Ali, Fufula ormanının içine, Gülşah ise Tavuğun Taşına doğru koyunlarının ardından yürüdüler. Birbirlerini kaybedinceye kadar sık sık geriye dönüp el salladılar. 

Çoban Ali, kendini başka biri hisseder gibi oluyordu. Bugüne kadar olmadığı duygular içerisindeydi. Çobanlığını unutmuş gibiydi. Aklı hala Gülşah’taydı. Sürüyü kendi haline bırakmıştı. Alaca ve Karaca olmasa sürüyü bekleyen olmayacak gibiydi. Orta Pağar’dan, Boziya’nın Kıranına inince güneş de Kankana Yaylası üzerinden batmak üzereydi. 

-Akşam oluyor. Sürüyü yavaş yavaş toparlamam lazım. Bana ne oldu böyle? Aklım başımda yok gibi. Aklını başına topla Ali. Köyün sürüsü sana teslim. Bugüne kadar sürünün başına bir hal gelmedi. Bugünden sonra da gelmesin. Dikkatli ol. Nasıl Dikkatli olayım, Gülşah’ın güzelliği aklımı başımdan aldı. 

Meryemana Köprüsünden sürüyü geçirdiğinde güneş her taraftan çekilmişti. Mehmetalilerin çeşmesinden Aras yoluna yönlendirdi sürüyü. Köye girişindeki ilk ev Kürdalinin eviydi. Onun koyunları sürüden ayrıldı. En son Halilli Mahallesinde, Cevriye kızın koyunlarını teslim etti. Geriye döndü. Tumbinin rampasına vurdu. Çok dalgındı. Cevriye kızın da yüzü asıktı. Her zaman konuşan Cevriye bu kez kendisine bir şey söylemedi. Şaşırmıştı. Orta Mahalle’nin çeşmesinde kendisini bekleyen kızlar da yoktu. Mezarlık yolundan geçerken, “Fatiha” okuyup ölüler için dua etti. Topal Esma’nın ceviz ağacının kökleri üzerinde oturdu. 

-Biraz soluklanayım. Soluğum kesilir gibi oluyor. 

Çit Düzü oturduğu yerden görünüyordu ama çeşme düzün arkasında kalıyordu. Yarın da Gülşah gelecek miydi? Ben yarın öğlene kadar nasıl sabredeceğim? Bu kadar sabırlı olan bana ne oldu. Sevgi, aşk dedikleri bu mu acaba? Fazla da umutlanmamak gerek. Sormadım, belki bir sevgilisi vardır da bana bir şey söylemedi. O da bana sormadı. 

Kalktı, çakıllı rampayı çıktı. Evin çevirmesinin kapısını açtı. Kezban ana kapıda oturmuş onu bekliyordu. Anasının farkına varmadan çardağın altındaki ağaç sete oturdu. Kezban ana oğlunun bu hali gözlerinden kaçmadı. Her akşam sürüyü teslim ettikten sonra kendisine sarılan Ali’ye ne olmuştu? Dizlerine dayanarak ayağa kalktı. Oğlunun yanına gitti. Bir süre oğlunun yüzüne baktı. Ali ise başını kaldırmıyor, sürekli yere bakıyordu. Daha fazla dayanamadı:

-Oğul bu ne hal? Ne oldu sana? Hasta mısın?

Başını kaldırmadan:

-Yok ana hasta değilim.

-Eee, daha ne var?

-Bir şey yok ana.

-Var var, ben anayım hemen anlarım. Dur bakayım, yoksa bana anlattığın rüyadaki kızı mı gördün?

-Evet ana.

Kezban ana, sevinçle oğluna sarıldı:

-Ah benim canım evladım, demek gördün o kızı, desene evime gelin gelecek. Hele anlat oğul, rüyanda gördüğün kız mıydı?

-He ana o.

-Güzel mi?

-Çok güzel ana.

Çoban Ali, yaşadıklarını anasına tek tek anlattı. Kezban kadın konuşmadan oğlunun anlattıklarını dinledi.

-Çok sevimdim oğul. Baban yarın akşam gelecek ona da anlatalım mı? O da bilsin.

-Yok ana hele birkaç gün geçsin aradan, sonra anlatırsın.

Xxx

Köy, Çoban Ali’nin, Haviyanalı Gülşah’ı konuşuyordu. Kadirin Cemal’in kızı Fikriye gördüğüne anlattı, görmediğine de adeta haber yollamıştı. Kısa zamanda muhtar İhsan da duydu. Çoban Ali’nin sürüyü teslim edişindeki hali anlatılanları doğruluyordu. Her zaman neşeli olan Ali’nin yüzü gülmüyor, durgunluğu gözden kaçmamıştı. 

Dört çeşmesi olan köyün, çeşme başları o mahallenin genç kızları ile doluydu. Akşam sularını almak için kovalarla suya gelenler Çoban Ali’yi konuşuyordu. 

-Gitti kızlar gördünüz mü?

-Gitti ki ne gitti.

-Peşinden koştuğumuz çoban Ali gitti yabanın kızına gönül verdi.

-Fikriye’nin anlattığına göre kız çok güzelmiş.

-Öyle.

-Fikriye, ben böyle güzellik görmedim diyor.

-Aman sen de bakalım huyu da güzel mi?

-Anam derki insanın içindeki güzellik yüzüne de yansırmış.

-Yok canım, öyle değil. İnsanın içi kötüyse yüzü güzel, dışı çirkinse içi güzel güzelmiş.

-Bırakın içi dışı da kaptırdık köyün en yakışıklısını elin yabanına. 

-İçimizden birimizi beğenmedi, gitti kendisi gibi bir çobana aşık oldu.

-Kısmet bu kızlar kısmet.

-Ben daha bakmam yüzüne.

-Ben de.

-Ben de.

-Daha öyle azık hazırlamam.

-Anam hazırlayacak.

Xxx

Çoban Ali, içindeki yangını söndürmek için Kel Celal’in kahvehanesine gitti akşam yemeğinden sonra. Muhtar İhsan, kapıda Topal Mahmut ile oturuyordu. Ali’nin geldiğini görünce, seslendi:

-Gel Ali.

Ali, yan taraftaki boş sandalyeyi alıp yanlarına oturdu. Kel Celal, hemen çay alıp getirdi. O, her zamanki saygınlığı ile masa üzerindeki çayı eline aldı. İçine attığı küçük şeker parçasını kaşığı ile erittikten sonra bir yudum aldı. Muhtar ve Topal Mahmut onun hareketlerini takip ediyorlardı.

-Çobanlığın süresi de bitmek üzere Ali, dedi muhtar İhsan.

-Öyle İhsan emmi.

-Senden çok memnunuz. Eğer köylü kabul ederse, kar yağana kadar, sürüyü otlatmanı isteyeceğim, ne dersin?

-Nasıl isterseniz muhtar emmi.

-Havalar güzel gidiyor, köylü ekinini ekinceye kadar sürü otlatılsa iyi olur, dedi Topal Mahmut.

-Senden çok memnun kaldık. Öyle değil mi Mahmut?

-Öyle, sürüde herhangi bir zayiat olmadı, yabanın kurduna kuşuna bir koyun bile kaptırılmadı.

-Ormandaki yaylım bittikten sonra Kankana Yaylası’nda sürü yayılır. Açık alandır. Kurdu da olmaz çakalı da.

-Siz bilirsiniz muhtar emmi. Nasıl isterseniz ben öyle yaparım.

Muhtar İhsan, Kadirin Cemal’in kızı Fikriye’nin anlattığının doğru olup olmadığını sormak istiyordu ama bir türlü konuyu açamıyordu.

-Çit Düzündeki çeşmede sürü suya doyabiliyor mu?

-Hemen hemen muhtar emmi.

-Haviyana’dan gelen sürü de oluyor mu?

-Sürü görmedim ama oradan bir kız koyunlarını otlattıktan sonra o çeşmeden su içiriyor koyunlarına.

-Aman gözünü seveyim Ali oğlum, sürüyü susuz bırakma.

-Bırakmam muhtar emmi.

-Otun durumu iyi sanırım.

-İyi.

-Belli oluyor, koyunların karnı sırtından aşıyor.

Çayını bitirdi. Çok konuşmayı sevmeyen Ali’nin ağzından söz almanın mümkün olmadığını biliyordu muhtar. Ama Ali, eski Ali değil gibi geldi kendisine. Biraz daha durgunlaşmıştı sanki. Söylenenler doğru demek ki. Olacak, bekar, genç ve yakışıklı. O da evlenecek, çoluğu çocuğu olacak. Kız başka köyden ama olsun. Başka köylerden bizim köye, bizim köyden başka köylere az kız kocaya gitmedi mi? Bir de Ali’nin olsun, ne fark eder ki.

-Ben geçeyim eve muhtar emmi, sabahları erken kalkıyorum.

-Olsun Ali, selam söyle anana.

-Baş üstüne.

Kalktı, yavaş adımlarla evin yolunu tuttu. Akşamın karanlığında Çit Düzüne doğru baktı. Yıldızlar parlıyordu, Çit Düzünün üstündeki mavi gökyüzünde. O yıldızlardan biri benim hem de en parıldayanı. Kapının kolunu çevirmeden bir kez daha baktı Çit Düzünü. Az önce gördüğü yıldız, biraz daha yükselmişti.

Eve geldiğinde anası çoktan yatmıştı. Çok yoruluyor kadıncağız. Evin bütün işleri ona kaldı. Gülşah’ıma kavuşursam hafifleyecek işleri hatta elini sıcak sudan soğuk suya koydurtmayacağım. Gülşah’ım ona iş bırakmaz. Baş köşede oturtacağım onu da babamı da.

Kendi kaldığı odanın kapısını yavaşça açtı. Her zamanki yerinde duran gaz lambasını yaktı. Üzerini çıkardı. Yatağını açtı. Dik koyduğu yastığına başını koyup boylu boyunca uzandı. Bir süre tavana dikti gözlerini.  

(Devamı var)

YORUM EKLE