GÜMÜŞHANE ŞEHİR PROFİLİNE BAKIŞ

Dağların avucundaki şehrin en uzak yayla köylerinden biri olan Demirören Köyü’nde başlayan hayat seferinde kırk altıncı yılımın neredeyse ortalarına gelmek üzereyim. Yokluğun sefalet diye emzirdiği, ayaklarında yırtık bir çift cızlavut lastiği ve yamalı bir önlükle hayat imtihanının altına girdiğim o mahrum yılların her ne hikmetse hasretiyle yanıp tutuşuyorum. Ekmek Arası Domates kitabımda da ifade buyurduğum gibi hemen her Gümüşhaneli ile aynı ortak kaderi yaşadığıma inancım kavidir.

Evet, Gümüşhane. Tarihin bu geçiş ve maden şehri kimliğimizde gururla taşıdığım bir isimden ziyade atalarımın yurdu, doğduğum ve doyduğum cennet mekân ve yokluğuna rağmen asaletine hayran olduğum hüzünler şehri.

İklimi sert insanı mert” diye tabir edilen bu şehrin bir bireyi olmaktan her zaman onur ve gurur duydum. Çıkardığım eserler, yazdığım köşe yazıları ve Hayal Dükkânı adlı kültür sanat sayfamda bu hayranlığımı ve riyasız sevgimi görmektesiniz zaten.

Lakin bu şehrin en güzide şahsiyetlerinden biri olan Sayın Mahmut Oltan Sungurlu’nun her ne kadar “varlığından utanacağım hiçbir Gümüşhaneli yoktur” veciz sözünü ifade buyursa da bu söze ve Gümüşhaneli kimliğine ihanet edenleri gördükçe yüzümüzün kızardığını da ifade edebilirim.

Bu şehre bir gelen bir de giden ağlar” demiş ya büyüklerimiz maalesef bu sözü de neredeyse yalanlar olmuşuz son zamanlarda. Bu şehirde görev yapan ve adını Karaer Mahallesi olarak tarihe nakşeden Valimiz Mustafa Karaer’in değerli eşleri Merhume Necla Hanımla yaptığım telefon görüşmesinde onun ağlayarak bana Gümüşhane’nin o asil izlerinden bahsetmesi karşısında bende gözyaşlarımı tutamamıştım.

Bu şehirde görev yapan asker, polis, öğretmen ve diğer meslek mensuplarının hatıralarında Gümüşhane ve Gümüşhaneli profilinin apayrı bir sevgi, samimiyet, vefa ve de kadirşinaslık örneği olarak hayat bulduğu aşikârdır.

O muhteşem yıllarda daha muhteşem insanların misafirperverliği, bağ ve bahçelerinin cennet misali ihtişamı, halkının ve esnafının asaleti, doğruluğu ve çalışkanlığı dilden dile, gönülden gönle aksediyor ve Gümüşhane adı adeta bir marka, hamiline kart ve tavsiye mektubu özelliği alıyordu. Güzel yurdumun belki haritada bulunamayan ve maalesef tanınmayan bir şehri olsa da bu şehir tarihi özellikleri, kültürel değerleri, yetiştirdiği insan profili, coğrafi ihtişamı, geniş flora ve tabiat güzellikleri ve de en önemlisi asaleti ile tarihin vesikalarına altın harflerle yazılan altın yürekli insanların memleketiydi.

Ama ne olduysa sonradan oldu. Bir deli rüzgâr darbesiyle sanki o güzelim hasletlerimizi yele verdik. Asaletimizi sanki Harşit Çayı ile sele verdik. Sevdiklerimizi maalesef dile verdik. Ve bu şehri sanki başka ellere bile bile verdik. O asil ataların sanki bizler evlatları değiliz. Tılsım bozuluverdi. Birileri pimini çekti bu şehrin. Harşit Çayı gibi kirlendi yüreklerimiz. Sadece sebze ve meyvelerin genetiği ile değil insan profilimizi de tarumar ettik. Asaletimiz uçuverdi avuçlarımızın arasından. Çalışkanlığımızı yatan ve bekleyen bir nesle terk ediverdik. Çocuklarımız uçuverdi avuçlarımızın arasından bir mezbeleliğe doğru.

Ve ben şimdi gözlerim yollarda o muhteşem yılların muhteşem izlerini arıyorum. Ben Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevi’nin feyzini, Halit Zarbun’un asaletini, Mahmut Oltan Sungurlu’nun dürüstlüğünü, Aydın Doğan’ın memleket sevgisini, Rafet Ataç’ın sevdasını, Erkan Kocatürk’ün beyefendiliğini, Muzaffer Demirhan’ın cesaretini, Ali Beyaz’ın insanlığını, Kadir Paşa Akçay’ın muhabbetini, İsmail Akçay’ın vefasını, Turan Tuğlu’nun bilgi ve birikimini, Lütfi Doğan’ın inancını, Güneri Kadirbeyoğlu’nun çalışkanlığını ve Gıcık Aydın’ın saflığını ve güzelliğini arıyorum.
YORUM EKLE