Paşa'nın Petekliği (15)

Ay, Bayır Dağı’ndan yükseldikçe Çitikebir köyü daha da aydınlanıyordu. Köy aydınlandıkça meydanda toplanan kalabalık da gittikçe artıyordu. Bey kızı Mahur’un bu saate kadar gelmeyişi çoluk çocuk, kadın erkek herkesi meraklandırmıştı. Toplanan kalabalıktan ses çıkmıyordu. Gece kuşunun sesi, meydandakilerin kulağına kurşun gibi işliyordu. 

Topal Ömer’in kızı Mahur hatun… Bey kızı Mahur… İyilik meleği Mahur… Babası gibi düşkünlerin, yoksulların anası Mahur… Muhtar Karakelle İhsan, kara kara düşünüyordu. Bir bey kızını koruyamayan köylüler. Yok canım hemen de karamsar olmamak lazım… Bakarsın bir yerden çıkar gelir yanında seyis Celal ile birlikte. Apak olan atı ay ışığı altında geceyi daha da aydınlatır, herkesin yüreğine su serper. Olur mu olur.

Ya o soysuz Çakıroğulları ona bir kötülük yaptılarsa?... Bu köy, köy olduğu sürece o kara lekeyi alnından silemez. Rezil olur kasabaya, diğer köylere bir bey kızını koruyamadılar diye… Ne adamdı o Topal Ömer… Savaştan sağ dönen üç kişiden biriydi. Cephede omuz omuza savaşmıştı bu köylüler için. Savaştığı yetmiyormuş gibi köyün de babasıydı. Onun bize emanet ettiği kızını koruyamadık. Nasıl gideriz kasabaya? Nasıl bakarız milletin yüzüne? 

Guş Nene, elindeki meşeden asası ile evinden çıktı.

-Gel bakalım Zekiye, köylüler toplanmışlar meydanda çoluk çocuk.

-He nenem.

-Gidelim bakalım. Neden toplanmışlar biliyor musun?

-Bey kızı Mahur bu saat oldu gelmemiş nenem.

-Deme? O bu saate kalmaz.

-İşte ondan toplandılar nenem.

-Hadi gel çıkalım bakalım meydana.

-Çıkalım nenem.

Ay Bayır Dağı’ndan üç boyunduruk yükselmişti. Şimdi meydan daha iyi aydınlanmıştı. Herkes birbirinin yüzünü görüyordu. Gece kuşu ötmesini sürdürüyordu alaca karanlıkta. Hanımağa, kulakları gelecek olan bir silah sesindeydi ama bu saate kadar silah sesinin gelmemesini hayra yormuyordu. Mahur’umu bulsalardı çoktan ateş ederdiler. Ederdiler de armalarındaki bütün mermileri boşaltırlardı. 

Guş Nenenin geldiğini gören kalabalık hareketlendi. O, bastonuna dayanmış, kambur hali ile evi ile meydan arasındaki rampayı çıkmaya çalışıyordu Zekiye’nin yardımı ile. Onu görüp de oturanlar ayağa kalktı. Tam meydanın ortasına gelince kambur belini doğrultmaya çalıştı. Bütün gücünü elindeki bastonuna verdi, köylülere göz gezdirdi. Herkes ayaktaydı. O, köylülerden gözlerini ayırmıyordu. Ay ışığı altında puslu gördüklerini seçmeye çalışıyordu. Ceyhan, yanına gitti, koluna girdi:

-Gel nenem, Hanımağa şurada oturuyor, seni onun yanına götüreyim.

-Olur Ceyhan kızım.

Hanımağa’nın yanına gelince oflaya, puflaya oturdu. Kamburlaşmış elini onun omuzuna koydu.

-Çıkmayan candan umut kesilmez, dedi tık nefes.

-İnşallah nenem inşallah.

O, oturunca köylüler de oturdu. 

-Mahur cesur kızdır, yanında da babayiğit Celal var, korkma bir şey olmaz, gelirler birazdan.

-İnşallah nenem inşallah.

Xxx

Aras yolundan giden grup ile Orta Mahalle’den inen grup ana yolda birleştiler. Yolda birkaç köylüden başka gördükleri yoktu. Pazara götürdüğü öküzünü alıcı bulamayan Salihin Mehmet, kahya ile bir araya gelenlere “selam” verdi. Selamı alan kahya:

-Mehmet abi, belli ki en geç gelenlerdensin.

-Evet öyle oldu. Adamın biri bana öküzümü alacağını, akşama doğru gelip parasını verip alıp götüreceğini söyleyince bekledim. Ama ne gelen ne de giden olmayınca, aldım geri döndüm. Döndüm de sizler hayır ola niye böyle toplandınız?

-Hiç sorma küçük hanım hala eve dönmedi. 

-O bu saate kalmaz, nasıl dönmez?

-Biz de merak ediyoruz, onu aramaya çıktık. Yolda gördün mü onu?

-Yok görmedim.

-Sağol Mehmet abi, biz aramaya devam edelim.

-İnşallah bulursunuz.

-İnşallah.

Salihin Mehmet tam ayrılacaktı ki:

-Bakın bir şey söyleyeyim. Cicar Ali’nin bostanının oradan az önce dört atlı yanımdan kurşun gibi geçti.

-Ne zaman?

-Az önce dedim ya.

-Biz kimseyi görmedik Mehmet abi, yanılmış olmayasın?

-Ne yanılması, kurşun gibi yanımdan geçtiler, sizin de görmeniz lazımdı.

-Yok, biz kimseyi görmedik.

-Allah Allah.

-Öküz benimle olmasaydı ben de aramada sizlere yardımcı olurdum.

-Sağol, biz yol boyu aramaya başlayalım.

Salihin Mehmet yanlarından ayrılınca kahya adamlarına:

-Bu işte bir iş var. Cicar Ali’nin bostanı az ileride. Dört atlı Mehmet abinin yanından geçiyor ve bizler bunları görmüyoruz. Çakıroğlu Reşat ve kardeşleri kaç kişi, dört kişi. Bunlar Filerin Deresinde gizlenmesinler. 

-Olabilir.

-Ama niye gizlensinler?

-Yolda küçük hanımı görüp, derenin içerisine gizlenerek pusu kurmasınlar.

-Olur mu?

-Olur.

-İyi düşündün. Şimdi, buradan Çit Deresinin kenarına altı kişi iniyor. Çok dikkatli olacaksınız. Sakın ses çıkarmayın. Filerin Deresi ile Çit Deresinin kavuştuğu yere üçünüz, diğer üçünüz de dere boyunu takip ederek biraz uzaklaştıktan sonra ana yola geçeceksiniz. Kalan dört kişi ile ben, derenin bu geçesinde, üçünüz karşı geçede, üçünüz de dere içerisine gizleneceksiniz. Hemen, durmayın.

Kısa bir süre sonra herkes yerini almıştı. Kahya dere içerisine dönerek:

-Çakıroğlu, kardeşlerinle orada olduğunu biliyoruz. Hemen silahlarınızı atıp teslim olun. Yoksa ateş edeceğiz. 

Ses gelmeyince:

-Çıkın, her tarafınız çevrildi. Bir yere gidecek haliniz yok. Hemen çıkın ve teslim olun. On bir kişiyiz ve hepimiz silahlıyız. Kendine acımıyorsan kardeşlerine acı. Son defa söylüyorum, hemen çıkın ortaya.

-Çek git işine kahya, biz buraya yemek yemek için geldik. 

-Yemek yiyeceksin de fundalıkların arkasına gizlenmene gerek yoktu Çakıroğlu, sen bunu külahıma anlat. Çık diyorum. Bir daha demem, yoksa ateş edeceğiz.

-Ne diye ateş edeceksin Topal Ömer’in kahyası? Ateş et de görelim. Biz yemek yiyoruz. Burayı müsait gördük oturduk, atlarımızı da suya çektik.

-Bırak boş lafları soysuz, çıkın ortaya. 

Kahya kendi adamlarına döner:

-Her üç daldan ateş edeceğiz. Herkes hazneye mermi alsın. Ben ateş deyince ateş edeceğiz. Bu pislikler başka şekilde temizlenmez. Hazneye mermi sürün.

Yaban fundalıklarının arkasına gizlenen Çakıroğlu Reşat ve kardeşleri işin ciddi olduğunu anlayınca en küçükleri Süleyman:

-Abi, bunlar bizi burada öldürür, dereye atar balıklara yem ederler. Vazgeç bu inadından hem sen hem de biz canımızdan olacağız. 

-Korktun mu?

-Korktum tabi, ben bu yaşta ölmek istemiyorum. Kimseye kötülük yapmak istemiyorum. Siz ölmek istiyorsanız ölün, ben çıkıyorum.

Kısa bir sessizlik oldu. Kardeşler ay ışığı altında birbirlerine baktılar. 

-Tamam, ateş etmeyin çıkıyoruz, dedi Çakıroğlu Reşat.

-Ellerinizi havaya kaldırıp öyle çıkın.

Reşat ve kardeşleri gizlendikleri fundalıkların arasından elleri havada çıktılar. 

-İlerleyin. Biraz daha yaklaşın. Sakın ellerinizi indirmeyesiniz. İndiren alnına kurşunu yer, bilesiniz.

Kahya ve adamları ortaya çıkarlar. Mavzerler Çakıroğlu Reşat ve kardeşlerine dönüktü.

-Cemil dördünün de ellerini arkaya sıkıca bağla. Siz ikiniz de atları alıp getirin.

Kahya, elleri arkaya bağlanan kardeşlerin yanına yaklaşır ve Reşat’ın iki yakasından tutarak:

-Söyle ulan soysuz, Mahur nerede?

-Ben ne bileyim nerede.

Kahya okkalı bir yumruğu Reşat’ın çenesine kondurur.

-Söyle, Mahur nerede? Bir daha sormayacağım.

Yediği yumruğun etkisi ile sendeleyen Reşat, yavaş yavaş diklenir:

-Yolda geçtik. Yanında Paşa ve seyis vardı. 

-Umarım doğru söylüyorsun, Allah vere de ona bir şey yapmış olasın, ölümlerden ölüm beğen.

Yoldan gelenlerin olduğun u fark eden kahya, Reşat’ın yakasını bıraktı. Cicar Ali’nin bostanının üzerindeki dönemeci dönenler Mahur, Paşa ve seyis Celal’di. 

-Bunlar bizimkiler ağam, dedi Cemil.

Paşa, Mahur ve Celal kalabalığı görünce bir an duraksadılar. 

-Hayırdır kahya?

-Bunlar size pusu kurdular küçük hanım.

-Ya, öyle mi? Paşa sen doğru söylemişsin, bunlar bize pusu kuracaklar diye ama bizimkiler yetişip yakaladılar onları.

Paşa, Reşat’ın yanına geldi. Oldukça sert yumruk savurdu Reşat’a

-Bu kardeşlerini de senin gibi yapmaya çalışıyorsun. Yazık ediyorsun bunlara. Ben sana karşıma çıkma demedim mi?

-Ne yapalım bunları?

-Atlarına ters bağlayın, köye götürün. Cezasını Guş Nene versin.

-Doğru dersin.

Reşat ve kardeşlerini atlara ters bağlayıp yola koyuldular. Orta Mahalle’ye sapan yola gelince Paşa:

-Ben buradan devam ediyorum.

-Olmaz balcı Paşa.

-Olur, benim yanımda Keleş var. Pençe şimdi yiyor kendi kendini. Yolumuzu bekliyor. Eğer gitmezsek yıkar Ziridanın Deresini. Ha, Mahur’u aramaya geldiniz. Onu bulduğunuzu köye, Hanımağa’ya haber verdiniz mi?

-Doğru dersin, Cemil havaya üç el ateş et.

-Bizimle geleceksin Balcı Paşa.

-Olmaz bey kızı. Söyledim ya Pençe şimdi yolumuzu bekler. Yemini vereceğim, onu aç koyamam.

-Öyle olsun, sağ ol, ama seni konuk etmek isteriz, değil mi kahya?

-Elbette küçük hanım.

-Olur bir gün gelirim.

-Yolun açık olsun.

-Haydi bekletmeyin.

(Devamı var)

YORUM EKLE