Paşa'nın Petekliği (37)

Demir kapıya inen balyoz sesi Çökek Şelalesi’nden Çulçula Şelalesi arasında dönüp dönüp yankılanıyordu. Ardından bir daha, bir bir daha. Demir kapıya vurulan balyozların haddi hesabı yoktu. 

-Paşa Osman, ben Zaro, çık dışarı yoksa bu mağarayı başına yıkacağız.

Bu sesi çok iyi tanıyordu Paşa Osman. Savaş öncesi dağ taş demeden aramış ama bir türlü bulamamıştı. Çok sayıda Türk’ü, kadını çocuğu katletmişti.

-Zaro, it soyu, seni çok iyi tanıyorum. Yıllardır seni aradım. Şu şansa bak ki kendi ayağınla geldin. Şunu bilesin sen gebermeden ben ölmeyeceğim. Eceli gelen köpek cami duvarına işermiş.  

-Biz beş kişi sen bir kişi, kurtuluşun yok. Son duanı et, bu gece yok olup gideceksin.

-İstersen on kişi ol Zaro, birazdan kimin yok olacağını gözlerinle göreceksin.

Paşa Osman, Zaro’ya pabuç bırakmıyordu ama beş kişiye karşı nasıl mücadele edeceğini düşünüyordu. Balyozlar kapıya birbiri ardına inip kalkıyordu. Kapı bana mısın demiyordu. Kapının daha ne kadar dayanacağını bilemiyordu ama, bu balyozlar karşısında bir yerden kırılacaktı. Mağaranın derinliğine baktı. Birkaç kez gitmiş ama mağaranın sonunu bulamamıştı. Derinlikte ilerlemek de bu soysuzlardan kurtuluş anlamına gelmiyordu. Aklına Ermenilerin elinden aldığı silahları koyduğu mağara odası geldi. Gaz fenerini eline aldı, odaya doğru yürüdü. Feneri tutarak dışarıdan iyice inceledi. Zaro, bu odayı bulabilir mi diye düşündü. Kapı olduğu hiç belli olmuyordu. Olmaz diye düşündü ve geri döndü.

-Ne o Paşa Osman, dilini mi yuttun korkudan?

-Seni nasıl geberteceğim, onun planını yapıyorum it soyu.

-Hiç plan yapma, birazdan bu kapı kırılacak ve seni kapıda sallandıracağım.

-Hiç umutlanma soysuz, sabret.

Balyozlar ardı sıra kapıya inip kalkıyordu. Parabellum tabancasını eline aldı. Kapının sol üst tarafındaki demir pencereye yaklaştı. Çaprazdan dışarı baktı. Zaro’yu hemen tanıdı. Elinde Alaman beşlisi ayakta duruyordu. Yanında çok arayıp da bulamadığı Adam da vardı. İkisini etkisiz hale getirirse diğerleri ya bırakıp kaçacak ya da kapıyı kırmaya devam edeceklerdi.  

Pençe’ye eliyle “sus” işareti yaptı. Pençe arka ayakları üzerine oturdu. Gaz fenerinin ışığı altında Paşa Osman’ın hareketlerini takip ediyordu. Sessizce yaklaştığı pencereden parabellumun namlusunu çıkardı önce Zaro’ya, daha sonra Adam’a silahındaki mermileri boşalttı. Zaro ve Adam yere yıkıldı. Bir anda balyozlar durdu. Kapıyı döven Kevon, Kersan ve Vartan, neye uğradıklarını şaşırdılar. Kapıyı dövmeyi bıraktılar ve pencereye doğru seri ateş etmeye başladılar. Paşa Osman, çoktan pencerenin önünden çekilmişti. 

-Bana bakın soysuzlar ya buradan uzaklaşın ya da ölüme hazır olun. Zaro’nuz geberdi gitti. Adam da öyle. Üç kişi kaldınız, şöyle ya da böyle sizi de geberteceğim. 

-Beni de çok iyi tanırsın Paşa Osman. Benim adım Kevon. Yanımdakiler de Kersan ile Vartan. Çok düştün peşimize ama bir türlü yakalayamadın. Zaro ile Adam’ı öldürdün ama geride üç kişi daha var. Bu kapı şöyle ya da böyle kırılacak, o zaman bakalım ne yapacaksın?

-Seni de çok iyi tanırım, yanındaki itleri de. Sizin gibi çok it geberttim ben cephede. Gık bile diyemediler. Sizin gibi üç çapulcudan mı korkacağım?

Xxx

Paşa, yattığı yataktan aniden sıçradı. Gördüğü düş onu tatlı uykusundan uyandırdı. Gaz lambasının fitilini yukarı verdi. Oda aydınlandı. Dizlerini karnına çekerek oturdu. Gördüğü düşün etkisinden bir türlü kurtulamıyordu. Yataktan kalktı, üstünü giyindi. Duvarda asılı olan mavzerini arması ile aldı. Mavzeri omuzuna astı, armayı beline sıkıca doladı. Konağın dış kapısını açtı, dışarı çıktı. Keleş koşarak yanına geldi. 

Gece karanlıktı. Petekliğe gitmek oldukça zor olacaktı. Babası Paşa Osman’ın zor durumda olduğunu görmüştü düşünde. Yeniden içeri girdi. Gaz fenerini aldı, yaktı. Eline alıp yeniden dışarı çıktı, kapıyı kilitledi. Köyün çıkışına yürüdü. Aras yoluna varınca adımlarını hızlandırdı. Bir solukta Düz Tarlalardaydı. Rampadan Mehmetalilerin çeşmesine indi. Ziridanın Deresini karşıya geçti. Bu kez Petekliğe çıkan rampa yola tırmanıyordu ki Çökek Şelalesinde yankılanan sese kulak verdi. Yere oturdu. Uzandı. Nefesini tuttu. Dinledi. “Kapıyı kırmaya çalışanlar var, yürü pençe.” Elindeki feneri söndürüp taşın kovuğuna koydu. Yürümüyor, sürünüyordu. Petekliğe az bir yolu kalmıştı. Balyoz sesleri bu kez çok yakından geliyordu. “Anlaşıldı Keleş kapıyı kırmaya çalışanlar var, sessiz ol.”

Mağaranın kapısını görecek şekilde yaklaştı. Başını kaldırdı. İki kişi ellerinde balyozlarla durmadan demir kapıya vuruyorlardı. Ayakta duran diğerinin ise elinde silahı vardı. Yaklaştı. Karanlıkta kim olduklarını tanıyamadı. 

-Kimse kıpırdamasın! At elindeki silahı!

Havaya ateş açtı. 

-Yere yatın!... Baba, diye seslendi. 

-İçerideyim Paşa. Soysuzlara hakim ol, kapıyı açıyorum.

Paşa Osman, kapının anahtarını çevirmek istedi ama kilit açılmadı. Kapıya var gücü ile omuz verdi, kapının kilidi zorla da olsa açıldı. Sıra kapıyı açmaya gelmişti ama açılmıyordu. Mağara duvarına yukarı diklediği manivelaya gözü ilişti. İki adımda alıp kapıyı açtı, dışarı çıktı. Parabellumu Ermeni çetelerine çevirdi. 

-İçerideki ipi al da gel Paşa. Şunları bağlayalım. İkisini geberttim. Bunları da hallederdim ama biraz zaman alırdı. E, Kevon, Kersan ve Vartan. Şimdi Ne yapacaksınız? Zaro ile Adam geberdi. Sizler de ipte sallanacaksınız.

-Bak Paşa Osman, bizi askere teslim etme, sana bir teneke altını gömdüğümüz yeri söyleriz.

-Beni satın mı alacaksınız ulan it soyu. Ben bu vatan için kurşun yedim, bu vatan için çarpıştım. Sizin gibi soysuzlardan bu ülkeyi kurtardık. Senin bir teneke altınına mı tamahkar olacağım soysuz. Paşa bunları daha fazla konuşturmayalım. Şu gebermişleri mağaraya çek, kapıyı kilitleyelim. Bunları da alıp jandarmaya teslim edelim. 

-Olur baba.

Paşa, yerde cansız yatan Zaro ve Adam’ı çekerek mağaranın içine aldı. Kapıyı kilitledi. 

-Nasıl yapmışsın bu kapıyı ki kıramadılar baba?

-Kapıyı Şano Temel, Harıt’tan sırtında getirdi Şanalar’a kadar. Bu kapı onun kapısıdır. 

Paşa Osman önde, Kevon, Kersan, Vartan, onların da arkasında Paşa, peteklik rampasını indiler. Paşa, petekliğe çıkarken söndürdüğü gaz fenerini koyduğu yerden alarak yaktı. Sabah ışıkları ile kasabadaydılar. 

Sabah namazını kılanlar çay içmek için Hacı’nın kahvehanesine geliyordular. Hacı, kasabada kahvehaneyi ilk açanlardandı. Sabah namazına giderken çayı demler, namaz çıkışında kahvehaneye gelenlere çay verirdi. Hayri Ağanın hanının önünden çarşıya üç Ermeni çetesiyle giren Paşa Osman’ı görenler, çay içmeye davet ediyorlardı. 

-Ne dersin Paşa, içelim mi kasabalıların çayını?

-Sen iç baba ben bunları kollarım, zaten bir yere kaçacak halleri de yok. 

-Tamam, ben birkaç bardak içeceğim, sen de iç.

-Ben ayakta içerim baba.

Paşa Osman, selam verdi. Herkes ayağa kalktı, yerini veren vereneydi. 

-Oturun rahatsız olmayın.

-Gel Paşa Osman gel, sana canımız feda. Kim bunlar? 

-Bunlar Ermeni soysuzlarından kalan çeteler.

-Hala mı?

-Beş kişiydiler, ikisi geberdi, bunları da jandarmaya teslim edeceğiz.

Kahveci Hacı, oğlu Cemal’e seslenerek:

-Koş oğlum, jandarmaya haber ver, deki, Paşa Osman ağamız üç çete yakaladı, gelsin alsınlar.

-Hemen koşuyorum baba.

-Durma.

Cemal çarşı içerisinde hem koşuyor hem de bağırıyordu:

-Paşa Osman Ermeni çetelerini yakaladı! Paşa Osman Ermeni çetelerini yakaladı!

Cemal’i duyanlar çarşının başına hızla koşuyorlardı. Sabahın erken saatleri olmasına karşın Hacı’nın kahvesinin önünde iğne atsan yere düşmüyordu. Gelenler, Ermeni çetelerinin yüzüne tükürüyor, Paşa Osman’ın elini öpüyordu. 

-Yaşa Paşa Osman.

-Varol.

-Kahraman Paşa Osman.

-Yiğit Paşa Osman.

-Yiğitler yiğidi.

-Babayiğit.

Paşa Osman’ı yere göğe sığdıramıyorlardı. Az sonra Karakol Komutanı Fethi, beş jandarma eri ile geldi. Kalabalık, Paşa Osman’ın önünü açtı. Komutan Fethi, asker selamı verdikten sonra, eğilip elinden öptü. 

-Sana çok şey borçluyuz komutanım. Önce eşkıyalar, sonra bu çeteler. Köy köy aradık bunları, bulamadık. Yakalamak sana nasip oldu komutanım. 

-Kendi ayaklarıyla geldiler Fethi. İki leş de mağarada var.

-Hemen alalım onları komutanım, mağarayı kokutmasınlar. 

-Çok iyi olur. 

Kalabalık birbirine baktı. “İki leş de mağara da var.” 

-Demek ki, bunlar beş kişiydi, ikisini gebertti, üçünü canlı yakaladı. 

-İki leş daha var.

-Helal ki ne helal.

-Komutanım, bunları jandarmaya götürelim. Alay’a teslim edelim. 

-Ben daha sonra uğrar ifade veririm Komutan.

-Siz ne zaman isterseniz.

-Leşleri, Paşa’ya bir ekip ver, mağaradan çıkarsınlar. Mağaradan uzak yere çukur açıp gömsünler.

-Emredersin komutanım. 

Komutan askerlere dönerek:

-Sen ve sen, bunları karakola götürün. Diğer üçünüz Paşa ile gidip o ölüleri mağaradan çıkarıp gömün.

-Emredersiniz!

-Komutanım bunları bize teslim edin, dedi kalabalıktan birisi.

-Bize verin.

-Bize verin.

-Bize verin.

-Gebertelim onları.

-Devletimizin ekmeğini yiyecekler mahpushanede.

-Devletimizin ekmeği haram olsun bunlara.

-Yerken inşallah boğulurlar.

-Bize teslim edin, gebertip Harşit’e atalım.

Komutan, kalabalığın gittikçe hırslandığını, Ermenilere karşı öfkenin arttığını görünce:

-Bizim şanımıza yakışmaz arkadaşlar. Bunlar zaten ipte sallanacaklar, iki askerine dönerek, götürün, emrini verdi. 

Kevon, Kersan ve Vartan iki jandarma arasında çarşı içine aşağı yürümeye başladı. Görenler “yuh” çekiyordu.

-İpte sallanacaksınız.

-Gebereceksiniz.

-Kim yakaladı?

-Paşa Osman, oğlu Paşa ile.

-Helal olsun baba ile oğula.

-Oğul da babası gibi yiğitmiş.

-Helal olsun.

-Paşa Osman, kendi gibi bir babayiğit yetiştirdi.

-Yiğidin oğlu da yiğit olur.

(Devamı var)

YORUM EKLE