SAYILARLA MUHABBET

Vakti zamanında Gümüşhane’nin en köklü gazetesi Kuşakkaya Gazetesi’nde Hayal Dükkânı adlı sayfam “bu dükkânda her şey bedava” sloganıyla yayınlanıyordu. O sayfamız çok kısa zamanda büyük bir hayran ve okuyucu kitlesine ulaşmıştı. İleride inşallah o sayfayı yeniden yapmak nasip olur bizlere.

O sayfalarda severek verdiğim bir paylaşım vardı. Onu bu köşe yazıma konu olarak seçmemin gayesi vereceği mesaj açısından önem arz etmesindendir. Buyurun;    

Eğer dokuz canlı olsaydın
En çok sekiz kez kaçabilirdin ölümden
Bil ki yedi düvele sultan olsan dahi
Yerin altı mekân olacak sana
En fazla beş metre kumaş götürebileceksin
Kapatacaksın dört açsan da gözünü
Bu dünya üç günlük dünya
Azrail’in yanında iki kat olup yalvarsan da nafile
Elbet bir gün öleceksin
İşte o zaman her şey sıfırdan başlayacak

Dokuz canlı da olsa insanoğlu ancak sekiz kere ölümden kıl payı kurtulabilir. Bazı insanlar şanslıdır zannedilse de nihayeti ölümden kaçılamayacağı acı gerçeği vardır. Ve o gerçek er yada geç gerçekleşecektir. 

Yedi düvele sultan yâda padişah olsa, Nemrut yâda Firavun olsa nihayetinde tek mekânı yerin altı olacaktır insanoğlunun. Dünyanın en zenginlerinin gökdelenleri, malikâneleri, yatları, katları, sarayları, emrinde binlerce uşakları, arabaları nihayetinde servetleri hani bugün neredeler. Kendileri neredeler? 

Herkes eşit ölür değil mi? Vehbi Koç ne götürdü ki öte tarafa? Gümüşhaneli Hamdi’de beş metre kefenle gidecek öte tarafa diğerleri de, öyle değil mi. Mezar taşlarına yazılan Prof Dr, General, Başkan, Rektör kalabalık ve şaşaalı sıfatların aşağıdakine ne faydası olabilir ki?

Gözlerimizi dört açsak ne fayda. Nihayetinde Davud-u Tai’nin “Hangi güzel yüz ki toprak olmadı, hangi tatlı göz ki yere akmadı” demeyecek miyiz? O bakmaya doyamadığımız ela, yeşil, mavi, siyah yahut menekşe gözlerimizin nuru kara toprağa akmayacak mı? O güzelim gözleri yılanlar ve çıyanlar yemeyecekler mi?

İşte üç günlük dünya bize verilen. İlk gün ana rahminden dünyaya merhaba dediğimiz “geldik”, ikinci gün çok uzun sandığımız aslında bir göz açıp kapamadan ibaret olan “gördük” ve nihayetinde üçüncü gün dört kolluya binerek asıl hakiki yurda işte “gidiyoruz.”

Azrail kapıyı tıklattığında keşke demeye başlasan ne fayda. İki büklüm olsan ve bir fırsat daha desen Azrail aldığı emri yerine getirmeyecek mi sanıyorsun. Evet, her güzel yâda kötü filmin bir nihayeti yani bir sonu vardır. O son asıl olandır. Ve biz o sona doğru yürüyoruz.  

Ve işte bir gün öleceğiz. İşte o gün musalla taşına konan bedeninin önünde dostların ah-u figan da etseler bir süre sonra seni toprağa verip debdebeli hayatlarına geri dönecekler. Ve bir müddet sonra da tamamen unutacaklar seni. Ölüm ibret olmayacak kimseye tıpkı diğer ölümlerin olmadığı gibi. Devam edeceğiz yalan dünyanın sihrine aldanarak.   

Ve hepimiz nihayetinde sıfırlayacağız her şeyi. O halde bu kibir neden, bu bilmişlik neden, bu vurdumduymazlık da neyin nesi? Evet, her şey madem sıfırdan başlayacak nedir bu heyula, nedir bu stres, nedir bu debdebe? Bu hırs ne için, bu biriktirmenin sonu ne zaman gelecek, ne zaman dur diyeceksin ihtiraslarına?
YORUM EKLE