Ara
Gümüşhane
Kapalı
2°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,7078 %0.01
50,2018 %0.06
5.909,06 % 0,12

ÇİÇEK AÇAMAYAN TOMURCUK

YAYINLAMA:

Yasa boğularak yaşlanırız hepimiz. Yas almak yaş almak gibidir. Yas alınca yaşta alırsınız. 

Halbuki herkes genç olmak ister. Yas yaşı da sel misali doldurur göz kapaklarınıza. O sel göz pınarlarınızdan oluk oluk boşanır. Hem gözünüz yaşlanır hem de ömrünüz yaşlanır. 

Ömür dediğimiz her gün altı delik bir torbaya doldurduğumuz azık gibidir. Siz sürekli doldurdum sanırsınız. En son bir bakmışsınız bomboş bir torba kalmış elinizde. Azık azalmış, hayat kısalmış. Fakat o yaşamış olsa idi ömür ona çok yakışacaktı. Boyu boylanacak, kelamı dinlenecek, kalemi köklenecekti. Annesi, babası, kardeşi, abisi, arkadaşları, sevdiği yaş almayacak ve gözleri yaşlanmayacaktı. Eğer yaşasa idi onun torbası sağlam olacaktı. O dolduracak sofrası bollanacak, dili tatlanacaktı. Babası köyün kahvesinde sıcak çay dağıtacak, ona da verecekti. Çayın demi çökecek ama babasının yüreği çökmeyecekti. Sahi o gideli babası çaya küser olmuştu. Arada gönlünün nağmelerini tellerine bağladığı, sesinin yankısını haykırdığı bir sazı vardı. Sazı elsiz, sözü dilsiz kalmıştı. Saza söz, söze öz gerekirdi. Özü, sözü, yüzü güzeldi. Halbuki daha söyleyecek türküleri vardı. Şimdi annesi sessiz ağıtlar yakıyor ona. Sessiz, ıssız ağıtlarının kıvılcımı göğe varıyordu. Gök deliniyor ve yaş akıtıyordu. Sahi onun özlemine gök de yaşlanmıştı. 

Annesi yemekler pişiriyor ama tadını veremiyordu. O gideli dilinin, elinin, gönlünün tadı da tuzu da kalmamıştı. O küçücük halleri geliyordu gözünün önüne. Hatırına geliyordu bebekliği. Güzel bir bebekti. Bağrına basıyor, kokluyor, ak sütü ile besliyordu. Bilseydi daha çok koklar, daha çok sever, daha çok öperdi. Keşke ellerini hiç bırakmasaydı. Evlat yürek yarası, umut yuvası, kalp sızısıydı. Anne olmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Gönlünün hüznünü dindiremiyordu. Yere düşmesine dahi dayanamadığı yavrusunu toprağın kucağına koymuştu. Her gün elinde testisi ile mezarına gittiği yavrusuna göz yaşlarını akıtıyordu. Testi ağlıyor, toprak ağlıyor, anneler ağlıyordu. Ah ölüm hiç acı vermeden olur muydu? Ömrümüzü neye versek yine de sonuç değişmeyecekti. Nasıl öldüğünü, nasıl acı çektiğini bilmese de hayatındaki boşluk, yeri doldurulamayacak bir çaresizlik artık hep onunlaydı. O yoktu, o solmuştu, hatta hiç çiçek açamamış bir tomurcuktu. Arkasında gidemediği ve gelemediği yollar, yiyemediği yemekler, giyemediği damatlık, ağlayan bir sevda bırakıp gitmişti. Kız kardeşinin ak gelinliğinin üzerine kuşağını bağlayamamıştı. Daha küçük kardeşine neler neler alacak, arabasıyla onu diyar diyar gezdirecekti. Hayalleri hayatına yetmemişti. Yaşanmamışlıkların derin sızısı yaşayanları yaşlandırıyordu. Taze fidanlar dahi tohum olup topraktan serpilmişti. Almış götürmüştü güzel sözlerini, kalem tutan ellerini, fidan gibi boyunu. Boynunu bükük bırakmıştı ölümünden boynu bükülenlerinin. Yaş alamadan, yaşayamamadan çekip gitmişti. 

Kalbimizin ince sızılarına, yürek yaralarımıza, acılı ve dualı sonsuz selam ve minnetle...

Necmettin YILMAZ acısına...

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *