Gençlik Nereye Gidiyor?
Her sabah uyandığımızda haberleri açarken içimizde beliren o tarif edilemez korkunun adı artık alışkanlık oldu: “Bugün yine hangi genç, hangi umut toprağa düştü?” Bir intihar haberi daha, bir cinayet, bir kayıp... Gözlerimiz yaşlı, kalbimiz sıkışmış, ama dilimizde aynı cümle: “Çok üzücü… Allah ailesine sabır versin.” Ve iki gün sonra unutuyoruz. Hafızamızdan silinip gidiyor bir ömür, bir gençlik, bir hikâye. Ama unutan sadece biz miyiz? Yoksa sistem mi unutulmak üzere mi kuruldu? Sorulması gereken çok acı bir soru var önümüzde: Gençlik neden yaşamaktan vazgeçiyor?
Oysa intihar edenlerin birçoğu “başarılı” olarak tanımladığımız gençler. İyi bir eğitimi tamamlamış, kariyeri olan, geliri fena sayılmayan, şehirli, kültürlü, kılık kıyafeti yerinde… Ama içi boşalmış, umutları körelmiş, hayatla bağı kalmamış. Bir şeyler eksik. Bir yerde büyük bir hata yaptık ve hâlâ anlamamakta ısrar ediyoruz. Çocukken dayatılan başarı hikâyeleri, büyüyünce mutluluğa dönüşmüyor. Üniversiteyi kazanmak, iş bulmak, para kazanmak… Hepsi bir yarış. Ama kimse sormuyor: “Neden yaşıyorsun?” Kimse o gencin iç dünyasını merak etmiyor. Kendini yalnız hissediyor, değersiz hissediyor, dinlenmiyor, görülmüyor. Çünkü biz “başarılı çocuk” yetiştirmeye odaklandık ama “mutlu insan” yetiştirmeyi unuttuk.
Yalnızlık, çaresizlik, anlam kaybı... Ruh sağlığı hâlâ “abartılmış bir konu” gibi görülüyor bu coğrafyada. Psikolojik destek almak hâlâ ayıp. "Ne derler" korkusu hâlâ kol geziyor. Birçok genç gözyaşlarını kendi yastığına anlatıyor. Ailesiyle konuşamıyor, çünkü dinlenmeye değil, yargılanmaya alışmış. Arkadaşlarına açılamıyor, çünkü rekabet duygusu samimiyeti öldürmüş. Ve sonunda sessiz bir çığlık bırakıyor arkasında: “Ben artık dayanamıyorum.”
Peki ne yapmalıydık? Ruh sağlığını, fiziksel sağlık kadar ciddiye almalıydık. Psikolojik destek hizmetlerini yaygınlaştırmalıydık. Aile içi iletişimi güçlendirmeliydik. Okullarda sınav başarısından önce duygusal zekâyı, empatiyi, dayanışmayı öğretmeliydik. Gençlere sadece “ne iş yapacaksın” değil, “ne için yaşıyorsun” diye sormalıydık. Yargılamadan, küçümsemeden, etiketlemeden dinlemeliydik. Çünkü bu ölümler kader değil. Bu ölümler önlenebilir. Yeter ki görmezden gelmeyelim. Yeter ki iki gün sonra unutmayalım.
Bu yazı bir isyan değil sadece; bir çağrı… Bir genç daha sessizce aramızdan ayrılmasın diye. Bir anne daha evladının odasında donup kalmasın diye. Bir baba daha mezar başında “Ben neyi göremedim?” demesin diye.
Gençlik nereye gidiyor? Bu sorunun cevabını aramak, sadece devletin, uzmanların değil; her birimizin sorumluluğu. Sadece konuşmak değil, çözüm üretmek zorundayız. Çünkü gençlik susuyor, ama sessizlikleri kulaklarımızda çınlayan en büyük çığlık.