Ara
Gümüşhane
Kapalı
5°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5828 %0.06
49,6682 %0.03
5.743,41 % -0,05
CUMHURİYETİN ADALET KARNESİ

CUMHURİYETİN ADALET KARNESİ

YAYINLAMA:

Cumhuriyet, 102 yaşında.

Bir asırlık bu yolculukta, özgürlük kadar tartışılan bir kavram daha var: Adalet.

Kuruluşundan bugüne, Türkiye’nin demokrasi tarihi aynı zamanda adaletle imtihanının hikâyesidir. 

Cumhuriyet, adalet üzerine kuruldu.

Çünkü adalet olmadan özgürlük, eşitlik, hatta bağımsızlık bile uzun ömürlü olamazdı.

“Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” diyen Atatürk,

adaleti yalnızca hukuk sistemiyle değil,

devletin tüm vicdanına işlemişti.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, ülke işgalden yeni kurtulmuştu. Cumhuriyete karşı isyanlar, hainlikler, iç karışıklıklar yaşanırken kurulan İstiklal Mahkemeleri, devleti ayakta tutmanın acil aracıdır. Ama aynı zamanda, “adalet mi, mecburiyet mi?” tartışmalarını da beraberinde getirdi. Bu mahkemeler, düşmanla iş birliği yapanları cezalandırırken, bazı masumları da “devrimin hızı” içinde ezdi.

Kimi için “kurtuluşun zorunlu adaleti”,

kimi içinse “devletin ilk acele yargısı” olarak kaldı.

Cumhuriyet bu dönemde adaleti, güvenliği korumak için feda etmenin eşiğinde tanıdı.

Ve belki de o gün atılan bu adım, sonraki yıllarda güç karşısında hukukun eğilmesinin ilk gölgesini düşürdü.

27 Mayıs 1960’tan 12 Eylül 1980’e,

12 Mart’tan 28 Şubat’a kadar her darbe döneminde adalet, darbecilerin baskın silahlı gücünün baskısı altında, adil değil zalim oluyordu. 

Yassıada Mahkemeleri, idam sehpasına yürüyen Başbakan Menderes’in sessiz adımlarını tarihe kazıdı. Orada hukuk, vicdanın değil, gücün kaleminden yazıldı.

12 Eylül’de “bir sağdan, bir soldan” diyerek kurulan idam dengeleri, hukukun değil, korkunun düzenini kurdu.

28 Şubat’ta “brifingli yargı” ifadesi literatüre girdi. Mahkeme salonları adaletin değil, sistemin meşruiyet alanına dönüştü.

Her darbe döneminde hukuk, iktidarın elindeki bir araç, toplumun gözünde ise bir yaraya dönüştü.

Geldiğimiz noktada, Cumhuriyet’in 102. yılına girerken hâlâ şu sorulara net bir yanıt arıyoruz:

Adalet, bağımsız mı?

Yargı siyasetin gölgesinden çıkabildi mi?

Ve en önemlisi: vatandaş, hakkını ararken adalete hâlâ güvenebiliyor mu?

Bugünün Türkiye’sinde, mahkemeler artık toplu yargılamalarla değil, uzun tutukluluk süreleriyle, bitmeyen davalarla, sosyal medya linçleriyle konuşuluyor. Hukuk metinlerde var ama bazen vicdanlarda tam olarak yankı bulmuyor.

Oysa Cumhuriyet, sadece kurumlarla değil, adaletle taçlanmış bir rejim olmalıydı. Cumhuriyet’in gerçek temeli, ne yalnızca Meclis’tedir, ne Anayasa’dadır. O temel, tarafsız ve adil yargının ortaya çıkardığı adalet ilkesidir.

102 yıllık bu adalet karnesi bize şunu söylüyor:

Adalet sadece hâkim kürsüsünde değil,

bir öğretmenin notunda,

bir gazetecinin kaleminde,

bir yöneticinin kararında yaşar.

Yargı reformlarından önce, vicdan reformuna ihtiyacımız var.

Cumhuriyet’in 102. yılı, bir kutlama değil, bir öz değerlendirme olmalı.

Adaletin tarihsel yükünü görüp, geleceğe daha eşit, daha özgür, daha güvenilir bir hukuk mirası bırakmanın zamanı.

Çünkü adalet varsa Cumhuriyet yaşar.

Ve ancak adalet yeniden güçlü olursa,

Cumhuriyet ikinci yüzyılında hak ettiği olgunluğa kavuşur.

İstiklal Mahkemeleriyle başlayan adalet yolculuğu, darbelerin karanlık duruşmalarından geçerek bugünlere geldi.

Ama bu hikâye henüz bitmedi.

Cumhuriyet’in ilk yüzyılı, ayakta kalmanın mücadelesiydi.

İkinci yüzyılı, adil kalmanın mücadelesi olmalı.

Yargısı bağımsız, hukuku saygı gören,

haklının hakkını koruyan bir Türkiye,

Atatürk’ün bıraktığı mirasa en büyük saygıdır.

Belki de Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı,

gerçek anlamda “adalet yüzyılı” olursa,

işte o zaman kuruluş ideali tamamlanmış olacak.

Yaşasın Adaletle Yükselen Cumhuriyet!

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *