ŞÜKRETMEZ MİSİNİZ?
Harabat ehlini hor görme Zakir,
Defineye malik viraneler var.
Erzurumlu İbrahim Hakkı (Hz)
On dakikalık bir filmin yılın en iyi kısa film unvanını kazandığı ve sinemada gösterime gireceği açıklandı. Filmi izlemeye gelen büyük bir kalabalık toplandı. Seyirciler salona girdi ve film oynamaya başladı ama bir gariplik vardı...
Film başlayalı altı dakika olmasına rağmen ekranda aynı sahne vardı, kamera açısı sadece bir odanın tavanını gösteriyordu. Yedinci dakika da sahnede bir değişiklik olmadan geçince, seyirciler şikâyet etmeye başladılar ve bazıları zamanını kaybettiğini söyleyerek salonu terk etmek istedi...
Aniden kamera açısı tavandan yere indi ve omurilik felci olan, tamamen engelli bir çocuk görüldü. Şu cümle yazılıydı:
'Bu engelli çocuğun hayatının her saatinde gördüğü sahnenin sadece sekiz dakikasını size sunduk ve siz bu sekiz dakikaya bile katlanamadınız. Hayatınızın her saniyesinin değerini bilin ve şükredin.'”
Evet, Gümüşhane’nin en uzak ve en mahrum bir dağ köyü olan Demirören’de bir tandırın kenarında hasırlar üstünde -altı yaşında menenjit hastalığı ile sağır ve dilsiz kalan- bir annenin doğurduğu evlat olarak ve 32 yıllık öğretmenlik hayatının 22 yılını özel öğrencilerle geçiren bir öğretmen olarak farklı duygular içinde oldum hep.
Güncel moda tabirle Empati dediğimiz aslında hâlden anlamak olan bu durumda kendimi oldum olası onların yerinde gördüm her daim. Bazen yolda yürürken iki gözümü kapatır acaba onlar nasıl yürüyor, nasıl bir yerlere çarpmıyor diye iç muhasebesinden geçtiğim zamanlar olmuştur.
Bazen kendi kendime derim ya acaba onlar mı engelli, bizler mi? Geçenlerde Gümüşhaneli bir genç kızımız sadece dinleyerek ve elleriyle okuyarak Kuran’ı Kerim’i ezber etmiş girdiği tüm yarışmalarda dereceler almış, müftülükte Kuran Öğretmeni olarak görev almış ve üstüne Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Yüksek Lisans yaparken biz sağlam olanlar bir ezan duasını ezberlemek için adeta beyin yakıyoruz.
Engelli olmak veya doğmak onların elinde mi ki toplum olarak onların hayatlarına bizlerde engeller çıkarmaya devam ediyoruz. Toplumda onlar da var ve onları da toplum olarak kazanmak zorundayız.
Ama gelin görün ki şehirlerde ne kaldırımlar ne ev ve işyerlerin girişleri ne araçlar engellilere kolaylık sağlamaktan epey uzaklar.
Güzel bir karikatür var ya hani. Bir binayı yapacak olan mimar tekerlekli sandalyeye oturmuş ve o duruma göre binayı dizayn ediyor.
Bugün elli altı yaşımın ortasında şunu gördüm ve idrak ettim ki engel onlarda değil biz engelsiz zannettiğimiz bizlerin ta kendileridir.
Bugün Gümüşhane’de Hamdi engelli değil onu bu hale sokan bizler engelliyiz. Bayburtlu Ahmet’i en yakinen tanıyan biri olarak ona engelli diyenin aklına şaşarım ben. Zira o Ahmet Allah’ı her halinde zikreden, ibadetlerini yapan ve bu haline rağmen şükredebilen yüreği koskocaman bir Allah dostudur.
Bunca verdiği nimetlere rağmen sorarım sizlere;
“Allah’ını tanımayan, adını zikretmeyen koskoca profesörler mi engelli, yoksa günahsız olduğu ve Rabbimin Cennetine alacağı konuşma ve işitme engelli ama beş vakit namazını sadece (Arrah, Arrah) diyerek kılan Rahmetli annem Halime Sultan mı engelli?”