SİZ,SİZ MİSİNİZ?
YAYINLAMA:
( mahalle baskısı)
İnsan kişiliği ve fiziksel özellikleri doğduğu yerdeki tabiat şartlarından bile etkilenmekte saç ve göz renginden çene yapısına kadar bütün biyolojik özelliklerini çevresinden almaktadır. Konuştuğu dilin kişinin çene yapısındaki kemikleri her ülkede başka şekillendirdiğini uzmanlar söylemektedir. Bunun yanında kutba yakın soğuk ve nemli kuşaktaki Vikinglerin torunları olan İsveç Norveç, Finlandiya gibi ülkelerde insanların çoğu beyaz tenli, sarı saçlı,mavi gözlü iken, ekvatora yakın tropikal kuşaktaki ( 0-30 enlemler arası )sıcak ve nemli bölgelerin insanları siyah saçlı ela gözlü ve siyah tenlidirler. Bütün bunların yanında birde yaşanılan bölgelerin insanın kişilik yapısı hatta düşünce yapısı üzerindeki etkileri vardır ki; asıl bu konu üzerinde durmak gerekir.
Nasıl ki bir bölgede yetişen bitki toplulukları o iklime göre şekilleniyorsa; nasıl ki Akdeniz ikliminde ve Karadeniz ikliminde yetişen bitkiler farklılık gösteriyorsa; insanlarda yaşadığı bölgenin kültürel değerleri ve düşünce yapısıyla kodlanır. İlk kez karşılaştığımız Erzurumlu yada Edirneli bir insanla tanışırken O’ na bireysel bir insan gibi değil, Erzurum’un yada Edirne’nin bir yansıması olarak bakarız. Yaşadığı yerin kodlarıyla onu kabul ettikten sonra onun bireysel özelliklerini görmeye çalışırız.Fakat Erzurumlu oluşu baskın bir fotoğraf olarak hafızamızda saklı kalır.Bu nedenledir ki; biz aslında bireysel bir varlık gibi kendimizi düşünsekte “biz biz değiliz.” Ailemizin ve mahallemizin bize yüklediği davranış şekillerini , inançlarını, düşünce sistematiklerini “bir taşıyıcı” gibi muhafaza eden toplumsal bir varlığız. Bize ait olduğunu düşündüğümüz düşünceler bizim değildir; ilkokul, lise yada üniversite öğretmenimizin, büyük annemizin, büyük babamızın yada mahallemizin görüşüdür. Burdaki “mahalle” mecazen kullanılmıştır. Sadece ikamet ettiğimiz mahali değil,okulundan camisine ilçe ve ili de kapsayan sürekli iletişim içerisinde bulunduğumuz geniş bir sosyal alanı ifade eder. İnsanın duygu dünyasının gelişiminde ,kişilik ve kimlik kazanmasında mahallenin etkisi çok büyüktür. Mahallemiz bizi bir yandan pişirirken bir yandan da bizi kontrol altında tutmayı, bizi yönlendirmeyi ve bizim adımıza karar vermeyi önemser. Bizler mahallenin sessiz buyruklarına çoğu zaman farkında olmadan uyarız. Omun isteklerini yerine getirirken “neden ve nasıl” sorularını sormak aklımızdan geçmez. Buyruğu kabul ederiz ve ona karşı gelmeyiz. Çünkü mahalleye karşı gelmek ağır veballer gerektirir.Ayrıca konfor alanımızı bozmak istemediğimizden ona karşı durmak istemeyiz. Bireysel hareket edip mahalleye karşı durursak külfetine katlanmamız gerekir. Korkaklıktan hainliğe hatta ajanlığa varan bir sürü hakarete maruz kalıp yalnız bırakılmakla cezalandırılırız. Bu konu bir sohbet sırasında dile gelmişti ve sohbette bulunanlardan birisi demişti ki; mahalleye bir tek peygamberler karşı çıkabilmişlerdir, onların da başlarına gelenleri biliyoruz, çekmedikleri çile kalmamıştır.
Mahalleye karşı gelmek doğru mudur?
Aslında her zaman doğru değildir. Mahalli kültür gelenek ve görenekler toplumsal yakınlığı sağlamada, tasada ve kederde yardımlaşma ve dayanışmayı hiçbir baskıcı güç olmadan kendiliğinden kolluk kuvveti gibi yapabilen büyük bir güçtür. Onu korumak ve ona bağlı kalmak toplumun çoğunlukla yararınadır. Peki o zaman böyle bir faydalı kurumu neden tartışıyoruz ? Tartışıyoruz çünkü bu güç, toplumsal hizmetini yerine getirirken aynı zamanda toplumu oluşturan bireyler adına düşünme, onlar adına karar verme ve bazen yanlışta ısrar etme gibi otokratik kuralları da bünyesinde barındırır. Bizim hangi yazarın kitaplarını okuyacağımıza ,hangi filmi seyredeceğimize, hangi şiirleri seveceğimize ve hangi siyasi partiye rey atacağımıza bizim adımıza mahalle karar vermek ister. Kan davaları ,töre cinayetleri, küçük yaştaki kız çocuklarının evlendirilmesi, gibi yanlış bulduğumuz geleneklerde yine mahallenin öğretilerindendir. İşte tam da burada eğer “biz biz olmak” istiyorsak toplumsal kabulün ortaya koyduğu düşünceleri önemseyerek bireysel düşünme yeteneğimizi de geliştirmek zorundayız. Evet bu öğrenilmiş kültür değerleri ve toplumsal kabuller binlerce yılın birikimidir ancak değişen şartlara göre güncelliğini yitiren yada değişmesi gereken alanlarda vardır ki işte bu zamanda herkese bireysel söz söyleme hakkı doğmaktadır. Bizim coğrafyamızda genel kabul, bizim adımıza bir otoritenin karar vermesi yönündedir. Böyle düşünmeyi daha konformist ve daha güvenli buluruz. Sanırız ki otoritenin düşüncesi mutlak doğrudur ve onu örselemek topluma zarar verir. Sanırız ki biz kendimizi ifade etmeye kalkarsak hatta bunu aklımızdan dahi geçirirsek kutsal yapıyı yıkmış olacağız.
Konuya biraz açarak tartışmaya yol açmayacak şekilde şu soruları kendimize sorarak mahallenin gücünü tanımaya çalışalım.
-İnanç Bakımından:
Hindistan’da doğanların Hindu olmanın,Vatikanda doğanların Hristiyan olmanın,israilde doğanların Musevi olmanın,Mekkede doğanlar için Müslüman olmanın ,Norveç’te doğanlar için ateist olmanın ötesinde bir inanca sahip olma şansları ne kadar olabilir?
-Düşünce ve dünya görüşü bakımından:
İstanbul’un Beşiktaş ilçesinde yada İzmir’de doğanların sol görüşlü,Yozgat yada Konya’da doğup aynı görüşe mensup aile içerisinde büyüyen çocukların milliyetçi ve muhafazakar olmalarının dışında bir görüşe sahip olma şansları ne olabilir?.
İlahiyatçıların görüşü ve değerlendirenleri teolojik ( inanç temelli) açıdan olacağından,.muhtemeldir ki hepsinin cevabı aynı olacaktır.Bu soruyu onlardan pek çoğuna sordum ve aynı cevabı aldım. Merak eden okuyucularımız da kendileri sorarak onların görüşlerini öğrenebilirler.
Ama olaya çıplak gözle ve felsefi açıdan bakınca , toplum bilimi gözüule başka yönleriyle ele alınca, yaşayarak öğrendiklerimizi de katınca cevap verirken kafamız yanıyor…!
Henüz hiçbir medeniyetle tanışmamış, ekvator ormanlarının içerisinde yaşayan bir yerli kabile üyesi olsaydık ,onların inançlarının dışında bir düşünceye sahip olabilir miydik? Benim cevabım : “hayır.”
Yeni Zelenda yerli halkı olan Moriler ve Avusturalya yerlileri olan Aborjnler nasıl oluyorda askeri kıyafet gibi aynı giyinip aynı tepkilere sahip olabiliyorlar. İçlerinden farklı biri çıksa dese ki “Ben sizin inancınızı yanlış buluyorum. ”Başına neler gelir sizce…!
….
Baskı ve çıkar grupları:
Bir fikir,amaç yada ortak çıkar uğrunda bir araya gelen, siyasal otoritelerin kararlarını kendi çıkarları doğrultusunda etkilemeye yönelik faaliyette bulunan gruplardır. Sivil toplum örgütleri,sendikalar, dernekler, lobiler,cemaatler vb.
Burada yer alan başlık çoğumuzu tedirgin etmiştir ve hemen şu aklımıza gelmiştir. “Ben hiçbir zaman “çıkar” için bir grupta bulunmadım; benim tek derdim ülkem, davam, milletim devletim içindir.” Bu başlık sosyal bilimcilerin bir sınıflandırmasıdır, Bana ait bir ifade değildir .Yine onların tespitlerine göre: İnsan çıkarlarını sever, çıkarcı bir varlıktır;her ne amaçla olursa olsun birincil önceliği kendi yararını düşünmektir.
Bu guruplara gönüllü olarak katılan bireyler de bu grupların mahalle baskısına maruz kalırlar. Grubun gücünü kendi çıkarları için kullanmanın yararına inanan bireyler aynı zamanda grubun yanlışlarını görmezden gelmek zorunda kalırlar.
Tartışma yaratmamak adına çok uzaklardan bir bir örnek vererek konuyu biraz açalım : Mısırda gönüllü olarak oluşan bir grupta çok değer verdikleri bir alim olan Seyyit Kutup’un kitaplarını yüzlerce kez okuyup, onu kutsayan ve ondan başka yazılan hiçbir kaynağı önemli görmeyen fertleri düşünün. Birisi düşünse ki: “Bu gün başka bir kitap elime geçti bazı konularda bizim alimimizden daha güzel düşünmüş”. Grup onu ayıplayacak ,dışlayacak diye bunu dillendiremeyecektir. Oysaki dünyanın her yerinden ve herkesten öğrenebileceğimiz çok şeyin olduğu bilimsel bir gerçektir. İdeolojik olarak bir araya gelen gruplarda da benzer davranış kalıpları en katı şekilde görülür. Bireysel düşünmeyi ve fikir beyan etmeyi veya bir başkasının görüşünü ileri sürmeyi sevmezler. Sizin siz olmanıza müsaade etmezler.
Hem Hristiyanlık dininde hemde bizim dinimiz İslam’da var olan mezhepçilik konusunu bir düşünelim.1000 yıl önce benim mezhep imamım bu konuda böyle demiş ve içtihat(*) kapısı kapanmıştır “diye düşünen bir gurubun mensubu olup, kendini ifade edememek doğru mudur? Dünya değişiyor ve toplumsal ihtiyaçlar değişiyorsa içtihat kapısı nasıl kapalı kalabilir. Günümüz alimlerinin bir meseleye çözüm önerisi konusunda görüş beyan etme yetkileri neden olmasın ? Günümüz alimlerinin Mezhep imamlarının isabetli olmayan görüşlerini revize etmeleri ve günümüz şartlarına göre yeni çözüm üretmeleri nasıl günah kabul edilebilir.?
Bunlar bizim kişisel görüşlerimizdir. İsabet etme ihtimali kadar eksik yada yanlış ifadelerde olabilir. İşin en daha doğrusunu bu konularda benden çok kafa yoran bilim insanlarımız bilir. Mutlak doğruyu ise yüce Yaratan bilir.
…………………………………….
(*) içtihat: Bir konuda elden gelen çabayı sarfetmek, bir şeyi elde edebilmek için olanca gücü harcamak” demektir.
Kaynak; İslam ansiklopedisi
Yorumlar
*
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *