AYDIN İNSAN

 İnsanlık âlemi tarih boyunca her zaman “aydın insan”  manasına muhtaç olmuştur.

“Aydınlık” kavramı; altın gibi leke kabul etmeyen, saflığı ve sadeliği ifade eden bir kavramdır.

“Bilgili ve eğitimli olma özelliğine sahip olan kişi” anlamına gelişten tutun da, her türlü icat ve yenilikleri yapanlara kadar geniş bir yelpazede tanım karşılığı bulabilecek bir kavram olan “aydın insan” ın asıl tanımını ayrıntılarda değil, insanlık onurunun ayakta durmasında gösterdiği mücadelede aramak gerekir.

Aydın insan, her şeyden önce onurlu insandır. Hem kendi, hem de tüm insanlığın onurunu düşünen, bu uğurda mücadele eden insandır.

Onurlu insan ise; insan fıtratının gereği olan yararlı davranışları destekleyen, insan fıtratına aykırı olan davranışlara ise bütün kuvvetiyle karşı çıkan ve onlarla medeni ölçüler içinde mücadele eden insandır.

Kendi onurundan çok başkasının ve tüm insanlığın onurunu düşünen, “onur” kavramını “ben ve menfaat merkezli” kabul etmeyip, evrensel bir değer olarak kabul eden kişi gerçek anlamda aydın kişidir.  

Aydın kişinin bir diğer önemli özelliği ise “cesur olmasıdır.”

Korkak insan aydın olamaz. Çünkü, korktuğu için doğruları göremez, görse bile doğruları söyleyemez, araştıramaz ve savunamaz. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” bananeciliği içinde olur.

Günümüzün en büyük problemi ise, insanların hak ve doğruları savunmadaki ürkekliği ve korkaklığıdır.

21. Yüzyılda insanlar çok şeyin zengini oldular ama, onurlu hak aramanın hâlâ fakirliği, ürkekliği ve korkaklığı devam etmektedir.

İnsanlarımız, medeni ölçüler içinde “hak aramayı” bilmiyor. Diğer bir ifadeyle insanımızda “hak arama körlüğü ve korkaklığı” bulunmaktadır. Halbuki, dinimizde bile hak aramada gösterilecek cesaret çok önemli görülmüştür. Bu nedenledir ki, İslam âlimleri, ‘cesaretin’ meşru kabul edilen normal şekline ‘şecaat’ demişlerdir. Şecaat ise; bir insanın dinî ve dünyevî hukuku için canını feda eder derecede hakkını araması ve meşru olmayan şeylere karışmamasıdır.

İnsanların medeni ölçüler içinde hak aramalarının en kolay olduğu dönem belki de içinde yaşadığımız bilişim çağıdır.

Evinizden çıkmadan, yorulmadan, telefonlarla, faxlarla, e-maillerle, sosyal medya ağları ile hak aramanın en kolay şeklinin yaşandığı günümüzde insanlar haklarını arayamıyorlarsa, korkuyorlarsa, daha doğrusu kendilerini sanal korku çemberi içine hapsediyorlarsa, bu insanlara ‘aydın insan’ demek mümkün müdür?

Bir insan; yaşadığı köy, mahalle, şehir ve ülkedeki olumsuzluluklara duyarsız kalıyorsa, bu insan isterse beş üniversite bitirsin, ‘aydın insan’ tanımı kapsamına girmiş olabilir mi?

Haklarını bilmeyen, hak aramasını bilmeyen ama iş dedikoduya gelince günlük mesaisinin yarısını dedikodu ve gıybetle geçiren insanlar aydın insan olabilirler mi?

Nüfuz sahibi olmak, zengin olmak, meşhur olmak, makam sahibi olmak, çok sayıda üniversite bitirmek ‘aydın kişi’ olmanın şartlar değildir.

Bu zamanda aydın olmanın en önemli şartı, insanların haksızlıklar karşısında medeni ölçüler içinde hak arama cesareti gösterebilmeleridir.

İnsanlar, öncelikle küçük – büyük demeden hem kendilerine, hem de tüm insanlara yapılan haksızlıklara, zulümlere cesaretle ama medeni ölçüler içinde karşı çıkmasını bilmelidirler. Bir diğer ifadeyle “Hakkın yanında yer almak, hakkı, doğruyu hep ayakta tutmak…” Çünkü, aydın olmanın gereği budur.

Yazımızı, Merhum Mehmet Akif Ersoy’un  “Aydın İnsan” tanımını içinde barındıran mısralarıyla sonlandıralım:

 

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!

Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!

Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!

YORUM EKLE