Çamur Dağının Kızı (46)

Cemal öğretmen öğrencilerin yıl sonu karnelerini dağıttı. Yaz dinlencesinde ne yapmaları gerektiği konusunda önerilerde bulundu. Özellikle kitap okumalarını ihmal etmemelerini söyledi. Birlikte sınıfları boşalttılar. Okulun bahçesinde sınıf sınıf sıra oldular. Sultan, bayrak gönderine geçti. Hep birlikte ulusal marşımızı okuyup, bayrağımızı göndere çektiler. Cemal öğretmen:

-İyi tatiller!

Öğrenciler hep bir ağızdan:

-Sağol, deyip ellerinde karneleri ile köyün içindeki evlerine koşarak dağıldılar. Önlerinde üç aylık bir dinlence vardı. Cemal öğretmenin ise çok önemli bir işi vardı, Çamur Dağından on torba toprağı taşımak.

Çantası elinde eve geldi. Kız kardeşi Çeşminaz, evin önünde Zeynep ile oturuyordu. Cemal’i görünce ayağa kalktılar. 

-Kimi çekiştiriyorsunuz?

-Ne çekiştirmesi abi, seni konuşuyorduk. Şu dağdan taşıyacağın toprağı.

-Düşünmeyin ve de konuşmayın, ben o toprağı önce Zeynep için daha sonrada törenin kaldırılması için taşıyacağım.

-Çok güveniyorsun kendine.

-Evet.

-Aç mısın?

-Yok. Şu çantamı al, ben kahvehaneye gidip bakayım muhtar orada mı?

-Yok abi, az önce atı ile havuzun yapıldığı yere gitti. Arkasında da çimento yüklü beş eşek vardı.

-Desene babam havuzu bitirdi. Ben yine de kahvehaneye gideyim. Hayati abin nerede Çamur Dağının kızı?

-O da kahvehaneye gitti.

Pek uzak değildi kahvehane. Köydeki teyzesinin evine çok benziyordu. Toprak damlı, iki tane küçük pencere ile tipik bir Anadolu eviydi. Kapısı işlemeliydi. Anlattıklarına göre, Çamur Abbas kapıyı, Rumlar köyden gittikten sonra kilisenin kapısını sökerek getirip monte etmişti. 

Kapıda Çamur Abbas ile Hayati oturuyordu. Masanın üzerinde iki bardak çayı görünce onun da çay içesi geldi. “Selam” verdi. Abbas:

-Gel öğretmen, otur hemen çayını getireyim.

-Olur Abbas abi.

Gelen çayına tek şeker atıp karıştırdı. Yudum aldı. Hayati ile göz göze geldi.

-Okul tatil artık Cemal.

-Evet abi. Zor bir yıl oldu ama çok mutluyum, çocukların hepsi de sınıfları geçtiler. Çok zeki buranın çocukları.

-Okuma yazma bilmeyen de kalmadı.

-Evet.

-Büyük iş başardın.

-Görevim abi, devlet bize onun için para veriyor.

Çaylar bitince, Hayati, Çamur Abbas’tan tazelemesini istedi.

-Ne yapıyorsun ne zaman taşıyacaksın toprağı?

-Anamı bekleyeceğim. Babam yarın köye gidecek, anam da onunla gelecek. Ben olmadan sakın Cemal toprağı taşımaya kalkmasın diye babama sıkı sıkı tembihledi.

-Haklı kadın.

Xxx

Havuzun duvarları bitti. Köylüler derin bir “oh” çektiler. En çok da zorlarına giden yumurtanın beyazını sarısından ayırmaktı. Çevre köylerden satın aldıkları yumurtalarla yüzlerce yumurtanın sarısını ayırmışlardı. Evlerde kaba koydukları akını Horasan harcı için getirirken, sarısını da evlerde yiyorlardı. Yeniler yumurta sarısının sayısını unutmuşlardı.

-Ben bir daha yumurta yersem yediden yetmişe şart olsun.

-Al benden de öyle Sümüklü Salih. Nereye baksam yumurta sarısı görüyorum.

-Bende bir oğlan var arkadaş, bayılıyor yumurta sarısına. Hanım da çok iyi değerlendirdi o sarıları.

-Yok arkadaş. Benim hanım, kümeste tavuk saklama, ben bu evde yumurta görmek istemiyorum diye sıkı sıkı tembihledi.

-Ben birer hafta arayla tavukları kesip, çoluk çocuk yiyeceğiz.

-Yok daha neler. Allah’tan ne arıyorsun, bedavadan yumurta yedik. Çocuklardan bize yumurta kalmıyordu. Tereyağında omleti çok güzel oluyor arkadaş.

-Ben bol soğanlısını seviyorum.

Yumurta konusu uzar giderken, muhtar ile Osman usta, havuza gelecek suyun arkına baktılar. Kısa mesafede olmasına karşın mutlaka kanal yapmak, ya da boruyla suyun havuza getirilmesi gerekiyordu.

-Avara kasnaklar, dedi muhtar, her şey bitmiş gibi oturuyorsunuz. Havuzun çevresi tel ile çevrilecek. Su kanalı yapılacak. Sümüklü Salih, sen yarın vilayete gidiyor Goloşun Hakkı’dan dikenli tel alıp geleceksin. Osman usta bu kağıda kaç metre alınacağını yazdı. Senin katırın var, teli getirir.

-Olur muhtar.

-Osman usta diyor ki, havuzun taban betonunu dökmede bana iki kişi yeter diyor. Yarın yine iki kişi hayvanlarıyla Sümüklü Salih gibi kasabaya gidecek Sucu Refik’ten boruları alıp gelecek. 

-Ben giderim, dedi, Sönmez Hasan.

-Bir kişi daha.

-Ben de giderim muhtar.

-Peki Dursun, kaç metre boru alınacağını Osman Usta buraya yazdı. Bu uzunlukta boru getireceksiniz.

-Tamam muhtar.

-Kambur Ali’nin Enver ile Salih’in Mehmet, Osman ustaya amelelik yapacak, havuzun taban betonu dökülecek. Diğer geri kalanlar da borunun geleceği güzergahta kanal açacaklar. De, haydin gidelim. Benim çok çay içesim var. Ne dersin Osman usta.

-İyi olur muhtar.

-Biz de para yok.

-Sizde ne zaman para oldu ki?

Xxx

Kahvehanede çaylarını yudumlayarak yorgunluk atan köylülerin keyfine diyecek yoktu. Havuzun yapımı kısa sürede bitmişti. İşin zor olanı tamamlandı. Taban betonu dökülecek ve havuz içten sıvanacak, açılacak güzergaha boru döşenip su kaybı yaşanmadan havuza bağlanacaktı.

-Suyun kaynağına kapkaç yapılıp borunun ağzına süzgeç konulacak muhtar, borunun içine bir şey gidip de tıkamasın diye.

-İş sende Osman usta, sen ne dersen o olacak. Çok sıkı çalıştın ve havuz nerede ise bitti sayılır.

-Geriye çalışmanın ince detayları kaldı muhtar, onu da beş on güne bitiririz. Ben yarın sabah köye gideceğim. Hanımı alıp geleceğim. Atını alabilir miyim?

-Sorman ayıp Osman usta.

-Sağol, üç gün sonra da Cemal toprağı taşıyacak.

-Ben Ömer ile Gogoçların Salih’e tembihledim. Toprağı çıkarıp eleyecek, torbalara dolduracaklar. Öğretmen, sadece taşıyacak.

-Cemal toprağı çıkarıp torbalara o doldurmayacak mı?

-Hayır, şimdiye kadar nasıl yaptıysak Cemal öğretmene de onu yapacağız.

-İyi, ben kalkayım. 

-Birlikte kalkalım. Yolda iki ikiye konuşmam gerekiyor seninle.

-Hayırdır?

-Yolda konuşuruz.

Muhtar, kendilerinin ve diğer köylülerin çay paralarını Çemiş Hasan’a ödeyip kalktılar. 

Yolda birlikte yürürken konuyu Osman ustaya nasıl açacağını düşünüyordu Muhtar İsmail. Osman usta, muhtarı düşünceli görünce soramadan edemedi:

-Hem yolda konuşuruz dedin hem de konuşmuyorsun muhtar.

-Ya Osman usta, nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum…

-Söyle muhtar. Ben fazla para istemiyorum.

-Konu para değil usta.

-Ya ne?

-Benim Ömer’i tanırsın.

-Tanımaz olur muyum, iyi çocuk, terbiyeli.

-Geçen anasına söyledi, anası da bana. Senin kız…

-Ne olmuş benim kıza?

-Senin kıza talip usta… Hanımın söylediğine bakarsak birbirlerini de seviyorlarmış. Kızın da hanım hanım bir kız. Ehli namus, güzel ahlaklı. Hazır senin hanımı da yarın gidip getireceksin, bir hayırlı iş için gelmek isteriz.

-Kızı isteyen bin kişi alır bir kişi muhtar İsmail. Hele köye gidip hanımı alıp geleyim. Sana haber veririm.

-Sağol usta. Yarın sabah erkenden Ömer atı hazırlar.

-Tamam.

-Sönmez Hasan, Dursun ve Sümüklü Salih de yarın gidecekler. Vilayete gittikten sonra atı Sümüklü Salih’e teslim edersin o getirir.

-Sağol muhtar, iyi akşamlar.

-İyi akşamlar usta.

Osman usta evin kapısına kadar geldi. Gaz lambası içeride yanıyordu. Kapıyı çalmadı. Evin duvarının dibindeki tahta iskemleye oturdu. Tabakasını cebinden çıkardı. Oldukça kalın bir sigara sardı. Yaktı. Gökyüzüne doğru üfledi. Ay, dolunaydı. Geceyi ışıl ışıl yapıyordu. “Çamur köyünden bir kız alacağız bir kız vereceğiz öyle mi? Ben de kulak misafiri oldum Çeşminaz ile Ömer’in konuşmalarına ama bugüne kadar anası bana bir şey söylemedi. Cemal’in de haberi yok demek ki, olsaydı o söylerdi bana. Çocuklar büyüdü Osman usta. Evde, Köroğlu ile yalnız kalacaksın. Cemal evlendiğinde, hangi yerde öğretmenlik yaparsa oraya gidecek Zeynep’le. Çeşminaz da evlenirse koca evinde kalacak. Biz evlendiğimiz günlere döneceğiz Aliye hatunla.”

Öyle dalmıştı ki kapının açıldığını duymadı. Çeşminaz, sigara kokusunu alınca dışarı çıktı.

-Baba, ne yapıyorsun burada?

Sigara kendiliğinden öyle yanmıştı ki nerede ise tuttuğu parmaklarını yakacaktı. Sigarayı yere attı. Ayağı ile ezdi.

-Hiç kızım oturuyordum, hava çok güzel.

-Abim içeride istersen içeri gel, çay demlemiştim.

-Çay çok içtim ama bu havada çay içilir. Getir bana bir bardak. 

-Çay ile bir şey ister misin?

-Yok kızım.

Cemal de dışarı çıktı. Babasının dışarıda oturmasına bir anlam veremedi. 

-Bir şey mi oldu baba, neden içeri gelmedin?

-Bu güzel hava her zaman bulunmaz öğretmen bey, hele sen de bir çay al da gel.

Gogoçların gevezesi hiç susmuyordu. Gece öten guguk kuşunun sesine karışıyordu onun havlaması. Zeyneplerin kapısındaki dut ağacındaki cırcır böceği de tıpkı Gogoçların gevezesi gibiydi, o da susmuyordu. 

-Ben yarın gidiyorum, ananı alıp geleceğim. Muhtar atını verdi, vilayete kadar gideceğim onunla. Kasabaya Deli Kadir’le giderim. Yarın muhtarın oğlu Ömer ile Gogoçların Salih, getireceğin toprağı çıkarıp eleyerek torbalara dolduracaklar. İstersen sen de onlarla git, torbaların yerini görmüş olursun.

-Nasıl olur, toprağı ben çıkarıp torbalara ben doldurmayacağım mı?

-Yok töre öyle değilmiş. Köyden iki kişi torbaları hazırlıyormuş.

-O zaman aynı gün akşama kalmaz ben torbaları taşırım baba.

-O kadar da kendine güvenme, bir taşımaya başladın mı ne kadar zor olacağını göreceksin.

-Çay var baba, içersen bir tane daha koyayım, dedi Çeşminaz.

-Olur kızım, öyle anlaşılıyor ki bu çay bizi gece uyutmayacak.

-Ondan değil, yarın gidip anamı göreceksin ya.

(Devamı var)

YORUM EKLE