Canboğul (33)

Günler günleri kovalıyordu. Ağır kış yavaş yavaş yerini bahara bırakıyordu. Karlar eriyor, kuru dereler bile coşuyordu. Eriyen karlar Avliyana köyünün içini adeta balçığa çeviriyordu. Kış mevsiminde buzdan yürünmeyen köy içindeki yollar şimdi de balçıktan yürünmüyordu. Bundan da en fazla çile çeken ise kadınlardı. Dışarıya çıkan çocuklar, üstü başı çamur içerisinde evlere girmeleri evin içinin de çamurlanmasına neden oluyordu. Çamur olmasın diye yollara serilen samanlar da yarar sağlamıyordu. Çocukların oynamasına da engel olunamıyordu. “Çamurlarda oynamayın” öğütleri de fayda vermiyordu. 

Her yeni gün bir umuttu köylüler için… Güneş çamurları kurutacak, çamursuz bir köye kavuşacaklardı. Çamurdan kurtulmak için damlardan atılan ve kümbet haline gelen karların da erimesi gerekiyordu. Kar yığınlarının erken erimesi için köyün içindeki sokaklara savruluyordu, eridikçe çamurla kaplı olan köy içi daha da çamur oluyordu.

Zigana Geçidi gibi Abdal Musa Tepesi de hala apaktı. Üç bin metreden fazla yüksekliği ile gökyüzüne doğru yükselen Abdal Musa Tepesi, güneşli havalarda cam gibi parlıyor, göz kamaştırıyordu. Eriyen karlar kuru derelere hayat verirken Çit Deresi’nin suyunun da kabarmasına, sabun köpüğüne benzer güzellikte akmasına neden oluyordu. 

Bağ ve bahçelerde karlar erimişti ama hala çamur halindeydi. Bu nedenle köylüler, bağ, bahçe ve bostanlarına gitmiyor, sadece hayvanlarıyla bir kış ahırlarının dışına yığdıkları hayvan gübrelerini taşıyorlardı. 

Deli Osman, sırtında bir torba ile köyün yokuşuna doğru yürüyordu. Lastikleri, pantolonu adeta çamura belenmişti. O, lastiklerine yapışarak yürümesini engelleyen çamurları, gördüğü bir taşa sürerek çıkarmaya çalışıyor, yeniden yürümesini sürdürüyordu. 

Osman’ın torba ile geldiğini gören Can:

-Osman nereye?

-Yaylaya gidiyorum.

-Yayla şimdi kardır gidilmez, deli misin sen?

-Akıllı olsaydım gider miydim?

-Bırak şimdi de gel, o torbanın içinde ne var?

-Akıl var.

-Akıl mı?

-He akıl, ihtiyacın varsa sana da veriyim.

-Benim aklım bana yeter.

-Senin akla ihtiyacın var.

-İhtiyacım mı var?

-Evet, sende akıl olsaydı gidip dünyanın ucundan kız sever miydin? Sanki bizim köyümüzde kız yokmuş gibi.

-Anladım, gel hele otur. Üstün başın hep çamur, ayakların da ıslanmıştır, hasta olacaksın. 

-Sen kendini düşün ben hasta olmam.

-Neden?

-Ben zaten akıl hastasıyım.

-Gel dostum gel, sen hasta değilsin ama böyle giderse hasta olacaksın. Torbanı yanıma bırak eve git, üstünü başını değiş gel. 

-Yok, böyle daha iyi.

-Sen beni dinle, yoksa düğünüme çağırmam seni.

-Olur mu Can abi, hemen üstümü değişip geliyorum.

-Ha değiştiklerini getir anam yıkasın.

-Olur benim Can abim. 

Seher Hatun, elinde kovalarla dışarı çıktı, omuzluğu aldı, çeşmeye doğru yöneldi.

-Dur ana ben getiririm suyu, sen yorulma.

-Olur mu oğlum, gören ne der sonra?

-Ne derse desin ana, umurumda değil.

-Ayıptır oğlum, erkek omuzlukla suya gider mi?

-Kadınlar, kızlar gidiyor da erkekler niye gitmesin ana?

-Bugüne kadar erkeklerden çeşmeye su almaya giden olmamıştır.

-Olsun ana ben ilk olayım, ver bana.

Anasının elinden kovalar ile omuzluğu aldı. Bir elinde kovalar, diğer elinde omuzlukla köyün çeşmesine geldi. Çeşmede üç genç kız hem sohbet ediyor hem de kapları yıkıyordular. Can’ın kovalar ve omuzlukla geldiğini görünce gülüştüler. 

-Hayırdır kızlar bana mı gülüyorsunuz?

-Yok, dedi Bayramın Cemil’in kızı Cemile.

-Çekilin de kovaları doldurayım.

-Ne o anan çamaşır mı yıkıyor?

-Bilmem, o gelecekti su almaya elinden aldım ben geldim.

-Bu köyde kız bulamadın da vardın dünyanın ucundan kız alacaksın, bakalım o kova ile su taşımasını biliyor mu alacak olduğun kız? diye sordu Paşa Osman’ın kızı Sultan.

-O da sizin gibi köylü kızı.

-Madem köylü kızı alacaktın bu köyde yok muydu? sorusunu soran Cemil’e ile diğer kızlar gülmeye başladı. Can, aldırış etmeden:

-Kenara çekilecek misiniz?

-Gel doldur, kenara çekilmemize ne gerek var.

-İyi, siz bilirsiniz.

Can, omuzluğu çeşmenin üzerine bıraktı. Kovanın birini doldurmak için kurunun altına tuttu. Dolan kovayı kenara koydu. İkinci kovayı dolduracaktı ki, doldurduğu kovanın devrilmesi ile geri döndü. Kızları ise bir gülme aldı.

-Hanginiz devirdi kovayı?

-Ben devirmedim.

-Ben de devirmedim.

-Ben de devirmedim.

Dolan kovayı, bu kez ayağının yanına koydu. Dökülen kovayı da doldurdu. Her ikisini de omuzluğa taktı. Omuzluğu omuzuna astı. Kovalar çalkalanıp içinden su dökülmesin diye her iki eliyle de tuttu. Kızlar yeniden gülünce:

-Ne oldu kızlar?

-Valla ne olsun, dedi Paşa Osman’ın kızı Sultan, sanki kırk yıldır omuzunda su taşır gibisin.

-Öyleyimdir. Hadi işinize bakın.

Xxx

Avliyana’da, karlar yeni yeni erimeye başlamışken Ciharlı köyünde kadınlar bağ, bahçe ve bostanlara akın ediyorlardı günün güneşi ile. Ciharlı’da bu günlerde patatesleri dikmek gerekiyordu. Patateslerin dikiminden sonra fasulyeler dikilecek. Beyaz lahanalar, salatalıklar, domatesler takip edecekti dikimi. 

Meryem ana, kızı Ayşe ile evlerinden az uzakta bulunan bostana gidiyordu. Yolları Laz Hasan’ın kahvehanesinin önünden geçiyordu. Mahmut emmi ile Laz Hasan, kahvehanenin dışına attıkları oturakta oturuyor, çaylarını içiyorlardı.

-Bugün güneş çok güzel ısıtıyor Laz Hasan.

-Öyle Mahmut emmi, artık bizim buraların baharı geldi. 

-Geldi Laz Hasan, bereketli bir yıl olur inşallah.

-İnşallah.

Meryem ana kahvehanenin önünden geçerken:

-Ne mutlu size, gam yok, kasavet yok. Kadınlar çalışsın sizler oturun.

-Yapma Meryem ana, biz bu yaştan sonra çalışamayız.

-Niye çalışamazsınız, yerken yiyorsunuz.

-O iş ayrı, çalışmak ayrı.

-Haydi kızım, hazır güzel güneş varken değerlendirelim.

Meryem ana ile Ayşe, bostanlarına doğru yönelirken, daha önce köye gelen kamyon yine Laz Hasan’ın kahvesinin önünde durdu. İçinden yine toptancı Cemil indi. Mahmut emmi ile Laz Hasan’a “selam” verdi. Laz Hasan içeriye “Ömer, üç çay ile bir de oturak getir” diye seslendi. 

-Hoş geldin, dedi Mahmut emmi, hayırdır yine sevkiyat mı var?

-Öyle Mahmut ağa.

-Nereye?

-Ardasa’ya.

-Ne sevkiyatı var?

-Şeker.

-Şeker mi, o kadar şeker bitti mi Ardasa’da?

-Bitmedi.

-E, daha ne sevkiyatı?

-Şişman Mahmut, yine telgraf çekti. Köylerinde cenaze varmış, ona gitmiş. O gün de Ardasa’ya sulu sepken yağmış. Şeker çuvallarının on beş kadarını satmış, on beş çuval da ardiyedeymiş. Ardiyeye su dolmuş ve çuvalları su basınca şekerler erimiş. 

-Yazık oldu.

-Yazık da ne yazık. On beş çuval şeker ne demek Mahmut ağa? 

-E, şimdi de şeker mi istiyor?

-Evet, otuz çuval olsun dedi.

-Şimdi biz otuz çuval daha şeker mi götüreceğiz?

-Öyle Mahmut ağa.

-İmkansız. Sen buralara bakma, Zigana’da nereden baksan iki metreyi aşkın kar vardır. Hele gideceğimiz yol, esintiden dolmuş, geçit vermez.

-Doğru dersin Mahmut ağa ama Şişman Mahmut şeker bekliyor.

-Ne yalan söyleyeyim Cemil kardeş, Zigana geçit vermez. Ardasa tarafını geçtik diyelim ama bizim taraftan dağı çıkamayız. Hem yol kapalıdır hem de bu mevsimde çığ tehlikesi vardır, bunu böyle bilesin. 

-Sen bir çare bulursun Mahmut ağa, onun için senin yanına geldim. Durumu bildiğim için sana geldim. Merak etme bu kez ücretinizi daha yüksek tutacağım.

-Çuvallar arabada mı?

-Evet.

-Ne dersin Laz Hasan, aşabilir miyiz dağı?

-Bilmem ki Mahmut emmi, sen yolu bizden daha iyi bilirsin.

-Bilmesine bilirim de nasıl etsek bilmiyorum.

-Sen yine şeker çuvallarını yıktır benim kahvehaneye. Abdullah, Dursun, Temel ve diğerleri ile konuş, bir çözüm yolu bulursun belki.

-O zaman Ömer’i yolla da diğerlerini çağırsın.

-Ömer, bize üç tane daha çay getir de duydun, git diğerlerini çağır gelsin.

-Olur Hasan emmi.

Abdullah, Dursun, Temel, Ömer, Kadir, Cemal, Kemal, Süleyman, Osman, Halil, Mustafa, Mehmet ve Şükrü on beş dakika sonra Laz Hasan’ın kahvehanesine geldiler. Toptancı Cemil’i görünce sevkiyat olduğunu anladılar. Toptancı Cemil’e “Hoş geldin” dedikten sonra, kahvehanenin önünce yarım ay şeklinde Ömer’in getirdiği oturaklara oturdular. 

-Arkadaşlar, Ardasa’ya şeker sevkiyatı için geldi toptancı Cemil. Bilirsiniz biz hep birlikte gideriz. Ne dersiniz?

Sonradan gelenler birbirlerine baktılar. Abdullah hepsinin adına:

-Sen nasıl uygun görürsen emmi.

-O zaman çaylarınızı için, çuvalları arabadan yıkın, kahvehanenin bir köşesine istifleyin.

-Tamam emmi, dediler. Şeker çuvalları yıkıldı. Toptancı Cemil, yıkma ücretini ödedi. 

-Bu para da sevkiyat parası Mahmut ağa, ben gidiyorum. Çuvallar size emanet.

-Tamam, yolun açık olsun.

(Devamı var)

YORUM EKLE