Canboğul (36)

-Durmayın! …durmayın!... Çabuk olun! … çabuk olun! … beni takip edin çığ geliyor!...

Katırlara bir solukta bindiler “deh” deyip, dağın zirvesine doğru hızla sürmeye başladılar. Katırlara durmadan “deh” diyorlardı. En arkadan giden Cemal, son anda çığ altında kalmaktan kıl payı kurtuldu. Katırlar öyle telesiyordu ki, alıp verdikleri nefes buhar olup Zigana’nın havasına karışıyordu. Sağlam bir yere gelen Mahmut emmi durdu, diğerleri de. Geldikleri yere doğru bakmaya korkuyorlardı. Çığın geldiği yerde adeta kar bulutu yükseliyordu. 

-Gördünüz mü az kalsın çığın altında kalacaktık. Bizim yol açtığımız yerden değil, durduğumuz yerden çığ geldi. Çok ucuz kurtulduk uşaklar, çok ucuz kurtulduk. 

Herkesin yüzü soğuktan değil, korkudan apak olmuştu. Katırlar gibi onlar da derin derin nefes alıyordular. Katırlardan indiler. Mahmut emmi, dizlerini kırarak oturdu. Güneş, arkadan vuruyordu. Hem onların hem de katırların gölgeleri karın üzerinde göze hoş gelen görüntü oluşturuyordu. Diğerleri de Mahmut emmi gibi dizlerini kırarak oturdular.

-Temel, tabakanı versene bana!

-Hayırdır Mahmut emmi?

-Ver dedim, uzun etme!

-Buyur emmi.

Mahmut emmi, tabakayı açtı. Sigara kağıdını başparmak ile işaret parmağının boşluğuna yerleştirdi, içine bolca tütün koydu, sardı, dili ile ıslattı, yapıştırdı.

-Çakmağını da ver.

Herkes Mahmut emmiye bakıyordu. Bu kadar yıldır onunla beraberdiler, sigara içtiğini görmemişlerdi. Aldığı çakmakla sigarasını yaktı, derin çekti. Çeker çekmez de öksürmeye başladı. Diğerleri hayretle Mahmut emmiye bakıyorlardı.

-At onu emmim, dedi Ayşe. 

O, atmadı, yine derin bir nefes çekti. Bu kez öksürmedi. Tek kelime konuşmadan sigarasını sonuna kadar içti. Ayağa kalkacak oldu, başı döndü, midesi bulandı.

-At onu dedim sana emmim, dedi Ayşe.

Tekrar oturdu. Çığın geldiği yere doğru baktı. Çığın oluşturduğu kar bulutu kaybolmuş, ortalık sakinleşmişti. Abdullah ve Ayşe hariç, diğerleri de ceplerinden çıkardıkları tabakalarından sigara sararak içmeye başladılar. Havayı keskin bir sigara kokusu sardı.

-Biliyor musunuz uşaklar?

-Ne oldu ki emmim? diye merakla sordu Kemal.

-Daha ne olacak, kaldık burada.

-Nasıl yani emmi?

-Nasıl olacak, çığ bizim açtığımız yerden değil, az önce durduğumuz yerden geldi. Şimdi yolu metrelerce yükseklikte kar kapatmıştır. Allah vere de kar sert ola, yoksa yarın sabaha kadar uğraşsak da yolu açamayız.

-Deme emmi.

-Öyle görülüyor.

Uzun süren bir sessizlik oldu. Herkes yolu nasıl açacaklarını düşünürken tam zirvede bir at kişnemesiyle kendilerine geldiler. At şaha kalkarak kişniyor, yanındaki köpek de havlıyordu.

-Bu Can, emmim, bu Can! dedi Ayşe.

-Can mı?

-Evet emmi, havlayan köpek de Oğuz emmi.

-Ne işi var burada Can’ın ki kızım?

-Bilmem emmim ama o.

-Allah Allah, binin katırlara zirveye çıkalım, yanına gidelim, hem de yolu çiğnemiş oluruz.

Onlar, zirveye doğru tırmanırken, Can da atını şaha kaldırıp kişnetiyordu. Arap’ın şaha kalkması da bir başka oluyordu. Ne demişler, “At sahibine göre kişnermiş.” Ayşe, “Aynen öyle” dedi içinden. “Benim Can’ım hasretime dayanamamış beni görmeye geliyordu. Seni çok seviyorum Can.”

Can, atından indi, gelmelerini bekledi. Birbirlerine kavuşunca Can, Ayşe hariç hepsiyle kucaklaştı. Ayşe’ye ise elini uzattı. Tokalaştılar. 

-Elin buz duruyor, üşüdün herhalde.

-Yok üşümedim, sana öyle gelmiştir. 

Mahmut emminin yanına geldiler. Can, atının terkisinden büyük bir anahtar çıkardı. Lütfi ağanın binasının kapısını açtı. Sobayı odunla doldurdu. Önüne çıra koyarak yaktı.

-Şimdi yanar, dedi.

Katırları aralıklı olarak bağladılar. Yem torbalarını başlarına geçirdiler. İçeri girdiler. Gittikçe yanan soba, ısıtmaya başladı. Can, ibriği hemen yanda akan çeşmeden su doldurdu. Suyun aktığı yer buz tutmuştu. Biraz bekledi, dolan ibriği getirip sobanın üzerine koydu.

-Şimdi emmim bana diyeceksin ki, ne arıyorsun buralarda öyle mi?

-Evet öyle Can, ne arıyorsun?

-Geleceğinizi duydum, sizi karşılamaya geldim ama hiç de iyi değilsiniz.

-Öyle Can, az kalsın çığın altında kalacaktık. Bereket çığın kopması ses çıkardı da farkına vardık. Yoksa şu anda çığın altında olacaktık. 

Sobanın üstündeki su kaynamıştı, Ayşe:

-Ben çayı demlerim.

-Can, bizim köye dönmemiz lazım ama, çığ gelen yerden geçemeyiz. Biz geçsek katırlar geçemez. İlk kez ne yapacağımı bilemiyorum.

-Şimdi emmi, ben Lütfi ağadan buranın anahtarını aldım. Üste kalacak odalar var, otel gibi.

-Çok güzel de Can, köye dönmezsek, bütün köylü peşimize düşer. Millet per perişan olur.

-Öyleyse şöyle yapalım emmi. Benimle bir kişi gelsin hem yolun durumuna bakarız hem de köylüye durumu anlatırız.

-Bak öyle olur.

-Ben gideyim Mahmut emmi, benim karım hamile, doğumu da yakın, akşam sabahlık, dedi Halil.

-Olur Halil.

-Ben de gideyim, dedi Ayşe.

-Sen nasıl gideceksin kızım, yolun durumu belli değil, geçilir mi geçilmez mi bir şey bilmiyoruz.

-Olsun emmi, beni anam çok merak eder.

-İyi, sen de git bakalım, dedi ve Can’a döndü, Can, şimdi Halil ve Ayşe ile birlikte gidiyorsunuz, yolu geçebilirseniz geçin, geçilmeyecek bir durum varsa dönüp gelin. Cemal da sizle gelsin. Geçip geçemediğinizi görsün, katırına binsin gelsin, bizler de merakta kalmayalım.

-Olur emmi.

-Peki bu hayvanları dışarıda bırakamayız, nereye çekeceğiz?

-Arkada ahır var emmi, oraya çekin. Kapı ve pencereleri sıkı kapatın. Geceleri buralarda kurtlar sürü halinde geziyorlar. Ne bulurlarsa parçalıyorlar. Sizler de dikkatli olun, kapı ve pencereleri sıkı sıkıya kapatın.

Lütfi ağanın konağında yok yoktu. Çay bardakları, su bardakları dizi diziydi. Ayşe, çay bardaklarını dizili olan raftan aldı, doldurdu. Bir bardak çay içen Can:

-Emmi, biz kalkalım, karanlık basmadan çığ gelen yeri gün ışığıyla geçmemiz lazım. Benim terkimde gece feneri var. Onu alacağız. Sizler de buradaki gece fenerini yakarsınız. 

-Tamam Can, hadi kalkın gidin. Ha, son kez tembihliyorum, geçemezseniz mutlaka dönün gelin. Sabah kalkar yolu açmaya gideriz. 

Cemal, katırına Ayşe’yi bindirdi. Önde Can ve sadık arkadaşı Oğuz, arkada Cemal ve Halil zirveden ayrıldılar. Yarım saat sonra çığın geldiği yerdeydiler. Ayşe katırdan indi. Şimdi çığ yerini geçme zamanıydı. 

-Hadi Oğuz bize yolu göster. 

Oğuz önde, Can, Ayşe ile Halil çığın geldiği yeri geçmeye çalışıyorlardı. Can, Oğuz’un geçtiği yeri takip ediyordu. Elindeki gece fenerini Halil’e uzattı. Ayşe’nin elini tuttu ve:

-Gelebiliyor musun Ayşe?

-Geliyorum Can.

-Bastığım yerlere bas, dikkatli gel.

-Tamam.

Can, katırı ile beklemekte olan Cemal’e geri dönmesi için işaret etti. Cemal katırına binerek geri döndü. 

Çığ gelen yerin tam ortasına gelince, kürekle açılan yolu gördüler. Can, duyulacak sesle:

-Açılan yol göründü, ben Oğuz’u, siz de beni takip edin. Ele ele tutuşalım. 

Öyle yaptılar. Gelen çığ, mevcut karı öyle sıkıştırmıştı ki batmadan açılan yola kadar geldiler. Rahatladılar.  Artık zor yer kalmamıştı ama karanlık da iyice bastırdı. 

-Gece fenerini yakıp yolumuza devam edelim. 

-Olur Can.

-Silahınız var mı? diye Ayşe ve Halil’e sordu. Her ikisi de “var” dediler.

-Hazneye mermi alıp, rahat kullanabileceğiniz yere sokun.

-Neden Can?

-Tedbirli olalım, kurt sürüsüne rastlayabiliriz.

Xxx

Gece ilerliyordu. Laz Hasan’ın kahvehanesinin önü gittikçe kalabalıklaşıyordu. Köyün erkekleri, kadınlar, çocuklar hepsi kahvehanenin önündeydi. Ağlayanları Laz Hasan teselli ediyordu. 

-Durun, niye ağlıyorsunuz ki, Mahmut emmi tedbirli adamdır, her yeri çok iyi bilir, kesin şu ağlamayı. Ağlamak ağlamayı getirir bilmiyor musunuz?

Meryem ananın kollarına oğlu Ömer ile Selim girmişti. Yaşlı gözlerle, Zigana tarafından gelecek güzel bir haber bekliyordu. Laz Hasan, kahvehanenin içinde toplananlara:

-Arkadaşlar, komşular. Bir ekip oluşturalım, aramaya gitsinler. Herkes evlerinden acele ile gece fenerlerini alarak gelsin, durmayın.

Kısa bir süre sonra on beş kadar genç ellerinde gazyağı ile yanan el fenerleri ile yola çıktılar. Kahvehane önünde toplanan köylülerde bir sessizlik vardı. Laz Hasan, kahvehane içinde yanan lüksü, dışarı aydınlansın diye kapı önündeki ağacın dalına astı. Bir anda kahvehanenin önü lüks ışığı ile aydınlandı. Gençler ayakta duruyor, yaşlılar ise buldukları bir taşın üzerine oturuyordu. Mahmut emminin karısı Asiye ve kervana katılanların eşleri Asiye kadının çevresinde elleri koyunlarında oturuyorlardı. Gözleri ise lüks ışığının aydınlattığı Zigana tarafından gelecek iyi bir haberdeydi. Abdullah’ın karısı Naciye:

-Ben ne yaparım Abdullah’sız komşular, bu kadar çoluk çocuğu ben tek başıma nasıl bakarım?

-Ağzını hayra aç Naciye… Kapat o şom ağzını… Sadece sen yoksun baksana bizler de yol gözetliyoruz. Hepimiz hayırlı haber gelsin diye dua ederken senin dediğine bak.

-Ne yapayım ablam, ben de dua ediyorum, inşallah hayırlısı ile döner gelirler.

Laz Hasan, annesinin koluna girmiş Ömer’i çağırdı.

-Buyur emmi.

-Ömer, bunlar farkında değiller ama üşümüşlerdir. Hepsine sıra ile birer bardak çay verelim, içleri ısınsın.

-Olur emmi, sen nasıl istersen.

-Gel içeri, merak etme, ablan ve diğerleri sağ selim döneceklerdir.

-İnşallah emmim.

(Devamı var)

YORUM EKLE