Canboğul (38)

Ciharlı köyünden Mahmut emmi ve beraberindekileri aramaya çıkan köylüler, ellerinde gece fenerleri ile birlikte hızlı hızlı, yürüyorlardı. Zaman zaman “Mahmut emmi”, “Ayşe”, “Abdullah” olarak seslenen köylüler, seslenişlerine cevap alamayınca yürüyüşlerini daha da hızlandırıyorlardı. Zigana yol ayrımına yaklaştıkça, seslenmelerini daha da sıklaştırıyorlardı. 

Gençlerden Hüseyin:

-Ben mi yanlış gördüm, sizler de dikkatlice bakın, sanki karşıdan bir ışık görür gibi oldum. Hareket ediyordu. Biraz duralım. 

Köylüler durdu. Dikkatlice Hüseyin’in eli ile gösterdiği yere doğru bakıyorlardı. Onlar da hareket halinde bir ışığın kendilerine yaklaştığını gördüler. 

-Duralım, bekleyelim, nasıl olsa bize doğru geliyor. Belki de Mahmut emmilerdir.

İçlerinden Şaban “Mahmut emmi” diye seslendi. Can, Ayşe ve Halil de durdular. Şaban bir kez daha seslenince:

-Ben Halil, geliyoruz.

Köylüler, derin bir nefes aldı. Işık iyice yaklaştı. Köylüler ayakta ışığın geldiği yöne bakınca üç kişi fark ettiler.

-Komşular, gelen üç kişi, diğerleri nerede?

-Dur hele meraklanma, gelsinler.

Ömer, “Abla” diye seslendi. Ömer’in sesini alan Ayşe, “Geliyoruz Ömer” diye cevap verdi. Köylülerin yanına Ayşe, Can ve Halil gelince meraklı gözlerle diğerlerini sordular. Halil:

-Onlar dağda Lütfi Ağanın malikânesinde kaldılar. Biz de sizler merak etmeyesiniz diye geldik. 

-Sen nereden geldin? diye Can’a sordu Hüseyin. Can yerine Halil cevap verdi:

-Can bizim rehberimizdir, Zigana’ya kadar yolun açık olup olmadığını bize söylemek için Ardasa’dan geldi. Köye varalım, olanları anlatırım.

“Tamam” deyip köye geri döndüler.

Her ne kadar Can’ın rehber olduğunu, kendilerine yardımcı olmak için geldiğini Halil söylese de gençler zaman zaman Can’a ters ters bakıyorlardı. Ayşe ve Can, bakışların farkındaydı ama ses çıkarmıyorlardı. Ayşe, kardeşi Ömer’in önünde yürüyordu. Halil ile Can ise en arkadan geliyordu. 

Köye vardıklarında, Laz Hasan’ın kahvesinin önünde toplanan köylüler bir yere ayrılmamış, gelecek olan sevindirici haberi bekliyorlardı. Gelenleri gören köylüler büyük bir sevinç yaşarken, Mahmut emmi ile diğerlerinin gelenler arasında olmayışı hepsini hayal kırıklığına uğratmıştı. Meryem hatun kızı Ayşe’ye sarılıp öpüyor öpüyordu. Merakla beklenen açıklamayı Halil yaptı:

-Dinleyin hepimizin canı sağ. Hiçbirimize bir şey olmadı. Mahmut emmi ile diğer komşularımız Lütfi Ağanın malikanesindeler. Biz hep birlikte yolu açtıktan sonra dönemece geçtik. Mahmut emmi açtığımız yerden çığ tehlikesi var mı diye silahıyla ateş açtı. Çığ, yolu açtığımız yerden değil, tam durduğumuz yerden geldi. Az kalsın çığ altında kalacaktık. Mahmut emminin uyarması ile son anda kurtulduk. Rehberimiz Can ise Ardasa tarafında yolun açık olup olmadığını bize bildirmek için dağa kadar geldi. Dağda Can ile buluştuk. Sağ olsun, Lütfi Ağanın malikanesini bize açtı. Sizler merak etmeyesiniz diye Can ile birlikte gelecektik. Ancak Ayşe, ben de gideyim, kadın başıma burada kalacak yer yok deyip bizimle geldi. Merak etmeyin hiçbirimize bir şey olmadı. Sizler merak etmeyesiniz diye geldik. Şimdi herkes evlerine gitsin. 

Kadınlar ve çocuklar evlerine gidince erkekler de kahvehaneye girdiler. Laz Hasan’ın doldurduğu çayları Ömer, masalara bırakıyordu. Gençler, hala Can’a ters ters bakıyorlardı. Can, bakışların farkında idi ama karşılık vermiyordu. Kahveci Laz Hasan da Ömer de gençlerin bakışlarının farkında idiler. Laz Hasan gençlerin oturduğu masaya gelerek:

-Bakın, böyle ters ters bakıp durmayın, Can’a söylenecek bir tek kötü söz bana söylenmiş olarak kabul ederim. O, kimseye bir şey olmasın diye çabalıyor. Bu köylüler üç beş kuruş kazanıyorlarsa onların sayesindedir. Sizlerin babaları da onların yardımları ile sizlerin rızıklarınızı kazanmıştır. Bugüne kadar bu köyden başka birine kötü bir söz söylenmemiştir. Ayşe’yi bahane ediyorsanız unutun. Ayşe onu o da Ayşe’yi seviyor. Sakın bir kötülük yapayım demeyesiniz. Kalkın, efendi gibi yanına gidin. Hal hatır sorun.

-Yok Hasan emmi kötü bir şey söyleyecek değiliz. Yanına da gideriz, çayını da içeriz, çay da söyleriz.

-Size de bu yakışır.

Can, çevresini saranlara yaşananları anlattıktan sonra:

-Yarın sabah benimle gelen olmasın. Ben sizden sadece bir binek hayvanı istiyorum. Bu kadar yolu yürüme gitmem mümkün değil. Giderim ama çok geç olur. Gelen çığın yeri açılacak. Mahmut emmi ve beraberindekiler yarın sabah çığ gelen yere inecekler. Kapanan yerden geçişi sağlamak için çalışacaklar. Ben de buradan giderek atımı alıp köyüme döneceğim. 

Karşı masada oturan gençler, oturdukları yerden kalkarak Can’ın bulunduğu masaya sandalyelerini, alarak geldiler. İçlerinden biri:

-Can, kusura bakma olay nedeniyle sana hoş geldin diyemedik., diyerek elini uzattı Hüseyin tokalaştılar. Diğerleri de ellerini uzatarak “Hoş geldin” dediler. Can ise uzatılan elleri sıkarak “Hoş bulduk” dedi.

-Sanırım bir binek hayvanı istiyorsun Can?

-Evet.

-Benim atım var, sabah verebilirim.

-Sabah değil Hüseyin, şimdi git, al gel. Benim ahırda kalsın. Sabah, Can erkenden kalkıp gidecek.

-Olsun Hasan emmi, gidip getireyim.

Hüseyin ile birkaç genç de birlikte çıktılar. Halil de evine gitti. Kahvehanede üç beş kişi kalmıştı. 

-Ömer sen de git, sabah erken gel, çayı demle, Can abine kahvaltı hazırla öyle gitsin.

-Olur Hasan emmi. O zaman ben de gidiyorum. 

-Tamam Ömer.

Kahvehanede muhtar İdris, Can kalmıştı. Laz Hasan üç bardak çayla birlikte masaya geldi. Çayına şekeri atıp karıştırdı, bir yudum aldıktan sonra:

-Can, geçen kaldığın oda yine boş. Sobası odun dolu, üşürsen yakarsın. Kahvehaneyi sabahları Ömer açıyor. Geçen de kahvaltı yapmadan gitmişsin. Bir daha olmasın.

-Tamam Hasan emmi.

Çayını içen muhtar İdris:

-Bak ne diyeceğim Can. Sen namuslu ve mert bir delikanlısın. Sen Ayşe’ne kavuşasın diye köydeki töreyi kaldırdık. Diğer gençlerimizin de önü senin sayende açılmış oldu. Her istediğin zaman köyümüze gelebilirsin. Senin baban da Kartal Mustafa da bizim köyün nakliyecilerine çok yardımcı oldunuz. Sizler olmasaydınız bu garibanlar bu dağları aşamaz, yollarda ölür kalırlardı. Ayşe’yi ne zaman isteteceksen bir hafta öncesinden haberimiz olsun. 

-Sağol muhtar emmi. Lütfi Ağa, mayıs on beşi dedi bana, ben de size söylemiş olayım.

-Tamam Can, ben de kalkıyorum. Yarın bizimkileri bu tarafa aşırmadan kasabana dönme.

-Olur muhtar emmi. 

-Haydi iyi geceler.

-İyi geceler İdris emmi.

Muhtar İdris ayrıldıktan sonra Laz Hasan da otel odasının anahtarını Can’a verdi:

-Ben de gidiyorum Can. Kapıyı ben kilitlerim. Sadık arkadaşını ahıra koydum. Bir miktar da yem bıraktım önüne.

Laz Hasan, tam çıkacaktı Hüseyin atı ile geldi. 

-Atı getirdim Hasan emmi.

-Ahıra çekeyim birlikte gidelim.

-Olsun emmi.

Xxx

-Kızım sen bir daha kervanla gitmesen.

-Neden ana?

-Kızım bu iş erkek işi, sen kız başına o kadar erkeğin içerisinde olmuyor.

-Neden olmasın ana, onlar benim amcam, abilerim.

-Öyle de kızım ne bileyim. Can kıskanmıyor mu seni?

-Neden kıskansın ana biz bir aile gibiyiz.

-İyi öyleyse, bu sefer son sefer olsun. Bir dahakine Ömer gitsin. Gerçi bu gidişle son seferin olacak.

-O ne demek ana?

-Yani demem şu ki, evlenip gideceksin.

-Kısmet ana. 

Ömer de gelince ailenin bütün fertleri bir arada oldu. Meryem ana kızından, yaşananları anlatmasını istedi. Can’ın niye geldiğini sordu. Ayşe de yaşadıklarını ve Can’ın niye geldiğini anlattı.

-Hüseyin’in atıyla yarın sabah dönecek Can abi. Ben erkenden gidip kahvaltı hazırlayacağım ona Hasan emmim öyle söyledi.

-Ben de gideyim mi ana?

-Olmaz kızım.

-Olmaz deme ana, Ömer pek kahvaltı hazırlayamaz, ben burada bir şeyler hazırlar götürürüm. Bir daha ne zaman yiyecek belli değil.

-Evlenmeden düşünmeye başladın Can abiyi, dedi Selim.

-Düğün ne zaman ana?

-Ne düğünü?

-Ablamın düğünü?

-Kalkın gidin yatın, akşam akşam kızdırmayın beni.

-Kızma benim anam, diyerek üçü de sardı sarmaladılar Meryem anayı. 

(Devamı var)

YORUM EKLE