Canboğul (4)

Kervan, Dulağası Yaylası’na vardığında karanlık iyice bastırmıştı. Hemen hayvanların yüklerini indirdiler, yardımlaşarak hızla çadırları kurdular. Yağmur olasılığını da göz önüne alarak yükleri iki çadırın içine taşıdılar. 

-Bu yorgunluk ancak çay ile giderilir Ayşe kızım.

-Öyle Mahmut Emmi.

-Ben iki tane düzgün taş ayarlayıp çalı toplayayım, sen de demliği hazırla.

-Olur emmi.

İsmail, Kemal ve Temel çoktan ateşi yakmış kara demliği ateşin üzerine koymuşlardı. Ayşe, çay ile anasının kendisine verdiği peynir, zeytin ve tereyağı çıkardı. Çadırın içine yere açtığı bezin üzerine koydu. Mahmut Emmi ile rehber Can, durmadan ateşe çalı atıp hem ısınıyor hem de çayın dem almasını bekliyordular. 

Ayşe, çadırdan çıkarak yanlarına geldi. Dışarısı soğuktu. Ellerini ateşe uzatarak o da ısınmaya başladı.

-Ben bir şeyler hazırladım emmi.

-Tamam kızım, Can da bizimle yiyecek. 

-Olsun emmi.

-Terkimden helva ve şeker getireyim Mahmut emmi, dedi Can.

-Sen bilirsin oğul.

-Acıktık değil mi Ayşe kızım?

-Acıktık emmi, yolda bir şeyler atıştırsak da acıktık.

Can da gelince kara demliği alıp çadıra girdiler. Çay ile birlikte karınlarını güzelce doyurdular. 

-Gözlerim açıldı. Allah kimseyi açlıkla ıslah etmesin.

-Amin, dedi Ayşe ile Can.

-Ayşe kızım, sen sofrayı toplarken biz de Can ile bir çay daha demleyelim, ateşi de tazeleyelim.

-Tamam emmi.

Mahmut Emmi, Can ile çadırdan çıktıktan sonra:

-Hey, kervandakiler herkes bardağını alsın gelsin, Temel kemençeyi de getir.

-Olur Mahmut emmi.

-Kadir, Yunus, Hıdır, Mehmet siz çalı toplayın, Mustafa, Ahmet, Mehmet, Şükrü siz de büyük bir ateş yakın toplanan çalılardan.

-Hemen emmi.

Az uzakta yakılan ateş, çevreyi hem ısıtıyor hem de aydınlatıyordu. Ateşin çevresinde çember oluşturdular. Ayşe, çayları doldurdu. 

-Buranın suyu ile çay bir başka oluyor Mahmut Emmi, dedi Can.

-Doğru dersin Can… E, sen niye duruyorsun Temel, kıvratsana şu kemençeyi.

-Emrin olur emmim.

Kemençenin sesi, gecenin sessizliğini bozdu. Temel, yöresine has oturak havası çalınca Mahmut Emminin yüzü güler gibi oldu yanan ateşin ışığında.

-Hayırdır emmi, bir şey mi geldi aklına?

-Yok Can oğul, çok severim oturak havalarını. Temel de hemen oradan başladı.

-Senin yaştakiler de kemençe ile çok güzel horon oynarsınız, değil mi?

-O eskidendi, şimdi yaşlandık. Bu sefer benim son seferim olacak gibime geliyor.

-Olmaz emmi, diyerek söze girdi Dursun, sensiz biz ne iş alabiliriz ne de bu yollarda gidebiliriz.

-Emmi, doğru söyler Dursun, sensiz olmaz bu kervan.

-Benden sonra en yaşlıları Süleyman var, o kervancı başı olur.

-Sensiz olmaz Mahmut abi, dedi Süleyman.

Sohbet sürerken kemençe sesini duyan yaylacılar kadın-erkek, çoluk çocuk ellerinde yanan çıralarla birlikte çadırların kurulduğu alana geldiler. “Hoş geldiniz” diyen yayla sakinleri ellerinde getirdikleri peynir ve yağları Mahmut’un önüne bıraktılar.

-Hoş bulduk, diyen kervancıbaşı, buyurun sizler de oturun.

-Çoktandır kemençe sesine hasretiz Mahmut Emmi, duyunca geldik, keyfinizi bozmamışızdır?

-Ne bozulması Abdullah, oturun.

Ateşin etrafındaki çember daha da açıldı. Ayşe, kenarda duran çalılardan yanan ateşin üzerine birkaç parça daha attı. Temel, yol havasından sonra horon havası çalmaya başladı. 

-E, haydi bakalım gençler, Temel sizin için çalıyor.

Gerek kervanda olanlar gerekse yaylacılar el ele tutuşarak kemençeye ayak uydurmaya başladılar. Horon oynayanların sayısı giderek artıyordu. 

-Sen de Can oğul, ben bilirim sen de güzel oynarsın bu horonu.

-Oynarım da bir şartım var Mahmut Emmi.

-Neymiş o şartın, dağ başında şart mı olur?

-Olur emmi, öyle yerine getirilmesi zor bir şart değil.

-Neymiş söyle bakalım.

-Bak, yaylacı kadınlar da kızlar da oynuyor. Benim bildiğim Trabzon kızları da güzel oynar bu horonu.

-Oynar da…

-Demem o ki, Ayşe de oynarsa ben de oynarım.

-Ne dersin Ayşe kızım?

-Ben oynamasam Mahmut Emmi.

-Oyna kızım, sen de gir horona, hava soğuk hem de ısınmış olursun.

Can, erkeklerin oluşturduğu halkaya, Ayşe de kadın ve kızların arasına girdi. Horona ayak uydurdular. Can hem oynuyor hem de yanan ateşin aydınlattığı kadar Ayşe’ye bakıyordu. 

Mahmut Emmi, ateş sönmesin diye durmadan çalı atıyordu ateşin üzerine. Horon oynayanların arkasında ateşin aydınlatması ile gölgeler de ayrı bir görüntü oluşturuyordu. Horonda yorulanlar yavaş yavaş ayrılıyordu. Can ile Ayşe, el ele tutuşmak zorunda kaldı. Ayşe, elini çekip horondan ayrılmak istediyse de Can, tuttuğu eli sıkarak ayrılmasına izin vermedi. 

Ayşe’nin yumuşak parmakları canın kemikli eli arasında adeta eriyordu. Her ikisinin de eli terden su olmuştu. 

-Çok güzel oynuyorsun Ayşe.

-Elimi bırak yoruldum. 

-Biraz daha oynayalım.

-Olmaz, herkes bize bakıyor, bırak elimi.

-Peki güzel kız.

Ayşe, horondan ayrılır ayrılmaz, eğilerek etekliğine elinin terini sildi, geldi Mahmut Emminin yanına oturdu.

-Çok güzel oynuyorsun kızım. Hem sana hem de bana birer çay daha koy da içelim.

-Olur emmim.

Kadınlı erkekli yaylacılar bir türlü horonu bırakmıyordular, oynadıkça coşuyorlardı. Temel kemençe çalmaktan yoruldu, yaylacılar ise yorulma ne bilmiyordular. Biraz daha çalan Temel, kemençesiyle ince bir ses çıkararak sustu. Kemençenin susmasıyla yaylacılar da horonu bıraktılar. 

Yaylacılara:

-Çok sağ olun bizi yalnız bırakmadınız. Hem siz hem de bizler eğlendik. Yarın zorlu bir yolculuğumuz olacak. Hepinize hayırlı geceler diliyorum.

-Sağol Mahmut abi, hayırlı geceler, dedi Abdullah. Yaylacılar yavaş yavaş geldikleri yöne doğru gidince ortalığı bir sessizlik kapladı. 

-E, niye sustunuz, bizler de çadırlara. Bu gece Mehmet ile Şükrü nöbet tutacak, sıra onlarda. Ateşi söndürmeyin. Yeteri kadar çalı var.

-Tamam, dedi Mehmet ile Şükrü.

Mehmet ve Şükrü’nün dışındakiler çadırlarına girdiler. İki arkadaş tabakalarından birer tütün sardılar, ateşin içinden yanan bir çalı ile sigaralarını yaktılar. 

Çadırlar sessizliğe büründü. Yanan çalıların çıkardığı sesten başka ses yaylada havlayan köpeklerin sesinden başka ses duyulmuyordu. Mehmet ile Şükrü sigaralarını bitirdiler.

-Şükrü istersen sen gece yarısına kadar nöbeti tut, ben biraz uyuyayım, gelir senden nöbeti devralırım. Uyanamazsam gelir uyandırırsın beni.

-Sorun yok, sen uyumana bak. 

Mehmet çadırına geçtikten sonra, Şükrü çadırından çifte tüfeğini aldı. Fişekleri içerisine yerleştirdi. Ateşin yanına yaklaştı, sönmek üzere olan ateşe yeni çalılar attı. Ateşin karşısına geçip oturdu, tüfeğini omuzuna dayadı. Trabzon’dan çıktıktan sonra bu ilk nöbetiydi. Yaşı otuza dayanmasına rağmen bir türlü gönlünün sultanını bulup evlenememişti. Kervana ikinci katılışıydı Şükrü’nün. Zor işti kervan işi. Trabzon’dan kalk, Şeyran’a kadar yol yürü hem de bin bir tehlike içerisinde. Bir de alınan yükü sağlam teslim etmek vardı işin içerisinde. Eğer sağlam teslim edemezse parasını da alamayacaktı. Evlenip, bir iş bulacak ve Trabzon’dan ayrılmayacaktı bir daha. Ayşe de güzel kız ama ona yan bakmak olmaz. O, sadece kendisinin değil kervanda bulunan herkesin kardeşiydi. O kız haliyle nasıl geçecek bu geçidi? Ne yapsın gariban, mecbur kaldı. 

Ateşin kenarındaki kara demliğin kapağını açtı. İçerisinde hala çay vardı. Omuzundaki tüfeği yere koydu, çadırından bardak ve şeker alarak kalktığı yere oturdu. Bardağını doldurdu içmeye başladı. 

Xxx

Ayşe bu kez üzerine daha kalın bir örtü aldı. Çadır içerisinde olmasına karşın kasabadaki havadan daha soğuktu. Yine ayaklarını karnına doğru çekti. Dışarıda yanan ateşin ışığı çadırından içeri giriyordu. Belli ki nöbeti tutan ateşin hiç sönmesini istemiyordu. Her ne hikmetse çadırda uyumakta zorluk çekiyordu. Babası sağ iken kendisini çok isteyenler olmuştu ama o hep taliplilerini geri çevirmişti. Yaşı yirmi beş olmasına karşın evlenmeyi hiç düşünmedi. Can ile horon oynarken elinin terlemesini bir türlü anlamamıştı. İlk defa bir erkek eli tutmuştu. Kemikliydi tuttuğu elin parmakları. Onun da eli terlemişti. Can’ın tuttuğu sağ elini sıktı, yumruk haline getirdi. İçi bir tuhaf oldu. Horon oynarken Can’ın bir türlü elini bırakmamasını da anlamaya çalışıyordu. Yoksa… Yok canım…

(Devamı var)

YORUM EKLE