Canboğul (41)

Ciharlı’da Laz Hasan’ın kahvehanesindeki şeker çuvalları katırlara yüklendi, yağış olasılığına karşı naylonlarla iyice sarıldı. Önde Mahmut emmi, Ayşe ve diğerleri Zigana yönüne doğru yola çıktılar. Yol boyunca yeşeren çimler ile açan meyvelerin çiçek kokularını birbirine karışıyor, insana doyumsuz bir haz veriyordu. Mahmut emmi, “Bahar geldi, bahar” diyordu kendi kendine. Buraların güzelliğine doyum olmuyor. Çok güzel bir vatanımız var. Yoktur dünyada böyle bir güzellik. Yamaçlar çim ve çiçek, zirveler ise hala kar. Birazdan karı çiğneyeceğiz, buralarda ise baharın en güzel günleri. 

Durmaksızın yol aldılar. Zigana yol ayrımına üç saatte ulaştılar. Güneş, Zigana zirvesindeki apakı daha da apak yapıyordu.

-Birazdan karlı yola gireceğiz, dikkatli olun, diye arkadan gelenlere seslendi.

Ayşe, yine pantolon giymişti. Kar yağışı yoktu ama pantolonla daha rahat yürüyordu. Rüzgarlı havalarda eteği savruluyor, toplamak için zorlanıyordu. Onun için pantolon çok rahattı. Can da acaba kasabada mıydı, bir daha görebilecek miydi, diye merak ediyordu. Abdullah ise alacağı parayı düşünüyordu. Hemen arkasındaki Temel, takılmadan duramadı:

-Parayı yine yengeme mi vereceksin Abdullah?

-Hangi parayı?

-Gidiyoruz ya, bu sevkiyattan aldığın parayı?

-Yok bu sefer vermeyeceğim.

-Deme, nasıl yapacaksın?

-Almadım diyeceğim.

-Eee, yenge bana paranızı almadınız mı diye sorarsa?

-Almadık daha diyeceksin.

-Ben yalan söyleyemem arkadaş.

-Sen zaten hep doğruyu söylersin, dedi alaylı alaylı.

İki gün önce karını açtıkları dönemece geldiler. Çalışma yaptıkları yolda kar erimiş, kara toprak görünüyordu. Rahatça geçip çığın geldiği alana vardılar. 

-Burada durun. Katırlarımız batabilir. Ben önden gideceğim. Eğer kar batmıyorsa siz de yavaş yavaş geleceksiniz. Ben, çığ gelen alanı geçmeden kimse gelmesin, diye katırcıları uyaran Mahmut emmi, çığlı alana katırının yularını çekerek girdi. Karın batmadığını görünce rahatladı. Çığlı alanın dışına çıktıktan sonra:

-Ben rahat geçtim, sizler de teker teker gelin.

Mahmut emminin dediği gibi yaptılar. Çığlı alanı sağlıkla geçtiler ve zirveye doğru tırmanmaya başladılar. Güneşin vurduğu kar, cam gibi parlıyor, gözleri kamaşıyordu. Zor bir yolculukla zirveye vardılar. Acıkmışlardı, azık çantalarını aldılar. Bir araya koydular. Katırlarının başlarına da yem torbalarını geçirdiler. 

Azık çantaları açıldı. Çantalarında ne varsa karın üzerine serdiler. Oturacak yer olmadığı için ayak üstü yediler. 

-Bir çay olsa içerdik, dedi Mahmut emmi.

Lütfi ağanın ahırının önünde geçen günden kalan kırık tahta parçalarını toplayıp getirdi Temel ile Dursun. Ayakları ile karı eşelediler. İki düzgün taşı aralarında boşluk bırakarak ocak şekline getirdiler. Ateşi yaktılar. Kara demliği çeşmeden akan su ile dolduran Ayşe, yanan ateşin üzerine koydu. Güneş adeta yakıyordu. Karlar, Zigana’nın zirvesinde de eriyordu. Su kaynadı, Ayşe çayı demledi. Biraz beklediler. Herkes yanında getirdiği bardağı, Ayşe’nin demlediği kara demlikten bardaklarını doldurdu.

-Sağol Ayşe kızım, çay çok iyi oldu bu zirvede.

-Afiyet olsun emmim.

Kara demlikteki çay bitinceye kadar içtiler. Çay faslı bitince tekrar yola koyuldular. Akşam ezanı okunurken Ardasa kasabasında Şişman Mahmut’un dükkanının önündeydiler. Ayşe’nin gözü Can’ı aradı ama yoktu. “Bizim geleceğimizi biliyordu, neden gelmedi? Bir şey mi oldu? Şimdi çok meraklandım. Hadi Can, niye gelmedin?”

-Ne o Ayşe, bir şey mi oldu?

-Yok emmi bir şey yok.

-Can’ı mı aradı gözlerin?

-Yok emmi.

-Aradı aradı, ben anlarım kızım, gelir bir yerden belki. Aha da geliyor.

Ayşe’nin akşamın karanlığında gözleri parladı. Yaklaşan Can:

-Hoş geldiniz, ben daha geç geleceğinizi sanıyordum.

-Yol iyiydi Can, dedi Mahmut emmi ve devam etti, katırlarımızı yine Hayri Ağanın hanına çekelim. Ali Osman’ın kahvehanesine gidelim, onun otelinde kalalım.

-Olur, dedi Can.

Sabah kahvaltısını Ali Osman’ın kahvehanesinde yapan katırcılar, Mahmut emminin:

-Haydin bakalım, yolcu yolunda gerek.

Can, Ayşe’ye kısa bir iplik uzattı ve yüzüne baktı. Ayşe anlamıştı, parmağının ölçüsünü alıp düğümledi, Can’a uzattı, birlikte çıktılar. Hayri Ağanın hanından katırlarını aldılar, Can da atını. 

-Biz burada ayrılalım Can.

-Olur emmi.

Can, Mahmut emmi ve diğerleri ile tokalaştı, en son Ayşe’nin elini tuttu. 

-Herkese selam söyle Ayşe, mayıs ayının on beşinde istemeye görücü yollayacağım.

-Yollayacağım deme, sen de gel Can.

-Kabul ederler mi?

-Biz de kabul ediyorlar Can.

-Tamam Ayşe.

Çarşı içerisinden aşıncaya kadar Ayşe ona Can da Ayşe’ye baktı. Can alacaklarını akşamdan almıştı. Heybesini Arap’ın eyerine yerleştirdi. Atına bindi ve sürdü. Çit yol ayrımına gelince durdu. Bekledi. Kararsızdı ama yüzükleri alması gerekiyordu. Atını Gümüşhane yoluna çevirdi. Akşam saatlerinde ise köydeydi. Yüzükleri anasına verdi.

-Oğlum ne acelen vardı?

-Alacaktık daha ana.

-Alacaktık ama, benden para almadın, paran var mıydı?

-Vardı ana, son iki günlük ücretimi verdi Mahmut emmi.

-Günde karar kıldınız mı?

-Evet ana mayısın on beşi olarak karar verdik.

-Haydi hayırlısı benim aslan oğlum, bana gelin getirecek.

-İnşallah anacığım benim, kalktı anasına sarıldı.

Xxx

Kartal Mustafa ile Zülfiye kadın kapının önünde oturuyorlardı. Güneş tam da kapılarına alıyordu. Güneşin tadını çıkarıyordular. Gelin Ayşegül ise ev temizliği yapıyordu. İşini bitirince o da dışarı çıktı. Geldi yanlarına koyduğu alçak iskemleye oturdu. 

Kartal Mustafa, gelinine baktı baktı. Ona da üzülüyordu. “Söylesem mi acaba? Ne der bilemiyorum” 

-Gelinim.

-Buyur baba?

-Kaç gündür düşünüyorum, sana sorayım mı sormayayım mı diye?

-Neyi baba?

-Kızım, daha çok gençsin. Bahtsız kızım. Bizim gibi yaşlıların kahrını çekme. Biz kendi kendimizi idare ederiz. Gönül isterdi ki, Can’ımız ile mutlu bir yuva kuraydın. Ama güzel Allah’ım onu bizlerden aldı. Sen de genç yaşında dul kaldın…, yutkundu ve devam etti, dedim ya daha çok gençsin, söyleyeceğim için bana sakın kırılma kızım, güzel gelinin. Yeniden evlenebilirsin. İsteyen olur, gönlüne düşen biri olursa evlen benim güzel kızım.

-Baba, ben ömrümde bir kez sevdim, o da Can’dır. Size yük oluyorsam, ayrı bir evde kalabilirim. Ben bir daha evlenmek diye bir şey aklımdan bile geçmez. Ama size yük oluyorsam, bana köyün aşağısındaki evi ver, ben orada kalırım.

-Yok kızım, bize hiç de yük olmuyorsun, biz sana yük oluyoruz.

-Bir insanın anası babası evladına yük olmaz baba.

-Darılma sakın kızım, dinimizin emrine göre sana sormak zorundaydım.

-Sordun ve cevabını aldın baba.

-Gel kızım, gel yanıma.

Yanına gelen Ayşegül’ün alnından öptü ve:

-Şimdi bir çay olsa içerdik değil mi hanım?

-Çay koymuştum baba, isteyeceğini biliyordum.

-Sen bir tanesin güzel kızım. 

Can ile Seher hatun da kapıya çıktılar. Kartal Mustafa hemen seslendi:

-Gelin, güzel kızım çay demledi, birlikte içelim Seher hatun.

-Olsun komşu.

Ayşegül, hemen iki oturak daha getirdi, Can ile Seher hatun oturunca koşarak içeri girdi ve onlara da çay getirdi. 

-Gelin kızımız gerçekten çok hamarat komşu.

-Öyle, dedi Zülfiye kadın, Allah razı olsun bana bir iş yaptırmıyor.

Can, çayından yudum aldıktan sonra:

-Mustafa emmi, hep merak etmişimdir, yaranı tazelemiş olmayayım da senin rahmetlinin adı da Can, benim adım da Can. Neden aynı adları taktınız.

-Seher hatun anlatmadı mı sana?

-Yok emmi.

Çayı bitince bardağı Ayşegül’e uzatan Kartal Mustafa:

-Anan anlatmadıysa ben anlatayım sana Can. Anan Seher hatun ile Zülfiye kadın çok iyi bilirler. İkisi de teyze kızlarıdır. Rahmetli baban ile aynı gün evlendik. Yani ikimizin düğünü de aynı günde yapıldı. Rahmetli Baloğlu Hikmet ile bir tek yediğimiz ayrı giderdi. Bu dağlar bizlerden sorulurdu. Ermenilerin korkulu rüyasıydık. 

Bir gün baban ile Beş Göller de atlarımızı yaylıma bıraktık. Gölde tuttuğumuz balıkları kızarttık, yiyorduk. Zülfiye kadın ile Seher hatun hamile idi. Babanla kendi aramızda söz verdik, birimizin kızı birimizin oğlu olursa birbirleriyle evlendireceğiz sözü verdik. Eğer her ikimizin çocuğu erkek olursa güzel bir ad koyalım diye düşündük. Erkek çocuklarımızın adı da aynı olacaktı. Çeşitli adlar attık ortaya ve en sonunda “Can” adında karar kıldık. Çocuklarımız bizim canlarımız olacaktı. İkimizin eşi de erkek çocuk dünyaya getirdiler. Babanla karar verdiğimiz gibi adlarınızı “Can” koyduk, tıpkı söz verdiğimiz gibi. Yeni dünyaya geldiğiniz günlerdi. Rus işgalinden şımaran Ermeniler, köylerimize rahat vermiyordu. İnsanlarımızı kadın, erkek çoluk çocuk demeden katlediyorlardı. Baloğlu Hikmet, babayiğit bir arkadaştı. Onunla birlikte Ermenilere tuzaklar kuruyor, katlettikleri insanlarımızın intikamını fazlasıyla alıyorduk. 

Bir gece…Ermeniler Sarbışka’da amcanın evine baskın düzenlediler. Amcanı, yengeni ve üç çocuğunu katlettiler. Bunu duyan Baloğlu Hikmet, deli divaneye dönmüştü. Nerede gözüne bir Ermeni ilişse orada canını alıyordu. Kendi başına Ermenilerin korkulu rüyası olmuştu. Rus komutanına kadar götürmüşlerdi babanın adını. Bir türlü ulaşamıyorlardı Baloğlu Hikmet’e… Dağlarda taşlarda onu arıyorlardı. Arayanlar ise canından oluyordu… Günler günleri kovalıyordu…Bir gün kasabadan dönüyordu. Ermeniler, Ruslarla birlikte Yazılıtaş Geçidinde babana tuzak kurdular. Baban, Yazılıtaş Geçidine gelince akşam namazı vaktiydi. Dere kenarına indi. Sağına soluna bakındı. Çevrede yaprak kıpırdamıyordu. Abdestini aldı. Namaza durdu. Bunu fırsat bilen Ermeniler ve Ruslar babanı kurşun yağmuruna tuttular ve orada şehit ettiler. 
 

(Devamı var)

YORUM EKLE