Canboğul (5)

Can da Arap’ın eyerini aldı, kurduğu çadıra koydu, üşümesin diye üstüne eski bir kilim parçasını örttü, bağladı. Çadırına girdi. Anasının verdiği torbanın birinden yatak olarak kullanacağı çulu, diğer torbadan da yorgandan az ince, koyun yününden yapılmış yorganını çıkardı. Ayağındaki lastik çizmeleri çıkardı, soyunmadan yatağına girdi, yorganını üstüne çekti. “Soğuk bir gece olacak” dedi. Uykusu yoktu. Uyumak istiyordu ama bir türlü uykusu gelmiyordu. Yanı başında ter kokan Arap’ın eyerini baş tarafına koydu. Başını yasladı. Ellerini boynunun arkasında birleştirdi. Yine de gözleri kapanmıyor, bir türlü uykusu gelmiyordu. 

Doğruldu. Pek kullanmazdı ama yine de cebinde tütün tabakasını taşırdı. “Bir sigara içsem mi” diye sordu kendi kendine. Oğuz’u çadırın dışında bırakmayı kendine yediremedi. Çadırın etrafında durmadan dönen sadık arkadaşını, çadırı aralayarak içeri aldı. “Gel, benim sadık dostum gel. Benim sensiz, senin bensiz ne günümüz olur. Hele dur, bir tütün sarıp içeceğim. Belki daha sonra uyuruz.” 

Sigarasını bitirdi. Özenle söndürdü. Yastığını atının eyerine koydu, yaslandı. Sadık dostu Oğuz ise sahibinin yanında olmanın huzuru ile başını kuyruğunun üzerine koyarak çoktan uykuya dalmıştı. “Ne mutlu sana arkadaşım, hemen uyudun, bir de ben uyuyabilsem. Bu kadar yol gittim, çadırlarda çok kaldım, hemen uyurdum. Bu akşam ne oldu bana neden uyuyamıyorum? Yoksa?... Ne Yoksası?... Hayır olmaz… Güzel kız… Ama ben bu kervana rehberlik yapıyorum… Ben onlardan ücretimi alıp işimi yapıyorum… Bir kervancı kıza gönül bağlamak… Sadece adının Ayşe olduğunu, babasının bir ay önce öldüğünü biliyorum, başkaca da bir şey bilmiyorum… Ayşe… Ayşe’nin anlamını çok iyi biliyorum. ‘Ayşeler hatun olur, sözüne bütün olur. Ayşe’ye vurulanlar, yanar da tütün olur.’ Ayşeler cesurdur. Benim de benim gibi cesur bir eşe ihtiyacım var ama hala bulamadım. Bu Ayşe olur mu? Neden olmasın. Güzel mi güzel. Hamarat kıza benziyor. Anama da iş bırakmaz. Horon oynarken Ayşe’nin elini tuttuğu sol elini yumruk yaptı. Nasıl da terlemişti? Çok ince ve zarif parmakları vardı. Parmakları avucumun içinde adeta kaybolmuştu. Güzel de oynuyordu. Şeyran’dan dönüşte Zigana’dan aşarak onlarla birlikte mi gitsem? Neden olmasın? Evine bırakır, aslını bir iyice öğrenirim.” İçi ferahladı. Gözleri yavaş yavaş Ayşe’yi hayal ederek kapanıyordu.

Xxx

Dulağası Yaylası, günün ağarmasıyla canlanıyordu. Yaylayı sis kaplamış, göz gözü görmüyordu. Mahmut Emmi, çadırını araladı, “eyvah” dedi. “Bu havada yerimizden kıpırdayamayız. Bu hiç de iyi olmadı. Sis kalkmadan yola çıkılmaz.” 

Çadır alanında yakılan ateş ise sönmek üzereydi. Mahmut Emmi, sisten ıslanmış çalıları sönmek üzere olan ateşin üzerine koydu. Sise karışan acı bir duman çıktı çalılardan. Bir adım önünü bile zor görüyordu Mahmut Emmi. Ateşin kenarında duran isten kapkara olmuş demliği su doldurdu, ateşin üzerine koydu, üşümemek için yeniden çadırına döndü. 

Alev alan çalıların sıcaklığı çadırlara kadar geliyordu. Ayşe, çadırından çıktı. Kara demliğin kapağını açtı, su kaynıyordu. “Çayı demleyeyim” dedi. Tekrar içeri girdi. Çay torbasından bir avuca yakın çayı demliğin içerisine attı. Kendi tarafına çektiği küllerin üzerine koydu kara demliği.

-Mahmut Emmi, diye seslendi, çayı demledim.

-Tamam kızım, ben de çıkıyorum.

Mahmut Emmi, elinde bir pantolonla dışarı çıktı.

-Al bunu kızım.

-Ne olacak bu Mahmut Emmi?

-Giyeceksin.

-Ben mi?

-Evet.

-Ben şimdiye kadar hiç pantolon giymedim Mahmut Emmi, hem neden pantolon giyeyim ki?

-Sana biraz boldur ama giymek zorundasın. Sis açıldığında yürüyeceğimiz yolda rüzgar oluyor, fırtına oluyor. Entarinle yürüyemezsin. Entarini pantolonun içine koy.

-O kadar hızlı mı oluyor rüzgar?

-Dur bakalım kızım daha işin başındayız. Sen pantolonu giy. Bir şeyler hazırla. Ben bakayım Can da uyandı mı birlikte kahvaltımızı yapalım.

-Tamam Mahmut Emmi.

Kendi çadırının hemen yan tarafındaki Can’ın çadırından içeri seslendi:

-Uyandın mı Can?

-Uyandım Mahmut Emmi.

-Hadi gel birlikte kahvaltı yapalım.

-Geliyorum Mahmut Emmi.

Sis yavaş yavaş dağılıyordu. Karşı tepeler yer yer görünmeye başladı. Ayşe, ateşin yanına bez serdi. Ekmek, zeytin, peynir ve tereyağı koydu. Çadırından çıkan Can, Ayşe’yi pantolonlu görünce:

-Pantolon giyinen ilk kız Ayşe olsa gerek Mahmut Emmi?

-Ben verdim giysin diye. Yoksa bu dağın rüzgarı uçururdu onu.

-İyi düşünmüşsün. Yakışmış da ama biraz bol oldu.

-Olan o, başka yok, iyi ki yanıma almışım.

-Her şeyi düşünüyorsun Mahmut Emmi, sen daha çok gider gelirsin bu dağlardan.

-Kısmet, hadi acıktık, yapalım kahvaltımızı.

-Yapalım Mahmut Emmi. Ben de helva getirdim. Ekmeğinize ortak oluyorum ama ilerde birlikte benim terkidekilerden de yeriz.

-Olur olur.

Onlar gibi diğer kervancılar da ikili üçlü gruplar halinde kahvaltılarını yaptılar. Tabakalar açıldı. Tütünler sarıldı. Yine tütün kokusu sardı havayı. 

-Şu meleti içmiyorum ama zaman zaman kokusu bana da hoş geliyor.

-Aman, dedi Ayşe, sakın Mahmut Emmi.

-Yok kızım, bu yaşıma kadar ağzıma koymadım, bu yaşımdan sonra mı ağzıma koyacağım. Bu uşaklar vuracağımız rampada tıkanıp kalacaklar Ayşe. Dinlenelim diye yalvaracaklar Mahmut emmilerine.  Ama boşuna. 

-Çok mu rampa emmi?

-Sabırlı ol, şu sis iyice dağılsın görürsün çok mu az mı olduğunu.

Can, bir gökyüzüne bir de tırmanacakları rampaya baktı:

-Hava açacak gibi Mahmut Emmi. Sanırım rampayı çıkarken bir sorun yaşamayacağız.

-İnşallah Can.

-Toplanalım bir araya da konuşalım Mahmut Emmi.

-Gelin uşaklar.

Can ile birlikte on dört yol arkadaşı çember oluşturdular. Nasıl ve ne şekilde çıkacakları konusunda Can bilgi verecekti. Öyle de yaptı:

-Şimdi arkadaşlar, şelalenin yanına vardığımızda rampaya vuracağız. Rampamız zikzaklı. Yani bir sağa, bir sola döneceğiz. En önden ben gideceğim. Benim arkamdan Mahmut Emmi, onun arkasından Ayşe gelecek. Sizler de dizileceksiniz. Yalnız, her birimizin arasında en az beş metre mesafe olacak. Hava açıyor, sis dağılıyor. Yoksa yerimizden kıpırdayamayız. Aradaki mesafeyi mutlaka koruyun. Katırlar önden eşekler onları takip edecek. Siz siz olun ne kendiniz ne de hayvanınız yürürken taş yuvarlamasın. Çünkü bir aşağıda birimiz olabiliriz. Böyle bir ihtimal görürseniz mutlaka seslenerek uyarın arkadan gelenleri. Sis iyice dağılıncaya ve hava iyice açılıncaya kadar bekleyelim, ben ‘haydi’ dediğim zaman yüklerinizi yükleyip yola çıkacağız. Çadırları toplayın.

Xxx

Sis dağılınca yaşlı çift dışarı çıktılar. Küçücük kulübenin önünde her zaman oturdukları taşların üzerine oturdular. Sakalları, saçları uzamış birbirine karışır vaziyetteki Partal Mustafa, yaşlı karısına:

-Can ne zaman gelecek? Erimedi mi dağın karı?

-Karlar eridi herif karlar eridi Can gelmedi. Yeni karlar yağacak, Can yine gelmedi. 

-Ben de onu diyorum Zülfiye, Can ne zaman gelecek?

Kamburlaşmış belini azıcık olsun düzelten Zülfiye:

-Birinci kervan Şeyran’dan döndü, ikincisiyle gelir diyor yaylacılar.

-Yalan söylüyorlar, benim Can’ım çoktan gelmeliydi. Bir şey mi oldu Can’ıma Zülfiye?

-Allah korusun herif, ağzını hayra aç.

-Açıyorum, dua ediyorum ama canımın Can’ı hala gelmedi.

Beş yıldır aynı kulübede yaşıyordu Partal Mustafa ile karısı Zülfiye. Yaşadıkları kulübenin küçücük bir penceresi ve bir ihsan sığacak kadar kapısı vardı. Her baharda yaylacılarla birlikte köylülerle yaylaya çıkarlardı. Dar geçit olan şelale yolunun hemen altındaydı kulübeleri. Yoldan geçen kervancılar onlara yiyecek ve giyecek bırakmadan geçmezdiler. Yaylacıların yaptığı yardımla yaşamlarını daracık kulübede sürdürürlerdi. 

Can’ın rehberlik ettiği kervan kulübenin yanına gelince durdu. Mahmut Emmi, Rehber Can, kendi aşlarından yiyecek verdiler yaşlı karı kocaya. 

-Can geldi herif Can geldi.

Zor gören gözlerle etrafı kolaçan etti.

-Hani Zülfiye?

-Önünde dimdik duruyor.

Yaklaştı, az da olsa gören gözlerle Can’ın önce saçlarını, daha sonra yüzünü ve burnunu elleriyle yokladı:

-Bu benim Can’ım değil Zülfiye.

-Senin Can’ın Şeyran’dan yola yeni çıktı.

-Bu da mı Can?

-Bu da Can.

-Yolda görürsen selam söyle benim Can’ıma, baban dört gözle yolunu gözlüyor.

-Olur, söylerim Mustafa Amca. Şimdilik Allah’a emanet olun.

-Yolunuz iziniz açık olsun, Allah’ım burnunuzu kanatmasın.

Konuşulanları dikkatle dinleyen Ayşe, bir türlü anlam veremiyordu. Rampaya vuracakları sırada:

-Mahmut Emmi, kim bunlar, neden burada ayrı yaşıyorlar perperişanlık içerisinde?

-Rampayı çıkalım hayırlısı ile yukarıda nasıl olsa konaklayacağız, epeyce de zamanımız olacak, ben sana anlatırım.

Ayşe hem gidiyor hem de yaşlı çifte bakıyordu. Rehberler hep Can’dan mı oluyor? Rehberlik yapan bir Can daha mı var?

Can, Arap’ın dizginleri elinde, Oğuz önünde dönemeçli rampaya vurdular. Kervandakiler, Can’ın söylediklerini eksiksiz uyguluyor, aralarında en az beş metrelik aralıklarla tırmanıyorlardı. Dört saatlik tırmanışın ardından rampayı kazasız belasız çıktılar.
 

(Devamı var)

YORUM EKLE