Canboğul (58)

-Boşuna dememişler, ‘Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır.’ Gerçekten eskilerimizin sözleri büyük bir araştırmalardan sonra söylenmiş, değil mi Kartal Mustafa?

-Öyle ağam.

-Şimdi bu gece burada kalıyorsunuz. Üst katta iki oda var. Odaların birinde Seher bacı ile Kezban hatun, diğerinde ise ben yatacağım. Can, sen burada Kartal Mustafa ile yatarsınız. Kapıyı kuvvetlice kilitleyin. Kurt dumanlı havaları sever der gene eskilerimiz. Kapıya kadar gelebilir. Ateş edip sakın öldürmeyin, ateş ederseniz de korkutmaya ateş edersiniz.

-Tamam ağam da…

-Da’sı ne Kartal?

-Karnım gürül gürül ediyor. Sanırsın ki gök gürlüyor.

-Ben bir şey duymuyorum, sen duyuyor musun Can, hani ben yaşlıyım, kulaklarım ağır işitir.

-Gök gürlemiyor emmi, bu havada gök zaten gürlemez.

-Zehir, çık sobaları güzelce yak, yoksa bu adam yatmazsa bir kuzuyu daha götürecek.

-Kuzu değil de şöyle bir kuymak falan iyi olur, belki karnımın gürültüsünü alır.

-Biz yatacağız, peynir de orada yağ da yanında da mısır unu kendine göre yapar yersin. Bu saatten sonra ben sana kuymak yapamam.

Xxx

Avliyana’da dünkü havadan eser yoktu. Gece çıkan fırtına, çok sayıda meyve ağaçlarını kökünden devirirken, hartama olan bacaları da uçurmuştu. Kartal Mustafa’nın çatısı sağlam yapılmış olacak ki, fırtınadan zarar görmemişti. 

Tek odalı evinin önünde oturan Deli Osman, sabah güneşini görünce kapısının eşiğine oturdu. Kavalını cebinden çıkardı, acı acı çalmaya başladı. Kaval sesini duyan Zülfiye kadın ile Ayşegül, dışarı çıktılar. Bir süre ayakta Deli Osman’ın kaval sesine kulak verdiler. 

-Hele kızım bana bir iskemle getir oturayım, çok acı çalıyor Deli Osman. Anasını babasını mı gördü rüyasında? Böyle acı çaldığına göre bir derdi var.

-Getireyim ana.

Ayşegül kendisine de iskemle alarak birlikte oturdular. Deli Osman onların farkında değil acı acı çalmasına devam ediyordu. Acı ve hüzünlü havanın birini bitiriyor, diğerine başlıyordu. Kaval sesini duyan köylüler yavaş yavaş Deli Osman’ın kulübe şeklindeki evinin önüne toplanıyordu. Genç kızlar, evdeki işlerini bıraktı, Deli Osman’ı görmek, kavalını dinlemek için onlar da evin önündeki alandaydılar.

-Ne derdi var acaba?

-Derdi olmaz olur mu ne baba var ne ana var ne de yar.

-Alsa beni ben alırım onu.

-Ben de alırım.

-Ben de alırım niye almam ki, kavalının sesi yeter bize.

-Kaval karın doyurmuyor.

-Ne kadar doyurursa.

-Bence çok da yakışıklı.

-Bence de.

-Yeri yurdu var, alsa beni bağını bahçesini imar eder, kendi yağımızla kavruluruz.

Ayşegül de Deli Osman’ın çaldığı yanık hava ile hüzünlendi. Gözlerinden aşağıya akan yaş damlalarına engel olamadı. Üç ay evli kaldığı Can’ı anımsadı. Üç ay ne kadar da mutluydular. Babası hasta olmasaydı Can rehberlik yapmayacaktı. Üç ay yaşadığı mutlu günler sinema şeridi gibi geçti gözlerinin önünden akıp gitti. Deli Osman’ın çaldığı “Bir kuzu da taş dibinde meliyor. Firkati da dağı taşı deliyor. Komşular da bulamamış geliyor. Yitirdim yavrumu yol kenarında” havasıyla iyice hüzünlendi. Kendini tutamadı. Ağlayarak kendini eve attı. 

Zülfiye kadın ise gözlerini bir noktaya dikmiş öylece bakıyordu. Gözlerinden akan yaş damlalarının farkında bile değildi. “Kara yağızdı benim Can oğlum. Yiğitler yiğidiydi. Herkesin yardımına koşardı. Bir kere bile olsun ne bana ne de babasına ‘Of’ dememişti. Güzel Allah’ım, bizden daha çok sevdi onu ki aldı bizden.”

Deli Osman, başlamıştı bir kere çalmaya. Ona “dur” demezsen durmazdı. Ayşegül elinde dolu iki çay ile geldi. Birini Zülfiye kadına verdi. 

-Kızım, çayını iç de şu deli oğlana bir çay götür, onun durup duracağı yok.

-Hemen götüreyim ana.

Çayını yere koydu. İçeri girdi. Doldurduğu çayı Deli Osman’a götürdü.

-Osman, sana çay getirdim. Sonra çalarsın, al şu çayı iç.

-Doğru dersin Ayşegül abla, sağ olasın, eline sağlık. 

-Afiyet olsun Osman. Kahvaltı yapmadınsa bir şeyler getireyim de kahvaltı yap.

-Yok yapmadım abla.

-Dur sana, yağ, peynir ekmek getireyim.

-Çok sağ olasın abla.

Ayşegül, bir tepsiye koyduğu peynir, tereyağı ve ekmeği Deli Osman’a götürdü. 

-Hadi ye Osman, bir daha da öyle yanık yanık çalma, yüreğimizi dağlıyorsun.

-Ben kendi yüreğimi dağlıyorum Ayşegül abla. Ne ana var ne baba ne kardeş. Tek başına küçük bir kulübenin içerisinde şunun bunun yardımıyla süren bir hayat. Bağ ekmesini, tohumu toprağa atmasını bile bilmiyorum. Yer var, arazi var ama işleyen yok. Ha bu dediklerimi yapan, beni seven birini bulsam evlenirim. Evleneceğim kızın bana hem ana hem baba hem de kardeş olmasını istiyorum. Şunun bunun elinde büyüdüm. Ana bilmem baba bilmem yar bilmem. Baksana deli deyip askere bile almadılar. 

-Canın sağ olsun Osman. İnşallah bu söylediklerin gibi bir kız bulur evlenir yuva kurarsın.

-Kurarım değil mi Ayşegül abla?

-Kurarsın, biraz kendini toparla, üstüne başına dikkat et, bağına, bahçene, bostanına sahip çık, sen kazı ben gelir dikerim tohumları Osman.

-Yapayım değil mi?

-Sen dediğime bak, yap, biz de yardım ederiz. Fasulye, patates satar, paranı cebine kor biriktirirsin. Komşuların yardımı ile bir güzel de ev yapılır sana, sonra da evlenirsin Osman ama önce çalış.

-Tutacağım sözünü Ayşegül abla. Çalışacağım, para biriktireceğim.

Ayşegül’ün getirdiklerini büyük bir İştahla yiyen Deli Osman:

-Çok sağ olasın, ben kazma kürek alıp, bahçeye gideyim.

-Bak ne güzel. 

Osman’dan boş tepsiyi alan Ayşegül, Zülfiye kadının yanına geldi.

-Açtı ana garibim. Sildi süpürdü.

-Ne konuştunuz?

-Çalış dedim, bağına bahçene bak, ek, biz de yardım ederiz dedim ana.

-İyi demişsin kızım. Baksana bizimkiler de gelmedi. Bir şey mi oldu acaba?

-Kaynatam da akıllıdır Can da. Hele Lütfi emmiyle gittiler ki, bırakmamıştır onları, mutlaka onun malikanesinde kalmışlardır.

-Öyle olsun kızım ama gece mece geliriz demişti kaynatan.

-Gece çıkan fırtına evlerin çatısını attı, ağaçları devirdiğine göre Zigana kim bilir nasıldı ana?

-Onu da doğru dersin. Bu sabah çıksalar yola akşama kalmaz gelirler.

-Gelirler ana meraklanma.

Xxx

Fatma kız, yine pencerenin önündeydi. Gözleri hep kemer köprüdeydi. Can’ın nişanlandığını anne ve babası konuşurken duymuştu. Ali Osman’ın yanına giden Tahsildar Resul, rehber Can’ın, komşusu Kartal Mustafa ve anası Seher Hatun’la Ciharlı köyündeki Ayşe’yi istemeye gittiklerini söylemişti. Bütün hayalleri yıkılan Ayşe, kötü düşüncelere dalıp gidiyordu. “Seni kimselere yar etmem Can. Ya benim olacaksın ya da hiç kimsenin. Seni o Laz kızına yar etmeyeceğim. Şimdi yolunu bekliyorum. Atının nal seslerini özledim. Kapkara atının üzerinde hafif öne eğik oturuşunu özledim Can. Bula bula gittin bir Laz kızını buldun. Nasıl gönül verdin ona? Ben pencerenin önünde yolunu gözlerken sen nasıl gittin de Laz kızı Ayşe’yi istersin. Bir kere olsun başını kaldırıp da bu pencerelerden bakan var mı diye hiç merak etmedin. Ben atının nal seslerini duyunca heyecanlanırken, sen nasıl gidip de Laz kızını seversin Can? Seni Laz kızına yar etmem Can.”

Fatma, odasındaki pencerenin önünde otura dursun Tahsildar Resul, karısı Nazmiye ile kızının durumunu konuşuyordu.

-Ne yapacağız hanım?

-Bilmem ki bey.

-Bu sakın Baloğlu Hikmet’in oğlu Can’ı sevmiş olmasın?

-Bilmiyorum ama olabilir. Ne zaman caddeden nal sesi gelse pencereye koşuyor.

-Hanım, bu o Can denen delikanlıyı sevmiş olabilir.

-Olabilir de Can ne yapsın? Bir defa olsun karşı karşıya gelmediler. Bizim kızı tanımaz bile.

-Doğru dersin de… Düşünüyor düşünüyorum da bir türlü çözüm bulamıyorum. Can, gitmiş sevdiği kızla nişanlanmış, iş bitmiş. Sen onu sevsen ne olur, sevmesen ne olur.

-Kötü şeyler geliyor aklıma bey.

-Nasıl kötü bir şeyler hanım?

-O tüfeği kızın odasından al.

-Ne işi var tüfeğin kızın odasında?

-Bilmem geçen gün aldı, ‘Babamın tüfeği benim odamda asılsın ana’ dedi, ben de yok diyemedim.

-Allah Allah bu kız ne yapmak istiyor? Yarın hafta sonu, tatil. Ava gideceğim bahanesi ile tüfeği onun odasından alayım.

-İyi edersin bey.

Tahsildar Resul, kızının odasının kapısını çalarak içeri girdi. Kızı hala pencerenin önünde oturuyordu. Fatma’yı o halde görünce gözleri doldu, yaklaştı, kızının saçlarını okşadı.

-Kızım, anan Nazmiye, Fatma bana ev işlerinde hiç yardımcı olmuyor, dedi. Yardım etsen ona, biliyorsun beli ve dizleri ağrıyor.

-Olur baba, yardım ederim.

Tahsildar Resul, duvarda asılı olan kuş tüfeği ile armayı aldı.

-Niye alıyorsun baba? Ne güzel duruyordu duvarda.

-Yarın ava gideceğim kızım, güzelce silip temizleyeceğim.

-Avdan sonra gene aynı yerine asalım baba.

-Olur kızım, avdan dönüşte asarım.

(Devamı var)

YORUM EKLE