Canboğul (67)

Koca Kaptan’ın evinde düğün hazırlıkları hızla sürüyordu. Gün yaklaştıkça Meryem ananın yüreği buruk buruk oluyor, kızı Ayşe’yi gözlerinin önünden ayırmıyordu. O gidince ben ne yapacağım. Bir kızım var o da gitti dünyanın bir ucundaki gence gönül verdi. Ah benim güzel kızım bu köyden birine gönül verseydin de gözümden ırak olmasaydın. Her gün o güzel yüzünü görsem, saçlarını okşasaydım. 

Ayşe, omuzlukla getirdiği su kovalarını kapının önüne bıraktı. 

-Ana, dedi, ben gittikten sonra sakın sen gitmeyesin çeşmeye su almaya, Ömer’i yolla, Selim’i yolla. Zaten belin ağrıyor. Sakın suya gidersin. Duyarım ki, sen suya gidiyorsun, gelir Ömer’i de Selim’i de eşek sudan gelinceye kadar döverim haberin olsun.

-Gitmem kızım merak etme, hele gel otur yanıma.

Ayşe, geldi anasının yanındaki alçak iskemleye oturdu, başını anasının omuzuna yasladı.

-Demek gidiyorsun he benim güzel kızım?

-Öyle ana.

Kızının saçlarını okşadı. Beline kadar örülmüş saçıcı avuçlarının içine aldı, kokladı, öptü, öptü. 

-Ne güzel de kokuyor saçların kızım, bugüne kadar niye farkına varmadım ki?

-Bugüne kadar hiç hasretle koklamadın ki anacığım.

-Kaç gün kaldı düğününe?

-Beş gün ana.

-O kadar yakın mı?

-Evet.

-Demek gidiyorsun?

-İstersen gitmeyeyim ana.

-Yok yani demek istedim ki…

-Ana beni kız doğurdun, erkek doğursaydın yanında kalır evlenirdim. Sen niye durmadın baba evinde de geldin Koca Kaptan’ı aldın?

-Ben ne bileyim kızım, sevdim herhalde Koca Kaptan’ı.

-Ben de senin gibi oldum ana sevdim Can’ı, o da beni sevdi.

-Haklısın kızım, hangi kız babasının evinde durdu ki sen de babanın evinde durasın.

-Öyle ana öyle. 

-Sık sık gelirsin değil mi?

-Gelirim tabi ana, sen benim hasretime dayanamazken, ben sizin hasretinize dayanabilir miyim? Elbette geleceğim.

-Gel kızım gel, beni hasrette koma olur mu?

-Komam ana komam sen merak etme. Daha gitmeden başlayacağım ağlamaya. Can, kimseyi merakta, hasrette bırakmaz ana.

-İnşallah benim güzel kızım.

-Noksan bir şeyimiz var mı kızım?

-Yok ana, ne noksanımız olacak?

-Evde yanında götürmek istediğin bir şey varsa al kızım.

-Anaaa… Ne götüreceğim yanımda? Gideceğim yerde de aynıları var.

-Var mı acaba?

-Yok, bizde var da onlarda yok, etme ana, ben bir şey istemiyorum.

-Sen bilirsin kızım.

Sarıldılar, yeni kavuşmuş iki hasretli gibi bir süre öyle durdular. 

Xxx

Seher Hatun da oğlu Can ile evlerinin önündeki çardakta oturuyorlardı. İki katlı evlerinin üst katını gelinine ayırdı. Komşuların da yardımı ile evi baştan aşağı bir güzelce temizlemişlerdi. Kilimler çeşmeye götürülerek yıkanmış, kurutulmuş, yerlerine serilmişti. Bina baştan aşağı temizlik kokuyordu. 

-Bütün hazırlıklarımız tamam Can. Evin temizliği bitti, komşuların yardımıyla da badanasını yaptık, ev pırıl pırıl oldu.

-Elinize kolunuza sağlık. Diyorum ki ana, üst katta sen dursaydın, biz alt katta dururduk.

-Yok oğul, ben artık yaşlandım merdiven çıkıp inemem, hem rahat edemem. Ben bazen odamda yatacağım, bazen mutfakta, öyle alıştım. 

-Nasıl istersen ana. 

-Başka köylerden çağırdığın oldu mu?

-Yok ana, sadece Zermut’tan Salih Bey’i davet ettim.

-İyi ettin. Çok değerli bir insan. O olmasaydı bu milletin hali perişandı. 

-Öyle ana öyle.

-O güzelim karısı Gülizar da yıllar önce nasıl gitti sele? Bir daha da onun üstüne evlenmedi.

Kartal Mustafa da yanında karısı ile kapının önünde oturuyordu. Kehribar tespihini “şak şak” çekiyordu. Tespih tanelerini çektikçe çıkardığı ses Seher hatun ile Can’ın kulaklarına kadar geliyordu. Sinirli olduğu her halinden belliydi. Pisik Ali’nin kendilerini reddetmelerini bir türlü hazmedemiyordu. 

-Ulan Pisik Ali, ben o kızı senden almazsam bana da Kartal Mustafa demesinler.

Karısının doldurduğu çaydan bir yudum aldı.

-Neymiş Osman yanaşmaymış, neymiş Osman deliymiş. Ulan Osman kadar taş düşsün başına. Bulmuşsun pırlanta gibi çocuğu daha ne istiyorsun.

-Sıkma canını herif.

-Nasıl sıkmam Zülfiye. Her günü çobanlıkla geçen Allah’ın pisiği benim aslan gibi oğluma kızını vermemek için kırk dereden su getirdi, duymadın mı?

-Duydum bey duydum da yapacak bir şey yok.

-Var hatun var, ben bilirim yapacağımı…

-Vay, Mustafa ağa, almışsın yengeyi yanına çay keyfi yapıyorsun, bize de bir bardak çayın var mıdır?

-Aman beyim, Salih beyim, çay gadanı alsın. Çay ney ki? Buyur buyur gel hele.

Salih Bey, Şahım’dan indi, dizginleri kahya Kerim’e verdi. Kartal Mustafa ile kucaklaştı. 

-Hoş geldin beyim, hoş geldin. Hele gel otur.

Zülfiye kadın içeri girdi, minder getirdi. İskemlenin üzerine koydu.

-Hoş geldin beyim, buyur otur.

-Hoş bulduk Zülfiye ana. Nasıl bakayım bu Kartal ile aran?

-Sağ ol, beyim iyidir.

-Hayırdır beyim, geleceğini haber vermedin, hazırlık yapardık.

-Bak şimdi bu olmadı Kartal, bilirsin ben öyle şeyleri sevmem.

-Bilirim sevmezsin de aç mısın tok musun bari onu bilelim?

-Sağ ol Kartal, tokum. Köylüler yolu bitirmiş, bir bakayım dedim, herhangi bir eksik var mı yolda?

-Benim bildiğim kadarı ile yok beyim. Bir hafta önce katırcılar Şeyran’a gitti döndüler. Konuştum onlarla yolun çok güzel olduğunu söylediler. Gitmene gerek yok.

-Öyle mi? O zaman gitmeyelim, kendisini fark etmeyen Can ile Seher hatun gözü ilişti, ne kadar dalgınlar, beni hiç fark etmediler Kartal.

-Düğünleri var ya beyim onun için dalgın olabilirler.

-Seher ana, diye seslendi Salih Bey, gel hele gelin.

Salih Bey’in seslenmesi ile ayağa kalkan Seher Hatun ve Can, hızla yanına geldiler. “Hoş geldin” diyen Can ve Seher hatuna, çok dalgındınız, hayırdır bir sıkıntınız mı var?

-Sağ ol beyim, herhangi bir sıkıntımız yok.

-Hele ayakta durmayın, gelin oturun bakalım, kahya Kerim’e sesledi, yanlarına gelen kahya cebinden çıkardığı parayı Can’a uzattı, al Can, dedi.

-Aman beyim, bizim bir ihtiyacımız yok, çok sağ ol, paramız da yeteri kadar var.

-Can, bilirsin, beni reddedenleri pek sevmem.

-Bilirim beyim ama, bizim paraya ihtiyacımız yok.

-İhtiyacınız olduğu için vermiyorum. Benim düğün bahşişim bu. Düğün süresince beş kuruş daha vermem, haberin olsun. Bak, kahyanın koluna kramp girecek, al şu parayı. 

Can, kahyanın uzattığı parayı aldı, cebine koydu. Biraz utangaç tavırla:

-Bu kadar bahşiş olmaz beyim, on yıl çalışsam ödeyemem ben bu parayı.

-Sana bahşiş olarak verdim, borç değil Can.

-Allah ne muradın var ise versin beyim, dedi Seher hatun.

-Sen öyle dedin ya Kartal, ben gitmekten vaz geç geçtim. Şimdi buranın o meşhur balından ve o meşhur kaymağından iştahla yerim.

-Hemen beyim.

-Ben de kaymak var, hem bizim çardak müsait beyim, buyurun oraya geçelim, dedi Seher hatun. 

Kısa bir süre sonra Can’ın evinin önündeki çardağa sofra kuruldu. Bal, kaymak ve peynirler sofraya konuldu.

(Devamı var)

YORUM EKLE