Geçmişin Kayıp Mirası, Daltaban Çarşısı

Çarşılarının şekillenmesi ve gelişiminde İslam ve Türk şehircilik anlayışının önemli bir rolü vardır. İslam dininin ticarete ve hayır yapmaya verdiği önem, ekonomik ve sosyal amaçlı yapıların oluşturulmasında önemli bir rol oynamıştır.

Bir malın üreticiden tüketiciye varan hikâyesinde kimi zaman kervanlarla kıtalar veya ülkeler aşarak uzun mesafeli, kimi zaman köyden kente kısa mesafeli, kimi zaman da aynı yerde üretilip tüketiciye ulaştığı, mesafe almadığı yolculuklar söz konusudur. Farklı mesafelerdeki bu yolculuk, şehrin ticari bölgesinde sonlanarak tüketiciye ulaşmakta veya bir şehirden diğer bir şehre devam ederek ilerlemektedir. Mal taşınırken kervanın konakladığı, mola verdiği veya sona ulaştığı mekânlar çeşitlenmekte; bunlar yol güzergâhları üzerinde kervansaraylar, kentlerde ise hanlar, bedestenler, arastalar ve çarşılar olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Çarşı kelimesi Arapça ve Farsça iki kelimenin birleşmesiyle oluşan bir kelimedir. Çar (dört) ve suk (cadde) kelimelerinden meydana gelen kelime, zamanla Türkçeleşmiş ve çarşı olmuştur. Osmanlı Devleti’nde çarşı tıpkı günümüzde olduğu gibi iki tarafında da dükkânlar olan üstü açık veya kapalı alanlara verilen addır. Merkezinde bedesten bulunan çarşının içerisinde dükkânlar, imarethaneler, hamam bulunmaktadır. Geçmişte çarşılar ülkede ticaretin gerçekleştiği en önemli noktalar arasındaydı. Bu çarşılar hem köylerin hem de kazaların ihtiyaçlarını da karşılayabilmekteydi. Çarşıların büyümesinde vakıfların da önemli rolü bulunmaktaydı. Vakıflar çarşıları finanse ederek hem çarşının hem de şehirlerin gelişmesinde ve ticari canlılığın artmasında önemli rol oynamışlardır. Bunun haricinde demirci ve bakırcı gibi kırsal kesime daha çok hitap eden dükkânlar şehrin çok içlerine kurulmamıştır. Bunun sebebi de köylü kesimin bu dükkânlara rahatça ulaşabilmesini sağlamaktır. Yine ulaşım kolaylığı olması açısında çarşılar genelde ana yollar üzerine yapılmıştır. Yine akarsuların olduğu yerlere de yapıldığı görülmüştür.

 Çarşılar türbe ve cami gibi dini bölgelerin de yakınlarında olmuştur. Bunun sebebi kalabalıkların çarşılara rahatça ulaşabilmesini sağlamaktır. “Harama bakma, haram yeme, haram içme, sabırlı ve dayanıklı ol. Yalan söyleme. Büyüklerden önce söze başlama. Kimseyi kandırma. Kanaatkâr ol. Dünya malına tamah etme. Yanlış ölçme, eksik tartma. Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini, hiddetli iken yumuşak davranmasını bil ve kendin muhtaç iken bile başkalarına verecek kadar cömert ol.” Bu sözler size bir babanın evladına ya da bir hocanın talebesine nasihatleri gibi gelebilir ama esasen bunlar Ahî şeyhi ya da vekili tarafından kalfalıktan ustalığa geçenlere yapılan ilk tembihlerdir. Böyle nasihat etme düşüncesi ancak “helal kazanç” kavramını ticaretinin ya da mesleğinin merkezine koymuş bir medeniyete mensup olanların şiarı olabilir.

Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethetmeden önce tebdil-i kıyafetle yaptığı bir çarşı teftişi sırasında yaşanılanla ilgili anlatılanlar, Osmanlı esnafının sahip olduğu ticarî ahlâka ve zarafete güzel bir örnek teşkil eder. Kısaca hatırlatacak olursak:

Sultan, bir gün sabah saatlerinde tebdil-i kıyafet ile çarşı denetimi yapmak için bir dükkâna girer. Birkaç parça bir şeyler almak ister. Satıcı istediklerinden az bir miktarını hazırlayıp verir ve tanımadığı Sultan’dan geri kalanını komşusundan almasını ister. Sultan kendisinde olmadığından mı böyle yaptığını öğrenmek isteyince satıcı, istediklerinin kendisinde bulunduğunu, fakat komşusunun daha siftah yapmadığını, bu yüzden ondan almasının daha doğru olacağını söyler. Sultan bu durumdan çok memnun olur ve İstanbul’un fethi için toplumun hazır olduğunu görür. Bu hadise üç kıtaya hükmetmiş Osmanlı Devleti’nde esnafın iş ahlâkına ve dayanışma şuuruna işaret eder.Çarşı, İslâm şehirlerinin hemen hepsinde mahalleden ayrı konumlanmıştır. Her biri cami, medrese, aşevi gibi bir hizmetin vakfı olan dükkânların oluşturduğu çarşıda esnaf, vakıfların kiracıları olarak ticaret yaparlardı. Mahalle ise çarşının bittiği yerden başlardı. Böylelikle her kesimden insanın bulunduğu kalabalık çarşı özel yaşam alanından ayrılır, mahallenin mahremiyeti korunurdu. 

Geçmişte hükümet binası eski Gümüşhane’den bugünkü yerine taşınmadan önce Daltabanlı Semti, Hacıemin Semti ile Bağlarbaşı Mahallesi arasındaki tek çarşı Daltaban Çarşısı idi. Hacıemin Semtinde bir kahvehane bir dükkân, Bağlarbaşı Mahallesinde iki kahvehane bir fırın,  bir kaç dükkân vardı. Ama hiç bir zaman dükkânların hepsi açık olmamıştır. Bu iki semt arasındaki mahallelerin hemen bütün ihtiyaçlarını Daltaban Çarşısı karşılardı. Genellikle değerli eşyaların satıldığı veya saklandığı çarşı, şehrin ticaret bölgesi merkezi yapısıdır ve şehrin ticari potansiyeli çarşısının varlığı ile anlaşılabilirdi. Köylerden gelip de bir şeyler satarak bezini, tuzunu alacak olanlar bir daha şehrin yokuşunu çıkmamak için alacaklarını bu çarşıdan alır, köylerine dönerlerdi. Şehirlerin sahip olduğu çarşıların büyüklüğü veya küçüklüğü, şehrin gelişmişlik seviyesinin bir göstergesi niteliğindeydi. Çarşıların diğer bir ekonomik fonksiyonu da ulaşım faaliyetiydi. Yolcu ve yük taşıyan kervanların hazırlandığı, uzak mesafelerden gelen kervanların yolcu ve yüklerini indirdikleri bir terminal görevi de görmüşlerdir. Osmanlı döneminin gelişmiş çarşılarında şehirde ve kırsalda yaşayanların, diğer şehirlerden veya il dışından gelen yolcu ve tüccarların ihtiyaçlarını karşılayan birçok sosyal tesisler bulunmaktaydı. Bir vakıf bünyesinde inşa edilen cami, han, hamam, medrese, çarşıları şehrin sosyal yaşamının merkezi haline getirmiştir. Yine ahilik teşkilatları eskiden çarşılara sosyal güvenlik fonksiyonu kazandırmıştır. Şehrin idare edildiği hükûmet konaklarının genellikle çarşı alanı içinde veya yakınında yer alması, çarşıların yönetim fonksiyonuna sahip olmasına neden olmuştur. Dolayısıyla çarşılar şehrin sadece ekonomik merkezi değil, aynı zamanda şehir sosyal hayatının da merkezi konumundaydı. Şehrin vazgeçilmez unsurlarından biri olan çarşı Daltaban semtinde gelişirken, eski şehirlilerle, bahçeliler arasında alış veriş ve ekonomik, sosyal bazı kaygılar ön plana çıkması nedeniyle sürtüşmeler olurdu. 

Daltaban Çarşısına Camiönü de denirdi. Halk Daltaban ya da Daldabanni derdi. O günleri ve çarşıda yer alan esnafı anlatan Sabri Özcan San, Çarşı ve içerisindeki tarihi yapıları şöyle anlatmıştır; Çarşıdaki Caminin adı Sadullah Efendi Camisidir. 1970'li yıllarda yıkılmış, aynı üslûpta yeniden yapılmıştır. Yalnız minarede değişiklik olmuştur. Eski minare Selçuklu üslubunda idi. Çarşıdan hatıra olarak sadece şadırvan kalmıştır. Şadırvan 1915 yılında Gümüşhane Müstakil Sancağı Mutasarrıfı ve Nokta Komutanı olan, Abdulkadir tarafından yaptırılmıştır. (1915–1917) Şadırvanın doğu yüzeyinde bir daire içinde eski yazı ile İstiklâli 699 (Osmanlı Devletinin Rumi kuruluş tarihi) yazılmıştır. Altına kabartma olarak tabanca, davul resimleri yapılmış, tarih konulmuştur. Kuzey tarafında gene bir daire içinde tabanca, kılıç, top namlusu, yarım bir ayın içinde bir güvercin, ortasında başka bir daire içinde bir gve emi, geminin altında ay yıldız, ay yıldıza takılı ve yedi köşeli başka bir yıldız kabartması vardır. Güney tarafında, eski Gümüşhane yoluna bakan yüzünde Cihad-ı Ekber Hatırası 1331 (Büyük Savaş – 1915) yazılıdır. Padişah El Gazi Reşat’ın adı ve tuğrası vardır. 

Şadırvanın üzerindeki kitabeleri Ortaokul Resim Öğretmeni Daltabanoğullarından Fethi Daltaban tarafından yazılmış olduğu söylenirdi. Şadırvanın çarşıya bakan tarafının tam karşısında, Kürdaloğlu'nun yeşile çalmakta olan taşından yapılmış bir kuru çeşme, çeşmenin üzerinde bir de kitabe vardı. Kitabe Daltabanoğullarına aitti. O kitabe şimdi belki de bir yerde bir duvar taşı olarak duruyordur. Daltaban Çarşısı ne zaman kuruldu bilinmiyor. Transit yolu 1869 yılında bir Fransız şirketi tarafından yapılmadan önce bu yol Demirkapı Semtinden girer, iki köprüden geçerdi. Köprülerin biri karayolları idaresi tarafından iptal edilmiştir. Biri hâlâ ayaktadır. Yol, Güzeller Mahallesinin karşısından geçip, şimdiki Süleymaniye Mahallesi mezarlığından eski şehire çıkardı. Eski şehirden doğuya giderken mezarlıktan geçer, Tohumoğlu Köprüsünden Erzurum yoluna giderdi. Daltaban Çarşısının bir ucunda şadırvan, öbür ucunda hamam vardı. Uzunluğu yüz elli, iki yüz metreyi bulurdu. Yol çarşının ortasından geçerdi. Şadırvan çarşının tam karşısına düşüyordu. 

Şadırvanın karşısına, sağa düşen tarafta bir kaç basamakla çıkılan Sürmelioğlu Şevket Ağanın hanı ve kahvehanesi vardı. Şevket Ağa epeyce yaşlı, şakacı bir adamdı. Şadırvanın sol karşısında Refioğullarına ait olan, üst katında kahvehane, alt katında han ve dükkânlar olan iki katlı bir bina vardı. Uzun yıllar Ali Çavuş adında Erzurumlu birisi işlettiği için buraya Ali Çavuşun Kahvesi derlerdi. Bu kahvehane ağır misafirlerin de kaldığı peykeli4 bir oteldi de denilebilirdi. 1920 yılında, Kurtuluş Savaşının ilk yıllarında Daltaban'da şu dükkânlar vardı: - 4 Kasap - 2 Lokanta - 1 Kebapçı - 6 Han - 7 Kahvehane - 1 Terzihane - 1 Saatçi - 1 Kunduracı - 1 Çapulacı - 2 Eskici - 1 Çilingir - 1 Demirci - 1 Semerci - 1 Fotoğrafçı - 2 Berber (Biri Gani adındaki Rum’du. Gezici berberlik yapıyordu- 4 Fırın (Birinin sahibi "Koda" adında bir Rum’du) - 1 Sobacı (Bu sobacı aynı zamanda kalaycılık da yapıyordu.) - 1 Mutaf (Yasef adında bir Rum’du) - 1 Hamam (Çarşının doğu girişinde idi. Trabzonlu, Nemlioğlu yaptırmıştı.) - 18 Bakkal dükkânı vardı. 

Dükkânların hepsi küçücüktü. Bu dükkânlarda kalın mavi kâğıtlara sarılmış olan kelle şekerleri, ("kelle şekeri" olarak adlandırılan bu şeker, şeker kamışının pişirildiği kaba onda bir oranında taze süt ilave edilerek hazırlanıp, konik kalıplara dökülmesiyle elde edilirdi. Çok sert olan bu şeker, kolayca kırılmaz, küçük bir keser veya kerpeten ile kenarından parçalanıp koparılırdı) O zamanlar bugünkü gibi toz şeker ya da kesme şeker yoktu. Mavi kâğıtlara sarılı okkalık şekerler asıldığı yerden indirilir, kâğıdı sökülür, çekiçle kırılır, tartılır, müşteriye öyle verilirdi. Şekerin okkası yirmi beş kuruştu. Dükkânların raflarında mumlar sıra sıra asılır, gaz, tuz, bez, yiyecek, giyecek her şey bulunurdu. Bütün yasaklamalara rağmen kaçak tütünlerin en iyileri piyasada bol bol bulunurdu. Kehribar renkli bu tütünlerden birer tutam kâğıtlara konulur, beş altı santim uzunluğunda rulolar yapılırdı. Fişek denilen bu rulolar beş kuruşa satılırdı. Suriye markalı sigara kâğıtlarını herkes alamazdı. Köylü, kalınına incesine bakmadan hangi kâğıt ellerine geçerse sigarasını ona sararlardı. Onun için köylülere en makbul hediye eski gazeteler olurdu. Gazete kâğıdı sigara sarmaya daha iyi geliyordu. Hem zifiri de daha az olurdu. Tekel sigaralarına paparoz deniyordu. Paparoz daha pahalı gelmiş olacak ki hemen herkes kaçak tütün içerdi. Tütünler tütün tabakalarında sarılırdı. Sigara içenlerin kendi mali durumlarına göre çeşitli biçimlerde ve değişik madenlerden yapılmış tabakaları olurdu. Düz gümüşten, savatlı gümüşten, altından veya pofundan yapılmış tütün tabakalarını kullanırlardı. Sigara içileceği zaman tabaka cepten ya da bele sarılı kuşak arasından çıkarılırdı. Kenarına bir çalımla şöööyle bir vurulur, kapak açılır, içinde hangi cins kâğıt varsa içine bir tutam tütün konulur, sarılır, kâğıdın yapıştırılan kenarı tükürükle ıslatılırdı. Kâğıt kalın ise yapışması için kenarları tırtıklanırdı. Ağaç mantarlarından yapılmış olan kavlar çakmak taşının üzerine konur, bir çelik parçasıyla taşa vurulur, kav yakılırdı. Yanan kavdan nefis bir koku çıkardı. Sigara bu kavla yakılırdı. Biz çocuklar mısır püskülleriyle sigara sarar, büyükleri taklit ederdik. 

Dükkânlarda satılan mallar katırcılarla Trabzon'dan getirilirdi. Esnaftan bazıları daha kestirme olsun diye Aktutan Köyünden, Kolat Dağlarından iki günde Maçka'ya iner, bir günde de Maçka'dan Trabzon'a varırlarmış. Trabzon'a inince daha itibarlı sayılmaları için ayaklarındaki çarıkları çıkarır, çapulalarını giyerlermiş. Konyalı Raif Efendi, Refioğlu Emin Efendi (Yücel) ve bunlara çocuk yaşta katılan Mahmut San'ın bu yolculuklarını hatırlıyorum. Esnaf Trabzon'dan aldığı malları katırcılara verir, kendileri de taşıyabilecekleri kadar bir şeyleri sırtlarına alır, aynı yolla geri dönerlermiş. Kıtlık yılları olduğu için sırtlarına aldıkları yük daha çok bir batman kadar mısır unu olurmuş. Daltaban'da büyük alış verişler hemen daima güz mevsiminde yapılırdı. Ürününü kaldıran köylü, pırtısını ancak o zaman alabilir, düğününü de o zaman yapardı. Onun için esnaf güz aylarını dar gözle beklerdi. Yazın Daltaban'da sinek avlarlar, deyiminin anlamını sonraları öğrendim. Esnaf, bereket köylünün çarığındadır, derdi. Köylü un çuvalına benzer, vurdukça tozar, sözü kulağımda o zamandan kalmadır.

Daltaban'a odun Çamlıköy'den atlarla, eşeklerle, Çaltı'dan öküz arabalarıyla gelirdi. Çarşıya girmeden yükler indirilir, ikiye bölünür, yarısı tekrar yüklenir, çarşıya getirilirdi. Bir eşek yükü odun beş kuruş, at yükü odun cinsine, çokluğuna, azlığına göre yedi buçuk on kuruştu. Böyleydi ama düşünmeli ki 1920 yılında bir Osmanlı kaimesi 11 bir Reşat altını demekti. Bir dükkân sahibi günde bir tek liralık alış veriş yaptı mı o gün kendini çok iş yapmış sayardı. Lira ha altın olmuş, ha kâğıt olmuş fark etmezdi. 

Yerli değirmen unuyla yapılmış olan iki okkalık bir somun ekmek (yuvarlak ve şişkin ekmek) on kuruştu. Ara sıra özel olarak fabrika unuyla yapılmış beyaz ekmeğe Gümüşhane'de paşahası denirdi. Paşahası ekmek Gümüşhane'de 1950 yılından sonra çıkmaya başlamıştır. Fırınların kepenkleri öne doğru açılır, ekmekler bu kepenklerin üzerine dizilirdi. Yağın okkası otuz otuz beş kuruş, balın okkası otuz beş kırk kuruştu. Yumurtanın on tanesi bir tek kuruştu. Çay atmış para, yani bir buçuk kuruştu. Dükkân kiraları dükkânına göre ayda yetmiş beş, yüz, yüz elli lira arasında değişiyordu. Yol yok, taşıma kolaylığı yoktu. 

Yeşildere Köyünde sultanların ağzına lâyık Tokat Sultan armudunun batmanını13 beş kuruşa verirdik de kimse toplayıp almazdı. Koyun etinin okkası on beş kuruşa satılıyordu. Bir inek beş altı liraydı. Daltaban'da kasaplar ancak iki baş hayvan kesebiliyorlardı. O kadar etin satışı bile kolay değildi. Köylülerin et aldığı görülmemişti. Ara sıra takımıyla ciğer veya sığır başı alırlardı. Mezbaha, Mafi Derenin, Harşit Çayına bitiştiği yerin biraz yukarısında, ahşaptan uydurma bir bina olarak yapılmıştı. Hayvanlar orada kesilir, omuzlarda dükkânlara getirilir, çengellere asılırdı. Bugün Daltaban Çarşısı yıkılmış, yerine küçük bir sanayi sitesi yapılmış, bir müddet sonra o da yıkılarak bugün atıl bir durumda bırakılmıştır.

Geçmiş dönemde şehirlerin çarşıları sahip oldukları bu fonksiyonlar nedeniyle her zaman bir merkez konumunda olmuşlardır. Şehirlerin çarşı merkezli gelişmesi bakımında şehrin fiziksel gelişmesini sağladığı gibi; şehir dışından gelenlerin, şehir halkının ve çevresindeki kırsal alanlarda yaşayanların birçok ihtiyacını temin edebildiği yegâne yer olması bakımından da şehrin sosyo-ekonomik merkezi olma özelliklerini yüzyıllar boyunca korumuştur.

Kaynaklar;
San Ö.Sabri,Vadideki Gümüşhane
Şahinalp Mehmet,Osmanlı Dönemi Anadolu şehirleri
Çelebi Evliya,Bedesten

YORUM EKLE
YORUMLAR
Temel daldaban
Temel daldaban - 2 yıl Önce

Bu guzel arsivi emek verip arastirip paylasan engin bey kardesimize yurekten tesekur ediyorum yuregine gonlune saglik