Gelincik Taşları Efsanesi (12)

Gülşah’ın da Ali’den farkı yoktu. O kadar köyün gençleri arkasına takılmış, yolunu kesmişlerdi ki bir tanesine bile dönüp bakmamış hatta kavga ettikleri dahi olmuştu. Ne olmuştu da dağ başında gördüğü bir çobandan bu kadar etkilenmişti? Bir türlü anlam veremiyordu. İyi ki köyünden gören olmamıştı, yoksa o da köyün diline düşecekti. Aman, düşerse düşsün bir gün gelecek o da evlenmeyecek miydi?

Kızının durgunluğu, anasının gözünden kaçmadı. Her akşam iştahla yemeğini yiyen Gülşah, bu akşam doğru dürüst yememiş, “yorgunum” diyerek yatmaya gitmişti. Yatmasına yatmaya gitti ama, Çoban Ali gözlerinin önünden gitmiyordu. Gözlerini kapatıyor Çoban Ali, açıyor Çoban Ali. Gaz lambasını da yakmadan sadece çoraplarını çıkarıp üstüyle uzanmıştı kilim döşenmiş peykenin üzerine. Gözleri karanlıkta Çoban Ali’yi arar gibiydi. Küçücük penceresinden içeriye sızan ay ışığına çevirdi gözlerini. Dolunay, tüm parlaklığı ile pencereden içeri girdiği yeri aydınlatıyordu. Ali bir ay kadar uzak geliyordu ona. 

Anası, yavaşça odanın kapısını açtı. Kızının gaz lambasını yakmadan, yatağını sermeden peykenin üzerine uzandığını gördü ayın ışığında. Yanına sokuldu. Peykenin kenarına oturdu. Kızının saçlarını okşadı.

-Ne oldu benim güzel kızıma, hasta mı oldun, yoksa biri sana bir şey mi söyledi, benim güzeller güzeli kızım?

-Yok ana, biraz keyifsizin.

-Söyle bana canım güzel kızım, nedir seni keyifsiz yapan?

Gülşah, yanıt vermedi. Bir süre pencereden sızan ay ışığına çevirdi gözlerini.

-Ana, dedi.

-Söyle güzeller güzelim.

-Sen hiç koyunlarını kavalı ile yaylıma götüren, kavalı ile oturtan, kavalı ile su içiren çoban gördün mü?

-Öyle şey olur mu kızım?

-Oluyormuş ana. Ben bugün Çit çobanı ile karşılaştım Çit Düzünde. Öyle bir kaval çaldı ki, bizim koyunlar gitti onun sürüsüne koşarak katıldılar.

-Çok tuhaf.

-Evet ana. Sonra, yanına gittim çobanın. Uzun boylu, yakışıklı. Ona, ‘kavalınla öyle bir hava çal ki, senin sürüne katılan koyunlarım ayrılsın’ dedim.

-O ne yaptı?

-Gözlerimin derinliğine bakar gibi baktı. Göz göze geldik. Cebinden kavalını çıkardı. Üfledi. Sesi hoşuna gitmemiş olacak ki, çeşmenin altına tutup bir güzelce ıslattı. Cebinden çıkardığı mendille sildi. Kavalını birkaç kez sallayıp içinde kalan suyu çıkardı. Daha sonra da ağzına götürüp çalmaya başladı.

-Eee?

-Öyle bir hava çaldı ki ana, kavalın sesi yüreğime işledi. Bana bir şeyler oluyor sandım. Bizim koyunlar başta Yiğit koçumuz olmak üzere koyunlarımız sürüden ayrılıp Tavuğun Taşına doğru yürümesinler mi?

-Hayret kızım, nasıl çalmış ki koyunlar ayrıldı?

-Ayrılan koyunlarımızın hepsi de meliyordu. Kavalın yanık sesine koyunların melemesi ve boyunlarına astığımız zillerin sesi karışıyordu. Anlatamam ana. Ben kendimi zor tutuyordum. Kalkıp koyunlarımızın arkasından gitmek istiyordum ama bir türlü kalkamıyordum. Dizlerimin bağı çözülmüştü.

-Sonra?

-Kavalını, tekrar cebine koydu. Kaval susunca ben de kendime gelmiştim. Hala gözlerimin önünde o çoban ana.

-Kızım sen bu çobana aşık oldun.

-Aşık olmak bu mu ana?

-Bilmem kızım, ben hiç aşık olmadım ki, aşık olmanın ne olduğunu bileyim, herhalde bu olsa gerek. Hadi benim güzelim yat uyu. İstersen yarın Elif beklesin koyunları, sen birkaç gün dinlen. Bir yaz boyu hiç dinlenmedin. Sabah gidip akşama geldin.

-Yok ana, ben beklerim, zaten şunun şurasında ne kaldı ki.

-Sen bilirsin benim güzel kızım. Hadi takma kafanı, yat uyu.

-Tamam ana. 

Xxx

Ali, dün yaptığı gibi bugün de köyün başından başlayarak köyün sürüsünü toplamaya başladı. Köyün Halilli Mahallesindeki en son ev olan Cevriye kızın da koyunlarını aldıktan sonra Meryemana Köprüsünü geçip Sonarlar’ın başından sürüyü yaylıma bıraktı bodur çam ormanına. Yürüyerek sürünün önüne geçti. Karaca’yı en arkada bırakmıştı, geride kalan koyunları toplasın diye. Çitikebir’i gören bir taşın üzerine oturdu. Kavalını eline aldı, yaylım havası çalmaya başladı. Akkoç hem yayılıyor hem de ara sıra başını kaldırıp Ali’ye bakıyordu. O kavalını çalarken hem otlayan hem de yürüyen sürü onu geride bırakmıştı. Kalktı, geride kalan koyun var mı diye göz attı. Karaca yanına gelmişti. Başını okşadı.

-Aferin oğlum, geride koyun bırakmadın.

Çit Düzüne ve öğlene daha çok vardı. Acaba gelecek mi? Onun koyunları az belki gelmeyebilir. Gelmezse onu görmeden ben duramam. 

-Ne dersin Karaca gelecek mi?

Yaylımdaki sürü yavaş yavaş Çit Düzüne yaklaşıyordu. Öğlen olmak üzereydi. Karaca’yı sürünün arkasında bırakarak öne geçti. Bir an önce düze çıkmak istiyordu. Ormanlık alandan çıkıp düzlüğün başlangıç yerine geldi. Gözleri Gülşah’ı aradı. Yoktu. 

-Belki daha gelmemiştir. 

Kulak kabarttı ama kendi sürüsünün başlarındaki zil sesinden başka ses duymadı. Yavaş yavaş çeşmeye doğru ilerledi. Tavuğun Taşına doğru baktı. Oradan da gelen yoktu. Çeşmenin suyu ile yüzünü yıkayıp kana kana içti. Kenarındaki taşın üzerine oturdu. Sürü de düzlüğe çıkınca koşarak çeşmeye geldi. Birbirleriyle yarışırcasına su içmeye başladılar. Suyu içen koyunlar, sarıçam ağaçlarının gölgesine çekilip oturuyordu. 

Acıkmıştı ama yemek istemiyordu. Karaca ve Alaca, sağlı sollu oturdular. Onları aç bırakamam diyerek, yemlerini eşit pay ederek önlerine koydu. Onların iştahla yemesi kendisinin de iştahını açmıştı. Çantasının içindeki azığını sofra taşının üzerine koydu. İlk lokmayı ağzına atacaktı ki, Haviyana’dan gelen yoldan zil sesleri gelemeye başlayınca lokmasını geri bıraktı. “Bu o, geliyor” diyerek gözlerini yola dikti. Koyunlarının arkasından gelen Gülşah’ı görünce ayağa kalktı. Yanına gelmesini bekledi.

-Ne o çoban Ali, beni beklemeden, yalnız mı yiyecektin?

-Yok, diyebildi, yeni açtım azık çantamı.

-İyi, bende de bir şeyler var, çıkarayım da birlikte yiyelim.

Günler günleri kovaladı ve bu bölgede sürü otlatmanın son günüydü Çoban Ali’nin. Yirmi gün süreyle hep çeşmenin başında buluştular, birlikte yemek yediler.

-Bugün son günüm Gülşah.

-Ne yani daha gelmeyecek misin?

-Evet, gelmeyeceğim, muhtarın verdiği listedeki güzergahları takip ediyorum. Bundan sonraki güzergahım Angirgas ve Kurdun Düzü olacak.

-Yani birbirimizi göremeyeceğiz öyle mi?

-Evet.

Bir süre konuşmadılar. Birbirlerini göremeyecek olmaları her ikisini de çok üzüyordu.

-Gülşah!

-Söyle.

-Nasıl söylesem bilemiyorum… Sana dünürcü gönderip istetsem bana varır mısın?

-Bilmem, varır mıyım?

-Nasıl?

-Dünürcünü gönder de istet, cevabımı o zaman vereceğim.

-Şimdi versen.

-Yok yok, dünürcün sana cevabımı iletecek.

-Hadi öyle olsun. 

Bu son buluşmaları oldu. Bu Çit Düzünde son birlikte yedikleri öğlen yemeği oldu. Yemekten sonra kalanları toplayıp azık çantalarına koydular. 

-Kalkmam lazım Gülşah, sürünün yaylım zamanıdır. Hafta sonu babam kasabadan gelsin anamla birlikte size yollayıp isteteceğim sen Gülşah.

-Olsun.

-Seni seviyorum. Hem de çok ama çok seviyorum.

-Ben de Ali’m.

Çoban Ali Fulfula Ormanına, Gülşah ise Tavuğun Taşına doğru sürdüler koyunları.

Akşam vakti sürüyü hane hane dağıttıktan sonra eve geldi. Konağın çevirmesinden içeri girince babası Topal Ömer ile Kezban ana çardakta oturuyorlardı.

-Hoş geldin baba.

-Hoş bulduk oğul. Sen de hoş geldin. Gel anan ile otur. Ben akşam namazımı kılıp geleyim.

-Olsun baba.

Topal Ömer, caminin yolunu tutarken, Ali de anası ile oturmayı sürdürdü. Bugün konuştuklarını anasına anlatmak istiyordu.

-Ana!

-Söyle oğul.

-Şey… Bugün Gülşah’a seni isteteceğim dedim.

-Güzel demişsin.

-Hafta sonu yani yarın akşam için dünürcü göndereceğim dedim ona.

-İyi demişsin de o ne dedi?

-Gönder dedi, söyleyeceğimi o zaman söylerim dedi.

-İyi, baban namazdan gelsin, konuşurum, yarın akşam da gider isteriz.

-Benim yanımda söyleme babama.

-Olsun oğul.

-Ben yatıyorum, yarın Suda Boğazı, Kapılar ve Kankana tarafına götüreceğim sürüyü.

-Orman bitti mi?

-Bitti ana. Muhtar emmi kar yağıncaya kadar sürüyü otlat dedi. Ben de olur dedim.

-İyi etmişsin.

-Ben yatıyorum.

-İyi uykular.

Kezban kadının içi içine sığmıyordu. Oğluna kız istemeye gideceklerdi. Topal Ömer de hoş karşılayacak, eminim. 

O demeye kalmadı, Topal Ömer, çevirmenin kapısından içeri girdi.  Erken dönüşüne şaşıran Kezban ana:

-Hayırdır. Ne çabuk kıldınız?

-Millet camiye namaz kılmaya bile gelmiyor. Ben ve muhtardan başka kimse yoktu.

-İş güç, millet yoruluyor. Onun için gelmemişlerdir.

Ertesi gün erkenden Topal Ömer, Akort Mevlit ve Mehmetaliler’in Sabri’den atlarını istedi. Haviyana’ya gitmek üzere yola çıktılar. Ali Düzünden arka yüze aşma yerine, Çit Deresi güzergahını izledikten sonra Haviyana yoluna saptılar.

(Devamı var)

YORUM EKLE