Hocalı Soykırımı

“Günlerden yirmi beş şubat hava puslu, karanlık
 Dünya görmedi böyle vahşet, böyle barbarlık”. (Selahattin Arslan)
 
Hocalı, kan ve gözyaşının sel olup aktığı bir nehir, tarihte izleri hiçbir zaman silinemeyecek büyük bir dram, Türk’ün titreyip kendine dönmesi gerektiğini hatırlatan acı bir tablodur.
 
Zalimin dişlerini mazlum bir halkın sırtına geçirdiği, insan havsalasının alamayacağı kadar çirkefliklerin yaşandığı, genç - yaşlı, kadın - çocuk demeden insanların topluca kıyıma uğradığı, Ermenilerin, Müslüman Türk milletine soykırım yaptığını dünya milletlerinin gözlerine sokulması gereken insanlığın yerle bir olduğu mahşer yeridir.
 
Hocalı’da yaşanılan vahşeti soykırım olarak görmekteyiz. Soykırım kelimesinin 1948’de Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde (SSECS) hukuksal bir tanımı bulunmaktadır. Sözleşmenin 2. maddesi soykırımı “ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: grubun üyelerinin öldürülmesi; grubun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi; grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması; grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması; ve çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi.” şeklinde tanımlar.(1) Dolayısıyla Hocalı’da bu tanımdan daha fazlası yaşanmıştır.
 
Hocalı Soykırımı, Karabağ Savaşı sırasında 26 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında yaşanan Azeri sivillerin Ermeniler tarafından toplu şekilde katledilmesi olayıdır.
 
“Ermeni güçleri 1992 yılının 25 Şubatı 26 Şubat'ta bağlayan gecede bölgedeki 366. Alayın da desteği ile önce giriş ve çıkışını kapadığı Hocalı kasabasında, Azeri resmî kaynaklarına göre, 83 çocuk, 106 kadın ve 70'den fazla yaşlı dahil olmak üzere toplam 613 sakin öldürülmüş, toplam 487 kişi ağır yaralanmıştır. 1275 kişi ise rehin alınmış ve 150 kişi ise kaybolmuştur. Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde cesetlerin birçoğunun yakıldığı, gözlerinin oyulduğu, başları kesildiği görülmüştür. Hamile kadınlar ve çocukların da maruz kaldığı tespit edilmiştir.” (2)
 
Karabağ hareketi içerisindeki önemli isimlerden biri olan Zori Balayan ise Ruhumuzun Canlanması adlı kitabında o dönemde Azerbaycan Türklerine karşı işlenmiş olan soykırım suçundan şöyle bahsetmektedir: “Biz arkadaşımız Haçatur'la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağırış çağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu. Daha sonra bu 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Başından, sinesinden ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü. İlk mesleğim hekimlik olduğuna göre hümanist idim, bunun için de Türk çocuğuna yaptığım bu işkencelerden dolayı kendimi rahatsız hissetmedim. Ama ruhum halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığım için sevinçten gururlanırdı. Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türkle aynı kökten olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık. Ben bir Ermeni vatansever olarak görevimi yerine getirdim. Haçatur da çok terlemişti, ama ben onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizmin mücadelesini gördüm. Ertesi gün biz kiliseye giderek 1915'te ölenlerimiz ve ruhumuzun dün gördüğü kirden temizlenmesi için dua ettik. Ancak biz Hocalı'yı ve vatanımızın bir parçasını işgal eden 30 bin kişilik pislikten temizlemeyi başardık.” (2)


Katliama tanık olan bir gazeteci, yaşananları şu şekilde aktarmaktadır:

“Dağlık Karabağ’ın Hocalı kentinin düşüşünü bir gün boyunca yaşadım. Görüntülerle belgeledim ve video çekimleriyle bir günde 1.300 Azerbaycan Türk’ünün Ermeni çetecilerce öldürülüşünü bütün dünyaya duyurdum. Hocalı katliamı anlatılamaz bir vahşetti. Azerbaycan yönetimi ve Cumhurbaşkanı Ayaz Mütellibov, olayı dört gün boyunca kamuoyundan gizlemeye çalıştılar. Bütün Azerbaycan şok olmuştu. Ermeni bıçaklarından, kurşunlarından kurtulmayı başaranlar; kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar karlı dağlarda tipi altında Agdam’a gelmeyi başardıklarında çoğunun ayakları donmuştu. Bazılarının ayakları ise kangrenden dolayı kesilmişti. Ermeniler vahşetin her türlüsünü sanki ibret olsun, örnek olsun diye yapmışlardı. İhtiyar dedelerin, yaşlı anaların yüzleri jiletlerle doğranmış, genç kadınların göğüsleri peynir gibi kesilmiş, bebeklerin kafa derileri yüzülmüştü. Hocalı ile Agdam arasındaki 12 kilometrelik orman boyunca cesetler dizilmişti.” (3)
 
Azeri Türk Kadınları Birliği Başkanı Tenzile Rüstemhanlı, “Bugünkü Ermenistan denilen devlet, bizim topraklarımızdan zorla göç ettirilerek kurulmuştur. Genç nesil bunları bilmiyor hatırlamıyor. Biz bunları anlatmadık, aşılamadık, öğretmedik. Çünkü Türk anaları evlatlarını katil ve cellat yetiştirmiyor” dedi. Dr. Mehmet Nahıyov, “Hocalı’da Ermeniler insanları, çocukları diri diri yakmıştır. Acımasızca insanlar kesildi, kadınların karınlarının deşildiğine, erkek çocukların başlarının kesildiğine bizler şahit olduk” dedi. Diğer canlı tanık tarih öğretmeni Tamila Bilalova “25 Şubat gecesini anlatmak çok zor. Ne yapacağımızı, nereye kaçacağımızı bilmiyorduk. Soğuk ve karlı bir gecede Ermenilerin zulmünden kaçmaya çalışıyorduk. Kaçamayanlar, Ermenilerin güllesiyle, hançeriyle ölüyordu” dedi. (4)

Bu bilgiler Hocalı'da yaşananların eşi benzeri olmayan bir vahşet, kin ve nefretin ürünü olduğunu ortaya koymaktadır.
 
Dağlık Karabağ Azerbaycan’ın toprağıdır ve şu an işgal altındadır. Azerbaycan’a karşı yürütülmüş olayların en acısı Hocalı Soykırımı’dır. Bu olay yüzyılın kininin yansımasıdır. Bugün Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan Hocalı Soykırımı’nı yapan komutanlardan biridir. Ve bir konuşmasında kendi kuşaklarının Karabağ’ı aldığını, gençlere de Ağrı’yı almalarını kendilerinden beklenildiğini söylemiştir. Ermenistan’ın başından bu zihniyete sahip kişiler gitmediği sürece uzlaşmanın olması mümkün gözükmemektedir.
 
Ermeniler kendi yaptıklarını haklı çıkaracak her türlü argümanı kullanmaktadır. Bizim buna karşı bir stratejimiz, bir politikamız var mı? Kanımca bu konuda çok eksiğimiz var. Yazarlarımız yaşanılan soykırımı köşelerine taşımalı, şairlerimiz şiirleriyle bu drama ses vermeli, ressamlarımız vahşeti çizmeli, fotoğrafçılarımız olayı fotoğraf karesiyle ölümsüzleştirmeli, ozanlarımız türkülerinde bu konuyu işlemeli, gazetecilerimiz bu elim tabloyu dünya gündeminde tutmak için gazetelerine taşımalı, medya bu konuyla ilgili programlar yapmalı, belgeseller hazırlamalı, sinemacılarımız dramı filmleştirmeli, dünyaya bu film aracılığıyla vahşeti duyurmalı, siyasilerimiz bu elim vakayı dünya devletleri nezdinde görüşülmesi için gündemde tutmalı ve gereken sonuç alınmalıdır.
 
 Hocalı Soykırım anıtını diken Keçiören (2005) ve Beypazarı (2009) belediyelerini bu onurlu davranışlarından dolayı kutluyoruz Kızılcahamam (2012) ve Isparta (2012) belediyeleri de anıtın yapılması için karar almış bulunmaktadır. Diğer belediyelerimizin de Hocalı Soykırımı’nı  unutmamak için, unutturmamak için “Hocalı Soykırımı Anıtı” dikmeleri çok yerinde olacaktır. TBMM ise Hocalı’da yaşanan bu vahşetin soykırım olduğunu kabul etmelidir.
 
Hocalı milli benliğin, milli kimliğin, milli duruşun, milli hasletlerimizin önemini gösteren bir belgedir bize. Geleceğimizi düşünüyorsak gençlerimizi tarihine dost, geleceğe umutla bakan, bilgili, kültürlü bireyler olarak yetiştirmeliyiz. Dünyada devletler kendi menfaatleri uğruna savaşlar vermektedir. Biz ne yapmaktayız? Oturup bu tabloyu seyrediyor muyuz? Yoksa elimizden gelenleri yapıyor muyuz? Bilgi ve bilinç düzeyi açısından çok iyi olduğumuz söylenemez. Artık toplum olarak bilgiyi merkeze almalı ve tüm politikalarımızı ona göre şekillendirmeliyiz. 
 
Gerçekleri konuşursanız ya da yazarsanız birtakım odakların bilinçli saldırısına maruz kalabilirsiniz. Burada İsmet İnönü’nün bir sözünü paylaşmak istiyorum. İnönü’nün “Bir memlekette, namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur.” sözü çok yerinde söylenmiş bir sözdür. Eğer namuslu yazarlar (tarihçiler) çıkıp bu işin doğrusu budur demezse, namussuzlar köşe başlarını tutmaya ve hain emellerini gerçekleştirmek için ellerinden geleni yapmaya devam ederler. Namus sadece kişinin kendi namusu ile ilgili değildir. Kişinin kendi ülkesi hatta insanlık ile ilgilidir.  O zaman ne duruyorsunuz miskin miskin. Çıkın ve insanlık adına bir şeyler yapın.
 
 Hz. İbrahim’i (a.s.) ateşe atan Nemrut’un ateşini söndürmek için ağzıyla su taşıyan bir karınca kadar bile olamıyoruz. Kendi rahatımız ve mutluluğumuzu tüm insanların rahatlığı ve mutluluğunun üzerinde görüyoruz. Ama bilinmelidir ki yaşanan soykırıma sessiz kalmanız bir gün sizin de bu gibi olaylara maruz kalabileceğinizin işaretidir. Bir daha insanlık dramının yaşanamaması için tek yürek, tek bilek olmalıyız. Dünyaya bu vahşeti, bu kıyımı tüm haklılığıyla ortaya koymalıyız. İnsanlık suçu işleyen canilerin uluslar arası arenada cezalandırılmaları sağlanmalı ve Dağlık Karabağ kendi öz sahiplerine (Azerbaycan halkına) verilmelidir.
 
Allah (c.c) Hocalı’da ruhlarını teslim eden şehitlerimize rahmet, milletimize sabır ihsan etsin.
 
“Gün Hocalı Soykırımı’nı anma zamanı,
 Gün tüm gerçekleri ortaya koyma zamanı.”
 
 Kaynaklar:
 
  1. http://tr.wikipedia.org/wiki/Soyk%C4%B1r%C4%B1m
  2. http://tr.wikipedia.org/wiki/Hocal%C4%B1_Katliam%C4%B1
  3. http://azerbaycan.ihh.org.tr/insan/hocali/hocali.html
  4. http://www.yenicaggazetesi.com.tr/yg/habergoster.php?haber=63961
YORUM EKLE