İnsanoğlu kendisini bir yere, şehre, bir yapıya veya bir varlığa ait hissedebilmesi için mutlaka bir aidiyet bağının veya duygusunun olması gerekir. Bu aidiyet bağı olmadan bizi bir yerde yaşamak zorunda olduğumuz mecburiyetler ön plana çıkarır. Ancak, bu bağ, rasgele, birden bire oluşmaz. Kültürle, inançla ve sanatla yoğurulan hayatın içinde, tarihle, medeniyetle oluşur ve kurulur. Bir şehir ölüsüyle dirisiyle aynı anda yaşar. Ölünün diriden, mezarın evden fazla olduğu şehirler vardır. Bir şehir sahip olduğu tüm mezarlıklarla yaşamak durumundadır. Bu haliyle şehirler defalarca evlat acısı yaşamış anne gibidir. Evladını da acısını da içine gömer, içinde taşır. Bu yüzden şehirler sabırlıdır. İnsan acelecidir ama şehirler sakin tabiatlıdır.
Mezar taşları, mezarlıkların geçmişten geleceğe susmayan dilidir. Mezarlıklar bu dil sayesinde her şeyden önce bir tarih, kültür ve medeniyetin devamı ve kimliğin istikrarı için aidiyet mekânlarıdır. Mezarlıklar, toplumsal ve kültürel hayatın işleyişinde ve içindedir. Yaşayan canlı bir bahçedir mezarlık, ziyaretçileri her gelişlerinde huzur ve sükûnet içine çeker. Kabristan bu bakımdan, sanatkârane bir şekilde işlenmiş taşlarıyla, her bir mezarın başına, serviler ve çeşmeleriyle şehri tamamlayan özel bir muhittir. Şehrin o kadar içindedir ki mezarlık, gündelik hayatın asli bir unsuru olarak kültürün inşasını ve sürekliliğini teminat altına alır.
Tarihi mezar taşlarımız üzerine ehli tarafından çok veciz,sözler söylenmiş. Mesela üstat Yahya Kemal Beyatlı: “Hiç bir şiir bir mezar taşı kadar milli olamaz. Çünkü onda el emeği, göz nuru, sanat vardır ve onlar bize bizi anlatır.” der. Camilerin hazireleri, bazen mahallenin en güzel mevki, mezarlık alanı olarak tahsis edilmiştir. Bir manada insanlar ölüleri ile birlikte yaşamış, bundan da huzur duymuşlardır. Bu sayede, devam edip giden hayatta faniliklerini hiçbir zaman unutmamış, devamlı iyilik ve güzellik peşinde olmuşlardır. Her gün beraber oldukları yahut önünde geçerken hayır dua ile andıkları mezar sakinleri, onlara hayatın faniliğini, geçiciliğini hatırlatarak, kalıcı güzelliklere yönelmelerini hatırlatmıştır. Mezar taşına yazılan edebi ifadeler, düşürülen tarih mısraları, hayatı şuurla yaşamanın bir ifadesi olarak görülebilir. Mezardaki kişi ile ilgili bilgiler taşa kaydedilerek sağlam bir kaynak oluşturulmuştur. Mezar taşı kitabelerinde üç önemli özellik ve sanat göze çarpmaktadır. Taş işçiliği, yazı sanatı ve mezar taşlarında bulunan dini ve edebi ifadeler bulunur.
Tarihî, manevî, kültürel ve şekil olarak sanat değeri taşımasının yanında belki de ihmal edilen bir özellik de “mezar taşı kitabelerine yansıyan edebiyat ”tır. Sanat tarihi araştırmacısı Semavi Eyice, mezarlıklarımızı, “sanat ve edebiyatımızın bir çeşit açık hava arşivi ”ne benzetir.
Araştırmacı Şeyban ise mezar taşı kitabelerinin dil ve edebiyat açısından değerini şöyle dile getirir:
“Türk dili ve edebiyatının en mühim kaynaklarından biri olan mezar taşı kitabeleri, nazım ve nesir ifadeleri ile, edebiyat tarihimizin ulaşılamamış hazinesi durumundadırlar. Mezar taşı kitabeleri döneminin dil ve ifade özelliklerini yansıtarak Türk dilinin tarihi seyrini takip edebilme imkanı verirler. Ölüm gibi insanların ziyadesi ile hissiyatını harekete geçiren bir hadise, mezar taşı kitabelerinde; ayet, hadis, vecize, atasözü, nesir, şiir, temenni ve dua olarak yankı bulmuş, Müslüman Türk’ ün hislerine bu kitabeler tercüman olmuştur. Nazım olarak düzenlenmiş mezar taşı kitabelerinin birçoğunda rastladığımız ebced hesabıyla tarih düşürme usulünün tam anlamıyla çözümlenmesi, bu kitabeler değerlendirilmeden yapıldığında eksik kalır. Zira şairlerimiz ebced hususundaki kudretlerini en çok mezar taşı kitabelerinde sergilemişlerdir. ”der.
Bugün çevrenize baktığınızda mezar taşlarının bulunmuş olduğu mezarlıklarda artık geçmişin sanatını ve edebiyatını yansıtan taşlar yok artık. Eski mezarlıklarda yer alan kimi kırılmış baş taşlarıyla ya da silinmiş yazılarıyla zamana direnmeye çalışan çok az mezar taşı kaldı. Tam manasıyla onların farkına varmamızı sağlayan, onları sadece bir ölüm sembolü değil birer sanat yapıtı olarak da görmemizi isteyen, onlar üzerinde düşünmeye sevk eden dikkate değer birer eser olarak zamanın içinde yolculuklarına devam ediyorlar. Yapıları itibariyle mezar taşları sanat ve estetiğin konusu olmuşlardır. İnce taş işçilikleri, çeşitlilik arz eden başlıkları, taşlarında yazılı edebi ifadeler ve yazı sanatının çok güzel örneklerini taşımaları onları önemli kılmıştır. Mezar taşlarında genellikle Celi Talik, Kufi yazı çeşitleri kullanılmıştır. Sanatta üslup sahibi hattatlar yazdıkları mezar taşı kitabelerinin sonuna imzalarını atmışlardır. İmza sadece hattat ismi olduğu gibi genelde “bunu yazan” anlamına gelen Arapça “ketebe hu” fiiliyle birlikte de kullanılmıştır. Yüksek bir kültürün mahsulü olan mezar taşı kitabeleri bir devrin güzelliğini ve özelliğini yansıtmaktadır.
Ölüm gibi kaçınılmaz ve bazıları için korkutucu olan bir hakikatin şiir vasıtasıyla estetize edilerek, mezar taşı kitabelerine yansıdığı bir geleneğe, bu gelenek içinde ana rahminde ölen bir bebek için dahi mezar taşında “Bey” hitabını kullanacak kadar incelebilen ecdadımızın kültürel anlamda hangi seviyede olduğuna dair önemli referans noktaları sunmakta, bu geleneğin zaman içindeki değişimini hatta yok oluşunu göstermektedir. Hayatı zevkle ve şuurla yaşayan insanların ortaya koydukları bu güzellikler, artık geçmişte kalan ve elde kalan numunelerine sahip çıkmak, onlardaki özellikleri anlamaya çalışmak yapabileceğimiz tek şeydir.
Şehir kültürü bakımından mezar taşlarının taşıdığı anlamlar çok boyutludur. Onlar sadece kaybettiğimiz yakınlarımızı ziyaret edebileceğimiz mekânsal göstergeler değil, şehri sanatsal ve mimari açılardan da tamamlayan unsurlardır.
Gümüşhane’de Türk-İslam döneminde yapılan eserlerin ve kitabelerin birçoğu ve kimi mezar kitabeleri zaman içinde tahrip olmuş, günümüze çok azı gelebilmiştir. Eserlerin bir bölümü, doğal olarak iklim koşulları, ya da insan eliyle tahrip olmuş, kimileri de ilgisizlik sonucu yok olmuştur. Define arayıcıları eserleri tahrip etmekle kalmamışlar, mezarların sandukalarını ve kitabelerini de darmadağın etmişler ve parçalamışlar. Torul, Kürtün ve Kelkit’teki mezar ve kitabeler bunun acı örnekleridir. Bir kısım mezar kitabesi ise Rusların Gümüşhane’yi işgali sırasında tahrip edilmiştir. Şiran’daki Firdevs Hatun Türbesi define arayıcılarının gazabına uğrayan eserlerdendir. Gümüşhane eski Hükümet konağı kitabesi ise binanın yıkılması esnasında ilgisizlikten dolayı kaybolmuştur. Mezar taşları üzerinde envai çeşit çiçeğin stilize edilerek kullanıldığı görülür. Mezar taşlarında
amaç ölen kişiyi hayattakilere tanıtmak ve merhumun ruhuna bir Fatiha okutmak olduğu için mezar taşlarının yola bakan tarafları saha süslü ve daha dikkat çekicidir.
Eskişehir’de Süleymaniye Ulu cami haziresinde yer alan kitabe, güllerle süslü başlık taşıyan mermer üzerine 1902 tarihinde ölen Hacı Hüseyin kızı Hatice Hanıma ait mezar taşında;
Ah mine’l- mevt
Nice kıydı felek böyle civana
Açılmazdan bu gül erdi hazana
Hatice hanım ukbaya gidince
Yıkıldı bir kazada iki hane
Kılınççı Hacı Hüseyin duhteridir
Büküldü kameti döndü kemane
Meler kuzusu ardınca anası
Karındaşları düşmüştür figane
Buna feyz-i hayatı tarih etdim
Okusun Fatiha Rüşdi bu cane
Mezar taşları üzerinde sıkça gördüğümüz “geometrik şekiller” eşkenar dörtgen, altıgen, kare ve dairevi sonsuzun, kâinatın sembolleridir. İç içe geçmiş çok kenarlı geometrik biçimler her dönemde sevilerek kullanılmıştır.
Kelkit mezarlığında Kastamonulu Kemani-Zade Mehmet Efendiye ait üçgen başlıklı köfeki taşına yazılı mezar taşında;
Cümle halk ehl-i seferdir dünya misafirhanedir.
Bir mukim adem bulunmaz ne acep kaşanedir
Şah u geda akıbet bir kefen sermayedir
Çünkü agâh olmayanlar cümlesi divanedir
Kastamonulu Kemani-zade Mehmed
Efendinin ruhuna Fatiha
Mezar taşları geleneksel dünyanın dilini kaybediyor giderek. Kabirlerde artık cinsiyeti, meşrebi ve meziyeti, makamı, mansıbı ya da medeniyeti gösteren taşlar inşa edilmiyor. Şehir mezarlıklarının şehre ait bir mekândan çok, şehirden sürülmüş ve tecrit edilmiş bir alan haline dönüşmesi, ailevi ilişkilere ve yakınlık bağlarımıza etki etmektedir. Bugün pek çoğumuzun yanından kayıtsızca geçtiği tarihi mezar taşlarımızın üzerindeki simge ve semboller muhakkak bu kadarla sınırlı değildir.
Kelkit İlçesi Yeniyol Köyü yakınında, Erzincan Yolu üzerinde Pöske Dağı eteğinde şehitlikte yer alan Mustafa Paşa’ya ait üçgen 115x54 cm boyutlarındaki köfeki taşı üzerine Nesihle yazılı;
Huve’l-Hallaku’l-Baki
Emrinle ettim İlahi sen kabul eyle
Girüp cennet sarayına cehennemden ba’id eyle
Huda onda kerem babın bana her dem küşad eyle
Cihah içre muradım bu beni alemde şad eyle
Mustafa Paşa Hazretleri sene 1849
Yüksek bir kültürün mahsulü olan bu mezar taşı kitabeleri bir devrin güzelliğini ve özelliğini yansıtmaktadır. Hayatı zevkle ve şuurla yaşayan insanların ortaya koydukları bir güzelliktir. Artık geçmişte kalan bu güzelliğin elde kalan numunelerine sahip çıkmak ve onlardaki özelliklerini anlamaya çalışmak yapabileceğimiz tek şeydir.
Ölüm, her canlının bir gün muhakkak idrak edeceği hakikatlerin yegânesidir. Ölümü hatırlatan, düşündüren ve insanın ölümden sonra geride kalanlarla bir şekilde irtibatını sağlayan mezar taşları ise günlük hayatta taşıdıkları değerlerden ve barındırdıkları hikâyelerden bîhaber olarak yanından geçtiğimiz veya yılın belli zamanlarında ziyaret ettiğimiz mezarlıklarda karşımıza çıkan yapılardan ibarettir. Taşlar üzerlerine işlenmiş ince ve derin manalar taşıyan nice simge ve sembol lisan-ı hal ile bizlere Hz. Peygamber (s.a.v)’in: “Müminler ölmezler! Bilakis onlar fani âlemden baki âleme göç ederler.” Hadis-i şeriflerinde ifadesini bulan, herkesin bir gün fani olacağını, kalınacak esas yurdun ahiret yurdu olduğu gerçeğini fısıldamaktadır…
Yine ibret verici bir mezar taşı ibaresi ile yazımıza son verelim:
Akıllı isen aklını al başına
Salınıp gezerken neler geldi başıma
Âkıbet türâb oldum taş dikildi başıma…
Kaynaklar;
Berk S.(2016), “Zamanı Aşan Taşlar 1,2”, İstanbul:
Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları
Şentürk B. (2010), “Ahlat; Anadolu’nun
Orhun Abideleri, Selçuklu Mezar Taşları”, Analiz Yayıncılık
Zeynep Sayın, Ölüm Terbiyesi
Murat Yüksel, Gümüşhane Kitabeleri
TDV İslam Ansiklopedisi
Mükemmel bir tanımlama.
Mezar taşları kadar mezarda yatanlarda tarihe ışık tutan değerlerdir.
İl basın halkla ilşkiler müdürü Sayın Engin doğru belliki bu yazı için hayli emek sarf eti. benimde dedemin mezar taşında Huvel baki diye başlayan bir metin var.. Bu taş 1950 den önce Edire köyüne bağlı Elan Karamustafa köyü evreni mahallesinden Ünle taş yontucusu İbrahim ustaya aittir. Yazı tamamen murç adı verilen yontu aletiyle yazılmış. Ne zaman. 1950. Bu yazıyı okurken hem bilgilendim ve geçmişlerimizi hatırladım gelecekte kendimi gördüm..
konusu ve aktarılması yönüyle ayrıcalığı olan bir yazı.teşekkürlerEngin bey.